DEĞERLİ okuyucularım, ülkemizi bir arada tutan “düşünsel” ve “kurumsal” güçleri zayıflatmak için bilinçli ve koordineli bir çaba var. Ama öyle sanıyorum ki kendilerine “liberal düşünceli”, “ikinci cumhuriyetten yana”, “aydınlar” gibi sıfatlar takan düşünürün de bir bölümü bu çabaya bilinçsiz olarak katkıda bulunuyorlar.
Öncelikle eylemi örnekleri ile tanıyalım, sonra da bu eylemin arkasında hangi nedenlerle hangi güçlerin olabileceğini.
Bir ülkeyi zayıflatmanın, güçten düşürmenin en etkili yöntemi onu bir arada tutan “fikirleri” ve “kurumları” zayıflatmaktır. Son yıllarda Türkiye’deki güncel olaylara bakınız, ülkemizin en temel kuruluş ideolojileri ve önemli demokratik kurumları yıpratılmıyor mu?
* * *
Türkiye’nin temel kuruluş ideolojilerinin ana mimarı olan Atatürk’ün bizzat kendisi yıpratılıyor. Bu iş, sokak, cadde ve hava alanlarından Atatürk isminin,
DEĞERLİ okuyucularım, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Rifat Hisarcıklıoğlu’nu kendine yeniden başkan seçti. Yerim olsaydı TOBB’un kongresinde yaptığı konuşmanın tam metnini vermek isterdim.
Yanıldığımı sanmıyorum, Türkiye’de ortanın sağında aranan yeni ve alternatif lider Cindoruk değil, Hisarcıklıoğlu olacak!. Ben bu günü değil, daha uzunca soluklu bir perspektifte merkez sağa kimin önderlik edeceğini söylemek istiyorum.
Hisarcıklıoğlu, konuşmasında bu günkü krizden çok, Türkiye’nin sosyal, siyasi, iktisadi, tüm temel konuları ile ilgili uzun perspektifli stratejik bir vizyonu dile getiriyordu.
Örneğin; şöyle diyordu, “Demokrasinin kalitesini artırmanın ilk adımı, Cumhuriyetimizin kurucu ilkelerini korurken, rahmetli Özal’ın miras bıraktığı “üç temel hürriyet”i; fikir, teşebbüs ve inanç hürriyetlerini kuvvetlendirmektir. Bunun yolu da Anayasamızın yenilenmesinden geçiyor. Mevcut Anayasamızdaki sorunlar, devletimizin asli yapısına dair maddeler korunmak suretiyle çözülebilir.
DEĞERLİ okuyucularım, pazar günü AKP Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat ile yapılan bir söyleşiyi okudum. Ben kendisini özellikle Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı tartışmalar münasebeti ile ciddi biçimde eleştirmiştim.
Pazar günkü söyleşisi ise genelde makul ve akılcı idi. Kürt sorununa da aynı üslupla yaklaşıyordu. Ancak söyleşinin bir yerinde şu cümlesi çok yanlış bir varsayımı yansıtıyordu: “Farklılıkları yok farz ederek, yasaklayarak bir yere varamazsınız. ‘Dil bir özgürlüktür’, diyorlar! Hayır değildir. Dil, insanın ayrılmaz parçasıdır. Diliniz yoksa insan değilsiniz. Hayvan özgürlük isteyebilir mi?”
H H H
Öyle anlıyorum ki; Fırat, birçoğumuz gibi Türkiye’nin Türkler’den ve Kürtler’den oluşan iki etnikli bir ülke olduğunu varsayıyor. Ve anadilini “konuşamayanlar”ın toplamda belki milyonlara vardığı Çerkez, Arnavut, Boşnak, Laz, Pomak vs. kökenlilerimizi yok sayıyor.
Tabi anadilini konuşamayan Kürt kökenlilerimizi de yok sayıyor. Hayvan
GENELKURMAY Başkanı, darbe soruşturması kapsamında tutuklanan iki generali ziyaret etmek üzere bir tuğgenerali görevlendirmişti. Ben de 7.9.2008’de “Bir Ziyaret Üzerine” başlığıyla yazdığım köşe yazısında şunları söylemiştim,
“Derin bir nefes aldım! Türkiye artık huzur ve güven veren bir Genelkurmay Başkanı’na sahip. Bunu da sadece İlker Başbuğ’un devir teslim törenindeki konuşmasında Atatürk, laiklik, ulus devlet gibi kavramları vurguladığı için söylemiyorum. Konuşması yukardan aşağıya bilgi, akıl ve muhakeme dolu olduğu için de söylüyorum.”
