DEĞERLİ okuyucularım, Gayrı Safi Yurt İçi Hâsıla (GSYİH) rakamları geçen ayın son günü yayınlandı. Bu konuda bütün gazetelerde yorumlar yapıldı. Ortak görüş GSYİH’nın bir yıllık sürede çok aşırı biçimde küçülmüş olduğu idi. Küçülme yüzde 13.8! Ben bu yüzde 13.8’lik küçülmenin anlamı üzerinde durmak istiyorum.
Ama önce hepimiz tam olarak anlayalım diye, bu çok konuşulan GSYİH ve Gayrı Safi Milli Hasıla (GSMH) kavramlarını açıklamak istiyorum ki her gün gazetelerde karşılaştığımız bu teknik tabirlerin ne olduğunu bilelim.
Yurt İçi Hâsıla (YİH) basitçe, bir yıl içinde bir ülkede üretilen “nihai” mal ve hizmetlerin toplamıdır. “Nihai mal ve hizmet” diyorum çünkü örneğin bir gömleğin içinde kumaş var. Kumaşın içinde iplik var. İpliğin içinde pamuk var. Bunların her birinin satış bedelini alt alta koyup toplarsanız YİH olduğundan fazla görünür. Onun için hesaplamada sadece
DEĞERLİ okuyucularım, Türkiye bir köşe yazarının rüyası olmaya devam edip gidiyor!
Seneler önce yazmıştım. “Bugün ne yazsak?” sendromu Türk köşe yazarları için geçerli değil. Benim gibi ömrünü yöneticilik, danışmanlık, işadamlığı, öğretim üyeliği gibi farklı şapkaları eş zamanlı olarak giyerek geçirmiş amatör bir yazar bile konu sıkıntısı çekmiyor. Sadece, “Bu gün konulardan hangisini işlesem?” gibi, bazen zor bir seçim yapmak durumunda kalıyor. Zaman zaman, “İnternette, herkesin yararlanılabileceği bir konu başlıkları bankası kursam” diye düşünürüm!
* * *
Bakın bugün yazılabilecek konu başlıklarına:
- Milli gelirin küçülmesini işleyebilirsiniz.
- GSMH’nın barış günlerinde bugüne kadar görülmemiş bir biçimde yüzde 13.8 oranında küçüldüğünü işleyebilir, eski krizlerimizden ne kadar daha derin bir krizde olduğumuz üzerin durabilirsiniz.
- Milli gelirdeki
NE gerek var değerli okuyucularım? Ne gerek var Türkiye’yi, güzel ülkemizi, böyle bir gerilim havasına sokmaya?
Ne gerek var 70 milyonluk bir milleti korkular içinde yaşatmaya?
Ne gerek var göz bebeğimiz silahlı kuvvetlerimizi böylesine yıpratmaya?
Ne gerek var bir başörtüsünü sanki dinin en önemli kuralı ya da laik devlet düzeninin en önemli tehdidi gibi görüp, gösterip ülkemizi çağın çok gerisinde kalmış ayrılıklarla bölmeye. Nefreti körüklemeye, kini körüklemeye?
Ne gerek var?
İşim gereği çok ülke gezdim. Eminim okurlarım arasında benden çok daha fazla gezmiş, görmüş olanlarınız vardır. Doğası ve iklimini bir arada düşünün, bizim ülkemiz kadar güzeli var mı? Ne olur sanki bu tepişmeleri, öfkeyi, kini bir kenara bıraksak.
Bakın, dünya belki “1929 Büyük Buhranı”nı da küçük bırakan bir krizle mücadele ediyor. Güzel ülkemiz de bu krizin pençesinde. Merkez Bankası elinden geleni yapıyor. Artık iktidar da işin
DEĞERLİ okuyucularım, geçtiğimiz günlerde Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz bir espri yaptı: “Tünelin ucunda bir ışık göründü, ama bu tünelin çıkışı mı yoksa üzerimize doğru gelen bir araç mı?”
Bu espri gerek siyasi çevrelerde gerekse iş çevrelerinde epey yankılandı. Bazıları Durmuş Yılmaz’ın moral bozduğunu söylediler. Bazıları ise, “Tüneldeki ışık araç değil doğan parlak güneşin ışığıdır” dediler!
Bence Durmuş Yılmaz bu krizin başından itibaren en sağduyulu kararları alıyor. Bu krizin dünyada ortaya çıktığı günlerde bizim kamuoyumuzda Merkez Bankası ile ilgili bir tartışma vardı. Neydi bu tartışma? “Merkez bankası İstanbul’a taşınsın mı taşınmasın mı?” tartışması. Eğer Durmuş Yılmaz bankanın taşınması konusunda sağduyulu ve serinkanlı bir direnç göstermese idi, banka krizi, taşınmanın yaratacağı kargaşanın ortasında karşılayacaktı. Muhtemelen çeşitli nedenlerle İstanbul’a gidemeyip ayrılan değerli yöneticiler olacaktı. Yenileri henüz görevlerine uyum sağlayamamış olacaklardı.
DEĞERLİ okuyucularım, İran’ın resmi bir görevlisine sorunuz, “Seçimler ne oldu?”
