Klasik Çağ’da her ağacın bir perisi vardı, onlara “Dryad” denilirdi. Rüzgâr estikçe periler birbirlerine fısıldar; her türden ağaç, kendi dilinden hikâyeler anlatır bir diğerine
Koca yurt Anadolu’nun Ege ve Akdeniz dağları, ovaları yanıyor; ormanlarımızda yaşayan can dostlarımız hayvanlarımız yanıyor; hepimizin yüreği kan ağlıyor. Antik Pamfilya bölgesi “Antalya” ile “Karya”, “Muğla” o denli bir ateş topu içinde kaldı ki, onlarca yıl sonra ancak birkaç gün önceki görünümüne, cennet bahçesi haline gelebilecek! Bodrum Güvercinlik bölgesinden başlayan Mazı ile Çökertme arasındaki geniş dağlık alanı küle çeviren yangın, Ören ve Akyaka’ya doğru ilerlerken, umarım sizler bu yazıyı okuduğunuzda ateş felaketi kontrol altına alınmış ve Gökova Körfezi’nin suları gibi dağları da serinlemeye başlamış duruma getirilmiş olur.
Nebatat; “bitkiler” tıpkı insan ve hayvanlar gibi canlıdır ve insanın ilgisi, sevgisine muhtaçtır. İnsan ne denli ilgi ve sevgi gösterirse nebatatın tüm türleri de doğadaki herkese o denli bereket, şifa ve görsel zenginlik sunar. İnsanoğlu doğaya benzemeye çalıştığı sürece hem doğal olur hem de doğayı korur. Doğayı türlü cehalet veya rant odaklı arzularla yok edenler, aslında kendi yaşam alanlarını yok etmekte, nefes borularını kesmektedirler. Doğa sel, yangın, fırtına gibi argümanlarıyla insanların yaptığı tahribata karşılık veriyor aslında. Her yıl artarak devam eden küresel ısınma ve buna bağlı olarak görülen doğal felaketlerin sebebi doğa değil; doğayı hunharca katleden doğanın canını acıtan insanoğludur!
Doğayı rahat bırakın
İnsanoğlu artık dersini alsın ve doğayı rahat bıraksın; içinde yaşayan doğaya asla zarar vermeyen hayvanlara saygı duysun ve doğayı süsleyen ağaçlara sevgi beslesin. Doğa kendisini yeniler elbette, ama insanoğlu kendisini yenileyemeyecek ve birbirlerinin doğal zenginliklerine göz koyarak birbirlerini yok etmeye çok daha şiddetli devam edecek. Doğayı bilenler doğanın içerisinde bir yaşam kurarlarken, doğayı bilmeyenler kendileriyle birlikte doğayı yok ediyor.
Klasik Çağ’da ormanların, ağaçların ve bitkilerin perilerine/ruhlarına “Dryad” denilirdi. Yani her ağacın bir perisi vardı. Rüzgâr estikçe periler birbirlerine fısıldar; her türden ağaç, kendi dilinden hikâyeler anlatırmış bir diğerine. İnsanlar canlarını sıktığı zaman ise derin bir “Ah!” çekerlermiş; bugünlerde cayır cayır yanan ağaçlarımızın çektiği “Ah!” gibi. Buna sebep olanlar, ormanların her bir ağacın ahıyla Yaradan’a hesap vereceklerdir elbette.
Yüzü yaşama dönük Anadolu
Dryadlar her gece ağaçlardan ayrılıp el ele vererek halka olur ve ay ışığında bir çelenk halinde dans ederlermiş. İnsanlar böyle halka olarak dans etmesini orman perilerinden öğrenmişler. Ağaç perileri ağaçla birlikte yaşar, ağaçla birlikte güle oynaya canlarını verirlerdi. Ağaç perilerinin canlarını yaka yaka alan insanoğlu, hiç düşünmez mi Yaradan’ın bu insanlar için hazırladığı cehennem ateşini!
Yeryüzünün hiçbir yeri Anadolu’da olduğu gibi türlü türlü bitkilerle donatılmış değildir. Yani binbir türlü ağaç, bitki ruhlarının bahçesidir Anadolu. Doğal olan şeyleri Anadolu kültür ve medeniyeti kişileştirmiştir. Yani doğal şeylerin insanlaştırılması, insancıl “hümanist” hareketin başlangıcıdır. Birçok uygarlığın yüzü, söz gelimi “Mısır medeniyeti” ölüme dönükken, Anadolu medeniyetinin yüzü yaşama dönüktü; renk renk bitkileri, can dost hayvanlarıyla birlikte bir yaşam sevinci vardı. Anadolu’ya “cennet bahçesi” denilmesinin sebebi buradadır. Ormanlar ve çiçeklerle örülü, günlük güneşlik yamaçlar ve pırıl pırıl ışıldayan denizleriyle bir cennet!