Değerli okurlarım, Rafael Sadi, Yahudi kökenli bir Türk aydını. O da milyonlarca Türk vatandaşı gibi şimdi gurbetçi. Ve de çok başarılı bir uluslararası işadamı! Kesin tarihini anımsayamayacağım ama 2003-2004’te Türkiye’de en sorumlu ağızların, “Türkiyelilik üst kimliğini kullanalım”, “Kardeşim sen, ‘Ne mutlu Türküm diyene’ dersen, o da, ‘Ne mutlu Kürtüm diyene’ der!” gibi söylemlere yeni başladığı günlerdeydi. Rafael Sadi benim de zaman zaman yazdığım bir internet yazışma grubuna aşağıdaki “tarihi” mektubu göndermişti.
* * *
“(...) Son günlerin en tartışılır konusu olan azınlıklar meselesinde çok dikkatli olunması gerektiğini ve bir tuzağın içine düşmekten ülkenin kurtarılması gerektiği görüşündeyim. Özellikle bu Türk ve Türkiyeli kavramlarının ortalıkta dolaşması kesinlikle gizli bir bölücülük işlemekte, ilginç ve güzel bir mozaik olan Türkiye’nin yapısını kökünden sarsmaya, dengeleri altüst etmeye sebebiyet
DEĞERLİ okuyucularım, kanser hastalığından ölen Türkan Saylan gibi değerli yurtsever profesörlerin evleri arandı. Bazıları tutuklandı. Tutuklananların bir kısmı ölüm haline gelinceye kadar tahliye edilmedi. Bu uygulamayı yürüten, kamuoyunda “Ergenekon” adıyla anılan soruşturmanın bazı uygulayıcıları en hafif bir biçimde eleştirildiğinde dahi, bakanlar, hatta başbakan ve onları destekleyen medya hep bir ağızdan yargıya müdahale edilmemesini, hâkimlerin hepsinin görev sorumluluğu ile hareket edeceğini, savcıların Cumhuriyetin savcıları olduğunu söylediler.
Ancak yukarda saydığım türden uygulamaların medyaya yansıyan görüntüleri kamu vicdanını rahatsız ediyor, bu davaya bakan bazı savcıların ve hâkimlerin tarafsızlığı sorgulanıyordu. İş, bir hâkimin birçok dini vakfa üye olduğu ve tarafsız karar alamayacağı iddiası ile, bazı sanıkların, “reddi hakim” talebinde bulunmalarına kadar varıyordu.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) seçilmiş olan hukukçu üyeleri anlayabildiğimiz kadarı ile mahkemelerin bağımsızlığı ve
DEĞERLİ okuyucularım, YÖK üniversiteye giriş sınavlarında meslek liselerine uygulanan katsayı farkını kaldırdı. Bu da bize, “Bir haksızlığa son verdik...” diye anlatıldı!
Evet ama biz bu meslek okullarına, meslekleri ile ilgili dersler için ilave teçhizat, ilave alet edevat alıyor, en önemlisi ilave mesleki ihtisas sahibi öğretmenler yetiştiriyoruz. Bunlar bu okullarda eğitimin maliyetini arttırıyor. Ödediğimiz vergilerle karşılanan bu maliyeti sanayimizin teknik ara eleman ihtiyacını karşılamak, hastanelerimize sağlık ara elemanı sağlamak, camilerimize din görevlisi yetiştirmek için omuzluyoruz.
Bu okullara giden gençlerimiz de bu okulları, kısa yoldan sevdikleri bir mesleğe kavuşmak için seçiyorlar, seçmeliler. Meslek okulları müdürlerine sorunuz, hepsi, “Bizim öğrencilerimiz mezun olur olmaz iş bulabiliyorlar” diyeceklerdir.
Şimdi bu meslek okullarının üniversite giriş sınavlarında düz liselerden hiçbir farkı kalmadı. Meslekleri ile ilgisiz bütün fakültelere girebilecekler. Örneğin; bir elektrik maslak okulu mezunu
DEĞERLİ okurlarım, Yunanistan’ın 20. Yüzyıl’da dünya kültürüne en önemli armağanları Prof. Dr. Dimitri Kitsikis’dir. Dünya çapında tanınmış, eserleri çeşitli ülkelerde basılmış, Kanada Kraliyet Enstitüsü’nün üyeliğine hak kazanmış, başbakanlara danışmanlık yapmış bir sosyal bilimcidir Profesör Kitsikis. İnternet Ansiklopedisi Wikipedia, Profesör Kitsikis’e geniş biçimde yer vermiştir. Wikipedia özetle şöyle demektedir,
“1970’ten beri Kanada’daki Ottawa Üniversitesi’nde Jeopolitika ve Uluslararası İlişkiler sahalarında dersler vermekte ve araştırmalar yapmaktadır. Profesör Kitsikis aynı zamanda Royal Society of Canada’nın da bir akademisyenidir. Doktor unvanını 1963’te Paris, Sorbonne’dan almıştır. Dimitri Kitsikis Fransa’nın uluslararası ilişkilerinde çok önemli roller üstlenmiştir. Üç siyasi ideoloji olan Liberallik, Faşistlik ve Komünistlikle ilgili yeni bir çalışma modeli geliştirmiştir. Çin tarihiyle ilgili yayınlar yapmıştır.”
