Merhaba; hicri ay takvimine göre ilk ay olan muharrem ayı içerisindeyiz. Hicri takvim, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye miladi 622’de göç etmesinden 17 yıl sonra Hz. Ömer’in hilafet döneminde Hz. Ali’nin önerisi üzerine yeni bir takvim için başlangıç olarak kabul edilip düzenlenmiştir.
Hicri takvim ayın döngüsüne göre hesaplandığı için güneş döngüsüne bağlı miladi takvime göre yaklaşık 10 gün daha kısadır. 12 ay üzerinden hesaplanan hicri takvimde birbirini takip eden muharrem, zilhicce, zilkadde ve yedinci ay olan recep ayı haram “hürmet” ayları olarak kabul edilmiştir ve Tevbe suresinin 36. ayetine bağlı olarak “Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı gün Allah’ın yazdığı şekilde 12’dir. Bunlardan dördü haram aylarıdır, dosdoğru hesap budur işte” diye belirlenmiştir.
Tarihi bir gün
Medine’ye göç ettikten kısa bir süre sonra burada bulunan Yahudilerin muharrem ayının 10. günü oruç tuttuklarını öğrenen Hz. Muhammed’e, bunun Hz. Musa’nın ve kavminin firavunun zulmünden kurtuluşunun anısı üzerine yapıldığı söylendiğinde Hz. Muhammed “Hz. Musa Allah’ın resullerinden biridir. Ben de Allah’ın son resulü olarak ona sizden daha yakınım” der ve oruç tutar, tutulmasını
Merhaba dostlar; bir sonbahar günü yolunuz Ege Bölgesi’ne düşmeli. Ege Denizi’nin Anadolu kıyısındaki şehri (antik ismiyle Simirna) İzmir’den sabahın erken saatlerinde yola çıkmalısınız. İzmir’den başlayan bu gezide kalbinizde İzmirli can dost Homeros olmalı çünkü insan zekasının bilimsel sorulara vermiş olduğu bilimdışı karşılıklar evresini kavramsal olarak dolduran mitoloji düşünce yapısının babası Homeros’un şehrinden mitolojinin mitolojik (mitolojiye konu olan) ve mitojenik (mitolojiyi yapan) dünyasına doğru yol alacaksınız.
Bilim ve felsefenin M.Ö. 6. yüzyıldaki merkezi İonya bölgesinin 12 önemli şehrinden biri olan İzmir’in hemen yanı başındaki Foça’ya vardığınızda Homeros size Siren kızlarını tüm görkem ve kulakları çınlatan tiz sesleriyle anlatacaktır. Frigya bölgesinden, özgürlük ve demokrasi adına verdikleri mücadeleler sonrası kopup gelen Frigler tarafından kurulan Foça, mitolojinin hayal ürünü söz, “mitos” olan düşünce dünyasına “Siren” deniz kızlarını kazandıracaktır. Sirenler hayal ürünü varlıklar olmakla birlikte dünya dillerinde ortak paydada ambulans, itfaiye, polis araçlarında kullanılan ses olarak kabul görecektir.
Demokrasi göçü
Mitolojinin gerçeğe dayalı sözü
1877-1878 yılları içerisinde Osmanlı ile Çarlık Rusyası arasındaki savaş sonrası Osmanlı yenilgiye uğrar. Ayestafanos’ta (Yeşilköy) yapılan antlaşma gereği Balkanlar’da toprak kaybı haricinde büyük oranda imtiyazını da kaybeden Osmanlı Devleti, Doğu Anadolu’da ise Kars, Artvin, Batum ve Doğubayazıt’ı Çarlık Rusyası’na bırakmak zorunda kalır.
