Bu sonbahar hepimize ruhsal ve fiziki serinlik vermek için aceleyle geliyor
Yeniden yeniye ve her zamankinden çok daha yeni bir sonbahar geldi yine… Yaz mevsiminin, başta yangın ve seller olmak üzere boğucu sıcaklarından dolayı yaşadığımız tüm şikâyetlerin ardından bu sonbahar hepimize ruhsal ve fiziki serinlik vermek için aceleyle geldi. İlkbaharın coşkusunu, geride bıraktığımız son iki senede yaşayamadık, yaz mevsiminin bildiğimiz tüm şikâyet ettirici etkilerinden birbirimize yaklaşmadık, kış ise bizi bir araya getiremedi. Gecelerinin uzunluğu gibi uzun sohbetlerden mahrum kaldık. Tek ümidimiz sonbahar! Serin, sessiz, rengârenk... Mevsimler içinde sadece sonbahar her zaman sadece kendine benzer. Diğerleri karışırlar birbirlerine çoğu zaman.
Eylülün ikinci yarısından kasım ayının ilk haftasına kadar zaman yaratın kendinize Anadolu’nun kuzeyinde, Ege’de ve Akdeniz bölgelerinde. Kuzeydoğumuzda, Artvin’in Şavşat ve Macahel’i sonbaharda coşar. Dereler her zamankinden daha uzun ve ıslaktır; rengârenk ağaçların arasından akmaya başladıklarından sonra
Çam Kibele’nin kutsal ağacıdır, servi Anadolu’nun sessiz dili, çınar serinliği, meşe dağların, ovaların nazarıdır; şimdi yok olan ağaçlarımız için yas tutalım. Yas tutmazsak yeniden yanmalarını önleyemeyiz
Çam, servi, çınar ve meşe başta olmak üzere on binlerce ağacımız yanıp kül olmadan önce bir arada kardeşçesine halay çektiklerinde ve nadir de olsa yer yer özgürce tek başlarına kaldıklarında bilgece düşüncelerini rüzgârlar aracılığıyla Anadolu’ya yaydıklarında çok mutluydular.
Çam, Anadolu’nun ana tanrıçası Kibele’nin kutsal ağacıdır; her mevsim muhafaza ettiği yeşil rengiyle sürekliliğin sembolüdür. Orta Asya Türk kültürü inanç dairesinde Nardugan gününün motifidir. Akdeniz’in Anadolu kıyısında yok olan çamlarımıza öncelikle yas tutalım, akabinde de yeni genç fidanları birer birer dikelim. Şayet yas tutmazsak yeniden yanmalarını önleyemeyiz.
Kökleri fıstık çamlarında olduğu gibi toprak ananın altında yatay giderek
Klasik Çağ’da her ağacın bir perisi vardı, onlara “Dryad” denilirdi. Rüzgâr estikçe periler birbirlerine fısıldar; her türden ağaç, kendi dilinden hikâyeler anlatır bir diğerine
Koca yurt Anadolu’nun Ege ve Akdeniz dağları, ovaları yanıyor; ormanlarımızda yaşayan can dostlarımız hayvanlarımız yanıyor; hepimizin yüreği kan ağlıyor. Antik Pamfilya bölgesi “Antalya” ile “Karya”, “Muğla” o denli bir ateş topu içinde kaldı ki, onlarca yıl sonra ancak birkaç gün önceki görünümüne, cennet bahçesi haline gelebilecek! Bodrum Güvercinlik bölgesinden başlayan Mazı ile Çökertme arasındaki geniş dağlık alanı küle çeviren yangın, Ören ve Akyaka’ya doğru ilerlerken, umarım sizler bu yazıyı okuduğunuzda ateş felaketi kontrol altına alınmış ve Gökova Körfezi’nin suları gibi dağları da serinlemeye başlamış duruma getirilmiş olur.
Nebatat; “bitkiler” tıpkı insan ve hayvanlar gibi canlıdır ve insanın ilgisi, sevgisine muhtaçtır. İnsan ne denli ilgi ve sevgi
Cehennem Kapısı’nın esrarının aydınlatıldığı Pamukkale’deki Hierapolis antik şehrinde gün batımını travertenlerin yanı başından izleyin veya Apollon’u uğurlayın ertesi güne kadar
Anadolu’nun “telli duvaklı gelini” Pamukkale (Hierapolis), son yapılan kazılarda, yer altı tanrısı Hades’e giden kapının ortaya çıkarılmasıyla gündemimizde. Bergama Kralı II. Eumenes tarafından karısı Hiera adına inşa edilen antik şehir kralın sevgili eşinin adıyla bilinir. Eş deyişle “Hiera’nın şehri” anlamına gelir şehrin adı. Konumuz herhangi bir antikite dönemi yerleşkesi üzerineyse her zaman ısrarla belirtmek isterim ki, Antik Çağ’da kent yoktur, “polis” adı verilen yatay yerleşkeler vardır ve bunların tam olarak karşılığı şehirdir. Yazılı ve görsel basın, dahası konuyla alakalı alakasız artık herkes, antik kent ifadesini kullanmasın; antik şehir en doğru çeviri ve tanımlamadır. II. Eumenes, Bergama Krallığı’nın en başarılı krallarından olmanın yanı sıra Helenistik kültürün önemli bir âdetini de karısı adına bir şehir kurarak
Erdemli dağlar, bilge denizler, derin vadiler; yakınlarında mutlaka bir ova size genişlik duygusu verir Anadolu’da! Ve seyahat, varılacak noktanın kendisidir
Dağlar erdem kokar, denizler akla aşinadır, vadiler dar ve ara ara genişleyen kıvrımlarıyla hayatın iniş çıkışlarını andırır, ovalar ise özgürlüktür, berekettir.
