GEÇEN cumartesi IMF ile Hükümet arasındaki ihtilaflı üç konuya değinmiştim. Bunlardan devlet yönetimine müdahale açısından en önemli olanının devlet gelirlerinin yönetimini bağımsız hale getirme isteği olduğunu belirtmiştim. Ama yerim kalmamış, bir sonraki yazımda devam edeceğimi söylemiştim.
Söylemiştim ama araya 23’üncü İzmir Sanat Festivali’nin açılış konseri girdi. Japon Kodo Davulcularının verdikleri muhteşem konserin coşkusu ile sözümü tutamadım! Salı Kodo’ları yazdım! Sakın bu sene İzmir sanat Festivali’nin etkinliklerini kaçırmayın, değerli okurlarım. Bu festivale katılan sanatçılar gerçekten İzmirlilere birer büyük ikram!
Bu gün tekrar ülke konularına dönüyorum. IMF her kriz zamanı ortaya çıkıp, ekonominin normal olarak işlediği zamanlarda uyulması gereken kuralları kalkıp kriz zamanlarında uygulattırmaya çalışıyordu. Verdikleri ilaçlar sağlıklı ekonomiler için doğru olduğundan bunlara karşı çıkmak da zor oluyordu. Ama bu, yanlış zamanda uygulanan “doğru” önlemler, aslında krizlerin derinleşip uzamasına neden oluyorsa da sonunda kriz normal seyrini tamamlayıp ekonomi bu önlemlere rağmen düzelmeye başlıyordu. Biz de hep birlikte, “Aman ne iyi oldu IMF bizi krizden çıkardı!” diye seviniyorduk.
Aslında IMF ile anlaşma şöyle bir kısır döngüye neden oluyordu; Ülkeye tekrar girmeye başlayan sıcak paranın etkisi ile bozulan kurlar artan ithalat ve dış ticaret açıkları ve bu açıkları karşılamak için büyüyüp bizi yeniden krize sürükleyen dış borçlar. Bu borçları, üretip, ihraç edip, kazanıp ödemek yerine en değerli kamu ve özel şirketlerimizi yok bahasına yabancılara satarak veya daha da borçlanarak ödüyorduk.
Ancak bu defa IMF’nin reçetesinde yeni bir ilaç var. Devletin işleyiş mekanizmasını alt üst edecek, krizde de kriz olmadığı dönemlerde de uygulaması yanlış olan bir ilaç. IMF hükümetten “yürütme erki”nin en temel öğelerinden biri olan “mali politika” yı yürüten “Gelirler İdaresini” bağımsız bir kurula dönüştürmesini istiyor. Aslında istenen devletin mali politikasının, IMF ve uluslar arası finans kuruluşlarının kolay etkileyebileceği bürokratlardan oluşan bir kurula devridir! Yürütme erki demokrasilerde seçilmiş hükümetler eliyle yürütülür. Bu erkin devri, hem anayasaya aykırı olması, hem de hükümet için “aczin kabulü” anlamına gelir. Bu nedenle hiçbir hükümetin bu isteğe boyun eğmesi beklenemez.
Yapılabilecek tek şey; Sayıştay, Maliye Müfettişleri, Hesap Uzmanları Kurulu ve Gelirler Kontrolörleri gibi denetleme kuruluşlarının politik baskılardan bağımsız hale getirilmeleridir.
Bu, vergi denetimlerinin iktidarlar tarafından siyasi baskı aracı gibi kullanılmasını önleyecek doğru bir adım olur değerli okuyucularım.