Çarlık Rusyası; topraklarında dini ve askeri anlamda kendilerine sorun çıkaran Molokan adlı bir grubu ele geçirdikleri Kars ve civarına sürgün olarak yerleştirir. “Süt sevenler-içenler” anlamına gelen molokanlar ırk olarak Rus, din olarak Hristiyan olmakla birlikte genel özellikleri ile Ortodoks Hristiyanların teolojilerinden farklı kimi dua ve ritüelleriyle ayrışırlar. İbadetlerini kilise yerine evde veya kimi toplantı yerlerinde yapar, din adamı hiyerarşisini kabul etmezler ve inanışları gereği her gün süt içmeleri gerektiğinden klasik Ortodoks Hristiyan inancına aykırı görünümdeydiler. Çarlık Rusyası’nın Molokanları Kars’a sürgün etmesinin ikinci sebebi ise askerliği, savaşı asla kabul etmedikleri gibi ellerine silah dahi almamalarıydı. Böylece hem dini hem de askeri sebeplerden dolayı çar onları ve benzer özelliklere sahip Dukoburları
erhaba; kadim hikayesiyle beslendiğim Anadolu’nun yüzük taşı, yeryüzünün gözbebeği İstanbul. Merhaba; doğunun en batısında, batının en doğusunda bulunmakla birlikte doğunun ve batının en güzel şehri İstanbul.
Yeryüzünde kıtalara hükmetmiş iki büyük imparatorluk olan Roma İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik etmenin maddi ve manevi üstünlüğüne sahip olduğu için Yahya Kemal Beyatlı’nın ifadesiyle “Yalnızca kendisine benzeyen tek şehir İstanbul”a merhaba.
Yeryüzünün en uzun surlarına sahip olan, tam ortasından deniz geçen, yedi tepesinde bulunan dini ve sivil mimari örnekleriyle her akşam aya, her sabah güneşe sereserpe uzanarak tüm görkemini sergileyen, tabiatı ve sanatı bünyesinde birleştiren İstanbul’a merhaba.
Hepinize merhaba
Yeryüzünün hiçbir şehri ne kültürel miras zenginliğiyle ne de coğrafi güzelliğiyle İstanbul’la mukayese edilebilir. 11 Mayıs 330’da Roma İmparatoru Constantin’in İstanbul’u Roma’nın başkenti ilan etmesiyle şehrin kültürel, siyasi, sanatsal, askeri ve ekonomik hikayesi başlar. Ve bu tarihten 20. yüzyılın sonlarına kadar yaklaşık 1700 yıl boyunca ilkin şehri Roma İmparatorluğu’nun başkenti yapan Constantin olmak üzere,
Merhaba dostlar; yarın Kurban Bayramı ve şimdiden iyi bayramlar... İnsanoğlu yerleşik düzene geçmeye başladığında tarım ve hayvancılığa dayalı yaşam koşullarında inançsal dairelerine göre kanlı ve kansız kurbanlarını tanrı veya tanrılarına olan arzu, istek, beklenti ve korkularına göre sunmuştur. Çok tanrılı ve akabinde semavi dinler tarihinde birçok şekilde yerine getirilen kurban etme eyleminin kökeni her birinin kendi inanç dairesine göre biçimlenmiştir.
Koruyucu ağaç
Başta eski Yunan, İnka ve Aztekler olmak üzere birçok toplumda insanlar da tanrılara kurban edilmiştir. Özellikle savaş esirleri bu törenler için seçilen kurbanlıklardı. Troya Savaşı’nda Agamemnon, kızı İfigenya’yı, yeterli rüzgar olmadığından bir türlü Troya’ya hareket edemediğinden dolayı tanrıça Artemis için “eskara” üzerinde (ızgaranın kökeni buradan gelir) kurban etmiştir.
Müslümanlık öncesi Türklerde ise Şaman inanç ritüellerinin en önemli sunusu kanlı ve kansız kurbanlar olarak sık aralıklarla gerçekleştirilirdi. Kımız başta olmak üzere çeşitli bitkiler, kamın (Şaman din adamı) törensel objeleri tanrı Ülgen’e sunulurdu. Kanlı kurban olarak ise “Dede Korkut Destanı” önemli bir detay verir: “Attan aygır, deveden
Merhaba özlemle, hasretle beklediğimiz mevsimlerin sultanı sonbahar! Başta Divan edebiyatımız olmak üzere edebiyatçılar, genellikle ilkbaharın güzelliklerini anlatılırken, sonbaharı ilkbahara olan zıtlığı üzerinden şiirlerine konu etmişlerdir. Kimi düşünürler, şairler ise ilkbaharla birlikte her şeye karşı bir doğuş olgusu yerine yeniden doğuşa hazırlanmanın başlangıcı olarak sonbaharı hasretle beklemişlerdir.