Size şunu söyleyecektir:
“12 Haziran seçimlerinde Ahmedinejat cumhurbaşkanı seçildi.” Şimdi bakın bu 6 kelimelik cümlede kaç tane yanlış var!
(1)Seçim 12 Haziran’da yapıldı ama oy verme, ayın 13’ü gece yarısına kadar uzatıldı! Seçimlere katılımın böylesine yüksek olacağı hesap edilememişti! Dolayısıyla seçimler 13 Haziran’da yapılmış oldu!
(2) Bu, seçim yapılan makam “cumhurbaşkanlığı” ama gerçekte cumhurbaşkanlığı filan değil! Çünkü cumhurbaşkanının üzerinde bir makam daha var! Orda Ali Hamaney oturuyor. Lakabı da “Ulu Önder” (Supreme Leader)! Bu üst makama halkın oyları ile gelinmiyor. Cumhurbaşkanı denilen şahsın ise milli müdafaa ve dışişleri konularında yetkisi yok!
(3) Seçimleri de Ahmedinejat’ın kazanıp kazanmadığı meçhul. Çünkü seçimi izleyen AB ilgilileri, basın, ve tüm muhalif adaylar seçime hile karıştığını
GEÇEN cumartesi IMF ile Hükümet arasındaki ihtilaflı üç konuya değinmiştim. Bunlardan devlet yönetimine müdahale açısından en önemli olanının devlet gelirlerinin yönetimini bağımsız hale getirme isteği olduğunu belirtmiştim. Ama yerim kalmamış, bir sonraki yazımda devam edeceğimi söylemiştim.
Söylemiştim ama araya 23’üncü İzmir Sanat Festivali’nin açılış konseri girdi. Japon Kodo Davulcularının verdikleri muhteşem konserin coşkusu ile sözümü tutamadım! Salı Kodo’ları yazdım! Sakın bu sene İzmir sanat Festivali’nin etkinliklerini kaçırmayın, değerli okurlarım. Bu festivale katılan sanatçılar gerçekten İzmirlilere birer büyük ikram!
Bu gün tekrar ülke konularına dönüyorum. IMF her kriz zamanı ortaya çıkıp, ekonominin normal olarak işlediği zamanlarda uyulması gereken kuralları kalkıp kriz zamanlarında uygulattırmaya çalışıyordu. Verdikleri ilaçlar sağlıklı ekonomiler için doğru olduğundan bunlara karşı çıkmak da zor oluyordu. Ama bu, yanlış zamanda uygulanan
SADO’YU soruyorum değerli okuyucularım?
Nedir Sado?
Gelin ben anlatayım: Sado Japonya’nın kuzey-batısında uzak bir ada! Bu ada 8’inci yüzyıldan başlayarak rejim karşıtı şair, politikacı, sanatçı ve yazarlar, hatta Budist Rahipleri ve gözden düşmüş imparatorlar için sürgün yeri olmuş. Adaya ilk giden sürgün zamanın imparatoriçesi Genshö’yü eleştiren şair “Hozumi no Asomi Oyu” imiş. Ada 1700 yılından sonra sürgün amacı ile kullanılmamış.
Geçtiğimiz cumartesi gecesi 23’üncü İzmir Sanat Festivali’nin muhteşem açılışını yapan KODO’lar işte bu çok ilginç adada yaşıyorlar. Ama onlar Sado’ya kendi istekleri ile yerleşmişler. Yüzyıllar önce, yaşadıkları dönemin genel kabul görmüş değerlerine ve siyasal güçlerine karşı çıktıkları için Sado’ya sürgün edilen atalarının izinden.
KODO’lar kendilerine “Davulun Çocukları” diyorlar! Onlar, 1971 yılında Japonya’nın gelişiminden mutsuz bir avuç genç yepyeni
DEĞERLİ okuyucularım, öyle anlaşılıyor ki IMF hükümetle yaptığı müzakerelerde üç temel konuyu öne çıkarıyor. Bu konular:
1. Belediyelere sağlanan bazı harcama olanaklarının geri alınması.
2. Kişilerin varlıklarındaki artışın gelir kabul edilerek vergilendirilmesi.
3. Gelir idaresinin bağımsızlaştırılması.
1. IMF’nin belediyelere tanınan hangi olanaklara itiraz ettiğini yeterince bilmiyoruz. Eğer seçimlerde oyları etkilemek için vatandaşa “seçim ulufesi” dağıtma olanağını ortadan kaldırmak istiyorsa IMF’yi alkışlarız. Bunun ötesine geçmek istiyorsa, belediye harcamalarında bir daralmayı dayatmak kriz ortamında yanlış ilaçtır. Zaman kemer kısma değil, harcama yapma zamanıdır.
2. Kişilerin varlıklarındaki artışın vergilendirilmesi. Önerilen bu tedbirin bizim medyamızdaki adı “nerden buldun yasası”dır! İstenen şudur: Yılda 50.000 lira gelir beyan etmiş bir şahsın varlığı (kat, yat vs.) bir milyon lira artmışsa, devlet bunların bedelini nereden buldun diye sorabilmelidir. Ancak ne zaman? Vergi yasaları pratik bir şekilde yeniden düzenlendikten,