Başbuğ, o günden beri yaptığı her konuşmada sağduyunun ve devlet adamlığının sesi oldu.
Türkiye’de, Türk Ordusu’na her ne bahasına olursa olsun cephe alan bir takım bağnazların bulunduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları, yaşı 70’e ulaşmış, tutukluluk şartlarında hastalanmış komutanları tedavi eden Haydarpaşa GATA Hastanesi için dahi, “Orada ‘Gata-kulliler’ oluyor!” diyebiliyorlar. Kendilerine “Liberal”, “İkinci Cumhuriyetçi”
Uluslararası Para Fonu IMF, geçen hafta “Küresel Ekonomik Beklentiler Raporu”nu yayınladı. Rapor dünya ekonomisi ile ilgili 2009 yılı ve ilerisi için tahminler yapıyordu. IMF’nin tahminleri Türkiye’yi de kapsıyordu.
Öncelikle Gayrı Safi Milli Hâsıla (GSMH) rakamlarına bakalım. Devlet Planlama Teşkilatı’nın AB Katılım Öncesi Programındaki yeni rakamları 2009 da ekonominin yüzde - 3,6 oranında bir küçüleceğini söylüyor. Daha önce yüzde 4 oranında büyüme öngörülmüştü! 2009 bütçesi de bu varsayımla yapılmıştı. Şimdi yapılan düzeltme 7,3 puan. Yani ilk öngörüye göre yüzde 182,5 oranında bir düzeltme!
IMF bu yüzde -3,6’lık küçülme tahminini de iyimser buluyor. Türkiye’nin 2009’da yüzde -5,1 oranında küçüleceğini söylüyor. Hâlbuki, 2008 yılının son çeyreğinde Türkiye’de fiilen gerçekleşen küçülme yüzde -6,2!
Yani IMF’nin yüzde
DEĞERLİ okuyucularım, “12’nci dalga” arama ve tutuklanmalarından sonra bir yazı kaleme almıştım. Bu gün o yazıyı bazı değişikliklerle burada özetlemek istiyorum.
Ben senelerce Türkiye, İran’a dönecek diyenlere karşı çıktım. “Türkiye demokratik bir ülkedir kesinlikle İran’a dönmez!” dedim. Bu savımın arkasında güçlü sandığım bir mantık vardı!
Şöyle düşünüyordum. Evet, Şah’ın İran’ı çok güçlü bir orduya, büyük petrol gelirlerine, adına SAVAK denilen büyük bir istihbarat örgütüne, acımasız bir polis gücüne sahipti. Şah bu büyük gücü acıması olmayan bir müstebitin demir yumruğuyla yönetiyordu. Ama İran’ın bu sistemi çok güçlü bir merkezi direği olan büyük bir konik çadıra benziyordu. O direğin devrilmesi çadırın çöküp yok olmasına yetti!
* * *
Türkiye ise eksiklerine rağmen bir demokrasi idi. Birçok direği olan dikdörtgen bir çadıra
DEĞERLİ Milliyet Okurları, bu yazımla size “Merhaba...” diyorum. Bu bir tanışma yazısı olduğu için size “Değerli Milliyet Okurları” olarak hitap ettim. Bundan sonraki yazılarımda “Değerli okurlarım...” diye hitap edeceğim.
İlk köşe yazımı 1 Haziran 2002 tarihinde yazmışım. Belki bir çoğunuz bilecektir; ben ekonomi, politika ve yakın tarihimiz ile ilgili araştırma yazıları yazıyor ve konferanslar veriyordum. Ama köşe yazıları yazmıyordum. İkisinin ayrı işler olduğunu, uzunca bilimsel araştırma yazıları yazmakla köşe yazıları yazmanın birbirinden farklı iki şey olduğunu düşünüyordum.
Osman Gencer beni ikna etti. Haftada dört gün yazarım diye konuştuk, ama kısa bir süre sonra acayip bir rahatsızlıkla karşılaştım. Omuzlarım kitlendi. Kollarım kalkmaz oldu. O tarihe kadar böyle her gün daktilo başına geçip yazı yazmamıştım. Doktorlarımın bu nedeni bulmaları biraz zaman aldı. O tarihten sonra haftada iki güne indirdim yazılarımı. Biraz da egzersizle kollarım açıldı. Ama haftada iki gün yazı yazmayı sürdürdüm. Milliyet EGE’de de haftada