Çocuk her derste talim ettiği şarkıyı böğürür gibi söyledikten sonra hocasına:
- Annem bana her sabah çiğ yumurta içiriyor, ondan sesim güzel…
- İç iç çok iyi demekle yetinmiş hocası…
- İçtiğim çiğ yumurtalar sayesinde derslere de gerek kalmayacak galiba, sesim güzelleştikte güzelleşiyor diye; yine böğüre böğüre şarkı söylemeye kalkınca, hocasının tepesi atar:
- Oğlum, demiş; şayet çiğ yumurtada keramet olsaydı, tavukg... de bülbül gibi ötmeye başlardı.
***
Yavru köpek okuldan eve döndüğünde annesine, “ anneciğim bil bakalım bugün bize ne öğrettiler”
Bir gurup davranış psikolojisi uzmanının, futbol taraftarı arasında yaptığı araştırmalara göre:
“ Futbol seyircisini tribünlere çeken ve uzaklaştıran temel unsur, tuttuğu ekiplerin organizmalarında meydana getirdiği hormonal değişikliklerdir. Eğer tutulan ekibi oluşturan futbolcular, isimleri okunduğunda taraftarda güven duygusu oluşturuyorsa, organizmalardaki keyif ve mutluluk hormonu Seratonin seviyesi aynı oranda devam ediyor. Yok, eğer ekibi oluşturan oyuncuların isimleri taraftarda sebebini bilmediği bir güvensizlik, kaygı duygusu yaratıyorsa, o zaman organizmalardaki mutsuzluk hormonu denilen Cortisol seviyesi yükseliyor ve kişi kendisini mutsuz hissediyor…”
( Teknik adamlar için de aynı cümleler geçerlidir…)
***
Bazı antrenörlerin kişilik profilleri, futbolcunun işine büyük bir haz ve istemle sarılmasını, camianın kenetlenmesine katkı sağladığını/sağlayabileceğini bir kenara not düşelim…
***
Adı gündeme gelen iki teknik adam üzerinden konuşacak olursak…
Trabzonspor taraftarının çoğunluğu Fatih Tekke’yi Trabzonspor’un başında görmek istemişti. O anlamda taraftarı heyecanlandıran, mutluluk hormonunu harekete geçiren; keyif veren isimlerden biriydi Tekke.
Türkiye’de takım tutma kimliklerdeki boşlukları dolduruyor… Bazı insanların tuttukları takım üzerinden tanımlanmalarının başarıya bağlı oluşu tehlikenin temelini oluşturur aslında! Hal böyle olunca, siz buna kimlik kanıtlama açlığının cinnete bulaşmış göstergesidir de diyebilirsiniz.
Ancak bazıları vardır ki…
Onlar tuttukları takımları karşılık beklemeden candan, yürekten severler… Sevdikleri takımın şampiyon olması için her şeyini verirler, zira onlar içtendirler, samimidirler, Trabzonsporlu Gökhan Uzun gibi…
Konuyu daha fazla uzatmadan, 2008 Yılında yaşanan bir hikâyeyi sizlerle paylaşmak istedik…
Buyurun hep birlikte okuyalım…
***
Haziran ayında İstanbul’da yaşayan insanların yüzüne çarpan sıcak hava kimsenin hoşuna gitmiyordu ama Trabzonspor’daki gelişmeleri ziyaretine gelenlerden öğrenen 14 yaşındaki Gökhan Uzun’un aldığı duyumlar hoşuna gidiyor, içini tatlı bir hava sarıyordu…
Trabzonsporlular’a, “Karabükspor” denildiğinde, ligin ilk yarısında oynanan maçta o kritik an gelir akıllara... Son dakikada Sosa’nın attığı frikik, topun kale çizgisi üzerinde topaç gibi döndüğü pozisyon... Ki bazı Trabzonsporluların zihninde meşin yuvarlak fıldır fıldır dönmeye devam etmekte!
O karşılaşma da Trabzonspor’un ligde kırılma maçlarından biriydi.
Futbol hava işidir, süreklilik esastır. O havayı/seriyi yakaladın mı gidersin! Dememiz o, Trabzonspor bu yıl o havayı bir türlü yakalayamadı.
“Trabzon’da bir Trabzonspor, bir de oruç tutulur” derler! Heyecan olmayınca tribünler boş kalabiliyor, dün olduğu gibi... İddialı Trabzonspor olsaydı; tutulan Trabzonspor’u izlerken tutulan oruç da iki arada bir derede, deniz ve temiz orman manzaralı statta açılabilirdi!
Rıza Çalımbay’ın veda maçıyla ilgili yazacaklarımıza gelince...
Gelecekle ilgili planlarını devre arası uygulamaya sokmuş, o anlamda bırakın galibiyeti, gole hasret Karabükspor karşısında ve boş tribünler önünde oynanan maça konsantre olmak zor olabilir anladık da, insan sezonun son maçında taraftarına bir galibiyetle veda etmek ister. Üstelik alınacak galibiyetten dolayı Trabzonspor’a gelecek paranın nelere nerelere ilaç
Ligde 5’nci olup Avrupa hayali kuran takımlara, Ziraat Kupası’nı müzesine koyan TM Akhisar, hafta arası mesajı vermiş:
“ Kupa da, Avrupa da benim…”
Hal böyle olunca, doğal olarak stres de olmuyor. En azından izleyenlere yansıyan görüntü bu yönde idi, bilhassa ilk yarı… Bursaspor’un da düşme derdi yok… Tek üzüntüleri-düşünceleri Batalla’nın Bursaspor’a veda edecek olması…
Ve bordo-mavili takım maça öyle bir başladı ki… İlk yarı 3 gol atan, iki de direğe nişan alan bir Trabzonspor.