Semavi dinler için dağların en kutsalı Ağrı, 5167 metre yüksekliğiyle tüm erdemli dağlar arasında özel bir konumdadır. Büyük Ağrı dinsel pek çok anlam yüklüdür ve hemen yanı başındaki Küçük Ağrı ise anlamlı olana en yakın olandır. Ağrı Dağı’na benzemeye çalışan, ancak volkanik patlamaların pek müsaade etmediği Tendürek Dağı ise yataydır, zirvesi yoktur ama toprak anayı lavlarıyla sarıp sarmalamıştır. Doğu Anadolu’nun denizi olan Van Gölü’nü Süphan ve Argos dağlarıyla seyreylemek, erdem denilen duyguyu iyiden iyiye hissettiğimiz yerlerin ilk sırasında gelir.
Denizler akla yakın ve aşina olmasaydı şayet bilim, sanat, felsefe su kokmazdı! Suyun kendine özel bir ak, pak kokusu vardır ve güzel sanatları
Sporcuların güç ve dayanıklılıklarının sergi alanı Kırkpınar, aynı zamanda güreşçilerin, rakiplerine saygı, tevazu gösterdikleri, kibrin uğramadığı bir meydandır
İlkin Gılgamış ile Enkidu arasında yaşanan güreş mücadelesi çıkar karşımıza; akabinde Hz. Yakup ile yüzü peçeyle örtülü insan kılığındaki bir melek tutuşur güreşe. Gılgamış Destanı’nda ve Tevrat’ta anlatılan her iki güreş mücadelesi, içlerinde birçok anlam ve mesaj barındırmaları açısından önem arz eder. Helenistik kültürün Gimnasyum adı verilen spor alanlarında da delikanlıların iyi bir savaşçı ve dayanıklı vücuda sahip olmaları için yağlı güreş ettikleri bilinmektedir. Çıplak olarak idman yapan bu sporcuları izleyen heykeltıraşlar böylece ideal insan vücudunu güreşçileri izleyerek kavrıyor ve eserlerine yansıtıyorlardı.
27 yıl aralıksız başpehlivan
Güreş Türkler için ata sporu olarak tüm spor dalları arasında en ön sıradadır. Ancak Türklerin bu sporu ve kurallarını icat ettiği anlamına
Sümela’ya gitmeye karar veren, manastırın görkemiyle sarmaş dolaş olmalı. İçinde ise onu onun dilinden dinleyerek dinlenin
Antik Çağ öncesi Aksinos (misafir sevmeyen deniz) denilirdi, akabinde Öksinos (misafir seven deniz) adıyla da anıldı; günümüzde Karadeniz olarak bilinir. Anadolu’nun dinî mimari eserleri arasında, gerek konumu gerekse üstlendiği dinî misyonuyla en çarpıcı, önemli yapılardan biri Karadeniz Bölgesi’nin yüzük taşı olan Sümela Manastırı’dır. Son dört yıl boyunca yapılan onarım, koruma çalışmaları sonucunda ziyarete açıldı. Yöre halkının Karadağ adını verdiği dağda bulunan bir doğal mağaraya milattan sonra 4’üncü yüzyılda inşa edilen manastır, zamanla Hristiyanlığa inananlar için mistik bir kimliğe büründü. Sümela, “üç ruh” anlamını taşımakla birlikte daha çok “Karadağ’ın Meryem’i” olarak bilinir. Ortodoks Doğu Hristiyan inananları için olduğu kadar, diğer inanç dairesinde olanlar tarafından da önemli
Binlerce yıldan çok yakın tarihe kadar yerleşikler ile göçerler arasındaki mücadeleler pek çok örnekle sabittir. Tammuz ile İştar’ın miti de bu mücadeleye işaret eder
Mitler yaratılışla ilişkilidir; herhangi bir şeyin nasıl varlık bulduğunu anlatır. Miti anlamakla şeylerin kökeni tanınır. Mitlerin temel düşünce yapılarından biri “doğrulanmışı olasıdan, olasıyı olabilirden, olabiliri de hayal ürününden ayırt etmenin zor olmasıdır”. Sözlü kültürün on binlerce yıllık anlatılarının yazılı kültürle kayda alınmasının ilk örneklerini Sümerler (Kiengiler) verir. Elbette yazıyı ilk kullanan toplum olduklarından Gılgamış ve Tammuz-İştar mitleri, sözlü gelenekten yazıya aktarılan ilk mitler olmakla birlikte hem ne anlattıkları hem de ne anlatmak istedikleri açısından önem arz eder.
Sümer tanrısı Tammuz (temmuz ayının ismi bu tanrıdan gelir) ilkbaharla özdeşleştirilir. Bu tanrının kültü Anadolu’ya geldiğinde Adonis ismini alır. Tammuz ile karısı İştar’ın miti ilgi çekicidir ve çözümleme