Dimitri
DEĞERLİ okurlarım, adına “Terör Sorunu” mu demek istersiniz, “Kürt Sorunu” mu bilmiyorum. Bildiğim son haftalarda bu “sorun” un çözüme doğru yaklaştığı ümidi çeşitli ağızlardan pompalanıyor!
Cumhurbaşkanı Gül’ün ve Başbakan Erdoğan’ın “Çözüme çok daha yakınız”, “Çözüm için çok olumlu bir fırsat doğdu”, “Bu fırsat kaçmamalı” türünden söylemleri de bu olumlu beklentiyi destekliyor. Doğal olarak böyle bir ümidin birdenbire nereden doğduğu da kamuoyunda merak konusu oluyor!
Aslında, Haziran ayı içinde, bu ümidin nereden kaynaklandığını Abdullah Öcalan’ın kendisi açıkladı. Öcalan’ın basında yer alan cümleleri şöyle:
“Ben Cumhurbaşkanı Gül’e mektup yazmıştım. Çok açık bir şekilde olabilecekleri anlatmıştım. Çözümden söz etmiştim. Sanırım Gül bunu anlamış. Bugün konuştukları bunu anladığını gösteriyor.”
Geçtiğimiz hafta basın
Basında haberler, “Bütçedeki rekor açık enflasyona neden olacak!...” Adeta bir panik havası esiyor.
Ekonomi normal şartlarda çalışırken... İşsizlik yüzde 10’un altına inmişken... Talep güçlü, esnafın yüzü gülüyor iken... Ekonomi büyüyor iken... Evet, böylesine ısınan bir ekonomide bütçe açıkları korkulacak bir durumdur. Çünkü bu durum ekonomide “talep”in üretimden hızlı arttığını gösterir.
Esasen enflasyon, taleple “arz” (=üretim+ithalat ihracat) arasındaki dengenin arz aleyhine bozulmasının sonucudur. Üretim, artan talebe yetişmeyince fiyatlar yükselir. Burada devletin de harcamalarını artırarak ya da vergileri azaltıp bireylerin elinde daha fazla harcanabilir gelir bırakarak mal ve hizmet talebini körüklemesi enflasyon yaratır.
Bugün Türkiye’deki durum bunun tam tersidir. İhracat da ithalat da küçülüyor. Kapasite kullanımı yüzde 70 civarına düşmüş. Üretim yapılmayan boş kapasite yüzde 30 civarında! İklim şartları iyi bir
Gözlem’in haber müdürü, dostum Serkan Aksüyek dikkatimi çekmeseydi ben de atlayacaktım. 2 Temmuz’da Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Ahmet Nakkaş’ın manşetlik basın toplantısına gazeteler yeterince yer vermediler.
Nakkaş, ekonominin bu çok önemli sektörünün artık çökmekte olduğunu dile getiriyor. Kimsenin bize, “Efendim bu sektör devrini tamamladı, artık teknoloji dönemi. Biz bu sektörlerden çıkmalıyız!” masalını anlatmasına müsaade etmemeliyiz. Türkiye’nin hala en büyük üretim ve ihracat sektörü tarım ve tarıma dayalı sanayidir. Tarıma dayalı sanayinin iki ana mücevher taşından biri gıda ise diğeri de tekstil ve giyim sanayidir.
Ahmet Nakkaş’ın üzerinde durduğu birçok önemli konu yanında, sadece kendi sektörünü değil, ekonomimizin bütününü ilgilendiren bir konu daha var. O da Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle yaptığı Gümrük Birliği Anlaşması. Nakkaş, AB’nin Güney Kore’yle serbest ticaret anlaşması imzalamış
DEĞERLİ okuyucularım, geçen yazımda milli geliri ifade etmek için kullanılan Gayrı Safi Milli Hasıla (GSMH) ve Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) rakamlarının tanımları ve hesaplanış biçimleri üzerinde durmuştum.
Bu gün de matematiksel olarak GSYİH rakamındaki TL bazında yüzde 13.8 reel küçülmenin neden dolarla bakıldığında yüzde 30 bir küçülmeye denk geldiğini irdeleyeceğim.
İlk önce şuna dikkatinizi çekmek istiyorum: Bizim iktidar politikacılarımız, ülkeye sıcak para girip de döviz kurları aşağıya doğru giderken milli gelir rakamlarını dolarla ifade etmeyi pek severler! Neden? Çünkü milli gelir doğal olarak önce Türk Lirası bazında hesaplanır. Daha sonra dolar kuruna bölünerek dolara çevrilir. Bunun tabii sonucu olarak da enflasyonun yüzde 10’un üzerinde seyrettiği bir ülkede üretim ve istihdam hiç artmasa dahi milli gelir TL bazında yüzde 10 artmış gibi gözükür. Bir de bu artışı düşen bir dolar kuruna bölerseniz (örneğin 1.40’tan 1.15’e düşen bir