Pereira’nın, ilk gol öncesi önüne geleni bir sağa, bir sola yatırıp, Bursaspor defansının istirahat etmesini sağlayıp N’Doye’ye paraşütle indirdiği top sayesinde golle tanışan, devamında sahada akan bir Trabzonspor vardı… Üstelik onca sakat ve cezalı oyuncusu bulunurken.. Bu sezon sakatlıklardan çektiği kadar direklerden de çok çektiler hani, hazır konu açılmışken bunu da araya sıkıştıralım gayri.
Orta sahada bir Yusuf’cuk vardı, izleyenlere, biz ‘keman’ diyelim, siz kemençe/ saz/ tulum deyin, adeta resital sundu çocuk… Maçı TV’den izleyen anacığına, anneler gününe özel hediyesi miydi acep, büyüleyen futbolu!
Yusuf bunları yapar da, Fırtına’nın ufacık, ele avuca sığmayan Abdülkadir’i
Dün Trabzon’da ilk yarı “ atamayana atarlar” filmini bir kez daha izledik…
Bordo-mavili takımın defansı evlere şenlik; Trezeguet, kafasını kaldırdı, nefesini tuttu, gez-göz, arpacık ayarını yapıp, meşin yuvarlağı Daigne’nin kafasına yolladı.. İyi de arkadaş bordo-mavili takımın defansı ne yaptı? Ayakta uyumakla meşguldüler..
Trabzonspor’un kalesine ilk gelen top gol olmasa, Trabzonsporlular emin olun sadaka verirler!
Golde hatası olanlardan Novak’ın, Burak Yılmaz ile pas alışverişini nakış gibi işlemeleri ne kadar güzelse, Burak Yılmaz’ın net pozisyonları kaçırması,Trabzonsporlular adına can sıkıcı, Kasımpaşalılar adına “ ucuz kurtulduk” cinsindendi…
Lacivert-Beyazlı oyuncular geniş/boş alanda oynamayı seviyor…
Trabzonsporlu futbolcular gol yollarında karavana atışlar yapmaya devam ederlerken, Kasımpaşalıların boşu olmadı ilk yarı; deyim yerindeyse attığını vurdular..!
Film gibi maç ikinci yarı da devam etti; ileri gidip dön(e)meyen Trabzonsporlu oyuncular, futbolun gereğini yerine getiren; ayağı hızlı ve isabetli oynayıp skora giden Kasımpaşa…
Sahada oynayan bir oyuncuya parantez açmak gerekirse, onun adı Trezeguet olur… Trabzonspor’u tek başına devirdi, attı, attırdı… Hal böyle, skor
Şenol Güneş ile Trabzonspor’un parlayan genç yıldızı Uğurcan Çakır’ın kaleciliğe başlama hikâyesi birbirine çok benzer…
Şenol Güneş, Trabzon/Beşikdüzü’nde köyler arası oynanan bir maçta, sakatlanan kalecinin yerine dayısının zorlamasıyla geçer… Zira efsane kalecinin kaderinin değiştiği o ana dek hep sol açık oynuyordu…
Uğurcan da halı sahalarda futbola sağ bek başlamış, futbol okulunda kaleye geçmesinde hiç kimse ikna edememiş, eski bir kaleci hocasının yönlendirmesiyle, bir başka ifadeyle talimatıyla kaleciliğe başladı…
Şenol Güneş, maden işçilerinin eldivenlerini giyerek devam etmiş… Babası inşaat mühendisi olduğundan olsa gerek, Uğurcan da eldivenle çalışan inşaat işçilerine özendiğinden eldiven giymeyi çok sevmiş/istemiş…
***
Buyurun, ilginç hikâyeyi hep birlikte okuyalım…
Ligin sona ermesine 4-5 hafta kala bir babayiğit çıkıp da “ şu takım şampiyon olur” deseydi ve de sonucu bilseydi “ analar ne kâhinler doğurmuş!” iltifatına tabi tutulup heykeli dikilirdi!
Beşiktaş’ın şampiyonluk şansının bir hayli azalması, Galatasaray’ın da bir o kadar artmasına rağmen hala daha hiç kimse net bir şey söyleyemiyor… Öyle ya ne olur ne olmaz, başka bir takım şampiyon olursa; karizmayı çizdirmek de var işin işinde!
Konuya niye şampiyonluğa oynayan takımlardan başladığımıza gelince;
Şampiyonluğa oynayan takımlar, ilk tahlilde ve de genelde krizi en iyi şekilde yönetip ligin tepesinde tutunmayı başardılar… Mağlup olduklarında/ puan kaybettiklerinde, takımlarına zarar verecek olumsuz haberler karşısında durumu öyle idare ettiler-ediyorlar ki, futbolu halı sahada ve playstationda öğrenip kendini futbol uleması zannedenlerin, havanın puslu olmasından çıkar sağlamaya çalışan kişilerin görüş ve düşüncelerinin camia nezdinde karşılık bulmasına müsaade etmediler… Kısacası kendileri çalıp kendileri oynadılar…
***
Trabzonspor’a dönecek olursak…
Camiada her kafadan farklı sesin çıkması bin dert, Allah’ın her günü Trabzonspor’a zarar verecek dedikoduların ortaya