İnsanların tabiat ve kozmostaki hareketler üzerinden kendilerine sordukları bilimsel sorulara karşın yine kendilerine vermiş oldukları bilim dışı cevaplar (mitoloji) evresinde sonbahar mevsimi tanrı Attis kültü üzerinden ölüm (ilkbahar tanrısı) ama aynı zamanda sonbahar tanrısı Dionisos’un tüm coşkusu ile yeni bir zamansal dönemin başlangıcını gösterir. Sonbahar neticede ilkbaharın getirmiş olduğu tüm bolluk ve bereketin sonlandığı ve bu yüzden de neşenin yerini hüzne, bolluğun yerini durağanlığa terk ettiği zaman değildir; sonbahar yorgun güneşin yerini ayışığına devrettiği, üretken insanların tüm verimliliğini elinden alan ve ilkbaharı sürekli peşi sıra takip eden tembellik ve şikayetten başka pek bir işe yaramayan yaz aylarından sonra yeniden doğuşun zamanıdır.
Mitoloji ve
Maddi kültür ve manevi hal kaynağımız olan Anadolu’dan merhaba... Şayet günün birinde Ege’nin Selçuk kasabasından geçerseniz, uzun bir süre kültür tarihinin en derin nefeslerinden birini alabilirsiniz. M.Ö. 4. yüzyılda Sidonlu Antipatros tarafından önerilen ve M.Ö. 2. yüzyılda sayıları yedi ile netleştirilen ve günümüze kadar dünyanın yedi harikası olarak bilinen eserlerden biri Efes Artemis Tapınağı’dır. M.Ö. 550’de Efes halkı tarafından inşa ettirilen tapınak 195 metre uzunluğunda, 55 metre genişliğindeydi ve 127 sütunluydu. Dönemin Efeslileri, eşdeyişle Anadolulu hemşerilerimiz dünya kültür mirasına Anadolu mimarisinin en görkemli dini eserlerinden birisini kazandırmışlardı.
En büyük mükafat
Bu eserden günümüze tek bir sütun gelebilmiştir. Selçuk’a varıp bir dönem İngiliz Çukuru olarak adlandırılan noktanın tam ortasına ulaştığınızda kendinizi Artemis Tapınağı’nın da içinde hissedebilirsiniz. İnsanlık tarihinin inançsal sebeplerle yapmış olduğu en büyük mimari eserin ortasında bulunmanın hissiyatı eminim ki bizi ve sizi kolayca düşünmeye götürür. Keza düşünebilmeye neden olan her şey bizi bir adım daha uygarlaştırır.
Uygarlaşmak düşünen insanın en büyük mükafatıdır. Uygarlık
Merhaba dostlar; bugün 13. yüzyıl dünyasının bağnaz yapısını önemli ölçüde etkileyen iki portre arasında bağ kurmaya gayret edeceğiz. Bu iki portreden birincisi, 1182’de İtalya’nın Asisi şehrinde doğan ve Doğu dünyasına yaptığı seyahat sonrasında 1226’da Asisi’de vuslata kavuşan Aziz Fransisco; ikincisi ise 1185’te İran’ın Tebriz şehrinde doğan ve 1246’da Konya’dan ayrıldıktan sonra nerede Yaradan’ın vuslatına kavuştuğu (öldüğü) henüz bilinmeyen Şems-i Tebrizi.
Aziz Fransisco maddeye ilişkin tüm materyalleri hayatından çıkararak yaşamı boyunca fakirlere yardım etmek için büyük çaba göstermiş, tüm insanoğlunu koşulsuzca sevebilecek yüksekliğe ulaşmak için ibadet eden bir yaşam sürmüş ve bu yaşamı öğütlemiştir. Üzerinde sadece koyu deve tüyü renginde olan bir elbiseyle Asisi’de ve seyahat ettiği yerlerde vaazlar vererek bakışları üzerine çekmiştir. Deve tüyü rengi ve anahtar onun sembolleri olup kendisinden sonra başta Kapuçin rahipleri olmak üzere birçok topluluğa ilham kaynağı olmuştur. Bir kahve türü olan cappuccino isminin kökeni de bu rahiplerin kıyafetlerinin renginden gelir.
Sembollerin dili
Şems-i Tebrizi de 1244’te Konya’ya vardığında üzerindeki deve tüyünden yapılmış