İnsan-ı kâmil, Allah’ın varlığında yok olan insandır. Allah aşkı ve bilgisiyle dolarak kendinden geçmektir. İnsan bunu yaparken Terk-i Terk, Terk-i Dünya ve Terk-i Ukba hâllerinden geçmelidir
Terk-i Terk: İnsanın kendini tanıması ve iyi tahlil etmesi sonucu varlığında bulunan ve kâmil insan ideal tipine uymayan huylarından arınmaktır. Bu bedensel terk edişin en önemli yanları az yemek, az uyumak ve az konuşmaktır. Bu aşamada insanoğlu bedenini tamamen kontrol altına alır, bedenin arzu ve isteklerinin baskısından kurtulur.
Terk-i Dünya: İnsan-ı kâmil için terk edilmesi gereken ikinci aşamadır. İnsan, dünya üzerinde var olan ve sadece kendi bedeni için zararlı olan unsurların farkına vararak onları terk etmelidir.
İnsan-ı kâmil için gerekli olan, neyin yararlı neyin zararlı olduğunu kavraması ve bunu kendi iradesi ölçüsünde algılayarak kabul etmesidir. Yoksa, kimi tarikatçıların anladığı gibi modern dünyanın tüm yeniliklerini kabul etmemek değildir. Kişi bir anlamda bedenini terbiye eder. Bedeni terbiye etmek, leziz ve güzelim dünya nimetlerinin yokluğuna karşı bedeni buna alıştırmaktır. Yoksa bu nimetleri ilelebet yok sayıyorum demek değildir. Beden, dünyadaki tüm güzel maddelere karşı terbiye edilir. Dolayısıyla terk-i dünya demek, yüzyıllarca önce yaşamış insanlar gibi giyinmek ya da yenilikçi ve modern dünya hayatını terk etmek demek değildir.
Terk-i Ukba: Ahiret kaygısı gütmeden yapılan ibadet anlayışıdır. Tasavvufi kâmil insan için ibadetin pazarlık aşaması olmamalıdır. İnsan, ahiret hayatında elde edeceği sonsuz güzellikler için pazarlıklı bir ibadet içinde olamaz. Kâmil insan, tüm ibadetini karşılık beklemeden yapan olmalıdır. Terk-i Ukba, sürekli olarak Allah’tan para, mal, mülk, cennet ve makam gibi isteklerin bolca olduğu bir ibadet anlayışını reddeder. Kâmil insan için sadece Allah’ın varlığına yaklaşmak ve onda yok olmak aşkı vardır. Kâmil insan yalnız Allah’ı ister ve ona sadece Allah’ın aşkı yeter. Ne bu dünyadan ne de ahiret hayatından bir isteği olur. Yani terk-i ukba, koşulsuz sevgi ve aşkın ibadet dolu anlayışıdır.
Sıradan insanların ibadetinin amacı ise genelde dünyevi bir istek veya ahirette bir makamdır. Yunus’a göre; Tasavvufi anlayış insanı çok sever. Tasavvufta insanı sevmenin Hakk’ı sevmek olduğuna inanılır. İnsanı her hâliyle kabul eder ve sever. Çünkü mümin, müminin aynasıdır. Kinler, garezler, nefretler tüm bu kötü duygular gönlü karartır. Birlik ve bütünlük peşinde olan tasavvuf ekolü, insanı merkez olarak görür. İnsanların karşılıklı sevgi, saygı ve paylaşımları neticesinde Allah’a daha kolay ulaşılacağına inanır.
İnsanı her hâliyle kabul eder ve sever
İnsanın insana muhtaç olduğunu ifade eden şu beyitlere dikkat edelim;
Bir nazarda kalmayalım, gel dosta gidelim gönül,
Hasret ile ölmeyelim, gel dosta gidelim gönül
Bu dünyada kalmayalım, fanidir aldanmayalım
Bir iken ayrılmayalım, gel dosta gidelim gönül
Kimi sufilerce, her devirde peygamber yerine bir velî yaşamaktadır. Çünkü Allah, insanoğlunu hiçbir zaman kılavuzsuz bırakmaz. Son peygamber Hz. Muhammed’den sonra da insanlar arasında gizli bir şekilde var olan velîler görevlidir. Bu anlayışa göre 4 bin kişilik bir velîler topluluğu vardır. Bunlar gizlidir ve hiç kimse bunları tanımaz. Velî olduklarını kendileri bile bilmezler.
Bunların içinden üç yüzü vazife sahibidir. “Ahyar” (hayırlı kişiler) olarak bilinirler. Diğer kırk velîye “Abdal” denir. Bu kırk Abdal’ın içinden biri eksilirse yerine başka biri geçer ki “Kırklara karıştı” sözü bu manada kullanılır. Sayıları yedi olan velîlere “Evdat” (direkler) denir. Dünya bu direkler üzerinde durur.
Bu velîler içerisinde olan Hacı Bayram Velî, Hacı Şaban Velî, Hacı Bektaş Velî ve Ateşbaz Velî Anadolulu hemşerilerimizdir.
Allah, güzel ahlakı meleklere, şehveti hayvanlara, insanlara da hem güzel ahlak hem de şehveti ihsan eylemiştir.
İnsanoğlu eğer ahlakını şehvetinden üstün tutarsa meleklerden daha üstündür. Şehvetini ahlakının üstünde tuttuğu taktirde ise hayvanlardan daha aşağı olur. İşte bu velîler, ahlaklarını şehvetlerinden üstün tutan insanlardır.