Çocuklarımıza en büyük kötülüğü, iyilik olsun diye çoğu zaman biz ebeveynler ya da devlet yapıyor.
Örneğin yüksek not vermek, kolay sınıf geçirmek, onlar için meslek ya da hobi kursları açma yerine ücretsiz sınavlara hazırlık dershaneleri açmak, üç santim kar yağdığında okulları kapatmak ne kadar doğru?..
Okulun, dolayısıyla eğitimin en temel amaçlarından biri de çocuklarımızı hayata ve geleceğe hazırlamaktır.
Peki, bu kadar kolay takdir, teşekkür olan, bu kadar kolay sınıf geçen öğrenciler, hayata atıldıklarında da aynı rehavete kapılmazlar mı?
Çalışmayanın da rahatlıkla sınıf geçtiği bir sistemde çalışanlar demoralize olmaz mı? Daha da vahimi, çalışanlar da bir süre sonra sırt üstü yatanlar kervanına katılmaz mı?..
Dershaneleri kapattık derken, okul ve belediyelerin de dershaneciliğe soyunmalarına ne demeli?
O yetmedi, çocuklarımızı sınavlardan kurtaracağız söylemleri havada uçuşurken öğretmenlerimizi de bu bataklığa çekmenin amacı nedir?
Şu soruyu samimiyetle kendimize soralım:
Kurslara harcanan onca zamana ve paraya, yaşanan onca eziyete karşın, fazladan tek öğrencimiz istediği bir okula girebiliyor mu, akademik düzey yükseliyor mu, daha da önemlisi çocuklarımız, veliler ve öğretmenlerimiz bu gidişattan memnun mu?..
Daha önce de defalarca yazdık!
Sınavlar için harcanan zaman, para ve heyecan, öğrencileri değersizleştirmenin ötesinde bir işe yaramayan çoktan seçmeli testler yerine, çocuklarımıza ilgi, yetenek ve hayalleri doğrultusunda hayata dönük yetkinlikler kazandırsak daha iyi olmaz mı?
Sınavlarda istediği ilk üç tercihinden birine giremeyen öğrenci için o üç yıllık hazırlık döneminin hiçbir kazanımı olmuyor. Üstüne üstlük derin hayal kırıklıkları ve kırgınlıklar yaşanıyor.
Oysa sınavların ötesinde hiçbir işe yaramayan o yoğunlaştırılmış kurslar yerine istihdam odaklı mesleki yetkinlikler ya da hobiler kazandıran uygulamalı eğitim merkezlerine yönelsek emin olun gelecek için çok daha büyük bir yatırım olur.
Geriye ne kalıyor?
Sınav ve diploma odaklı ezberci eğitimden geriye ne kalıyor?
Bu soruyu ısrarlarla sormaya devam edelim ki günü kurtarmaya yönelik bu umut tacirliğine son verilsin.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 20 yıldır, ”Sınavları azaltın. Çocuklarımız çocukluğunu yaşasın” diyor.
O bile kendi atadığı isimlere bunu anlatamadı.
Yani tek başına olmuyor.
İktidarıyla muhalefetiyle, öğretmeniyle velisiyle, sivil toplum örgütleri ve medyasıyla hep birlikte hareket etmeyiz ki gerisi gelsin. Yoksa mutlu sona ulaşamayız!..
Yabancı dil?..
Eğitim sistemimizin en büyük zaaflarından biri de yabancı dil.
Okul öncesinden üniversiteyi bitirene kadar hatta profesör olana kadar dil eğitimi ve dil zorunluluğu var.
Peki, ne kadarımız öğreniyor?
Kaçımız hakkıyla konuşuyor, yazıyor, araştırma yapıyor?
Resmî rakamlara göre kesinlikle tavan yapmışızdır ama gerçek olan ne?..
Milli Eğitim Bakanlığı önceki yıl yabancı dilde yeni bir reform gerçekleştirecekti.
Unutuldu gitti.
Hem de bilmem kaçıncı projeydi?
Biz saymaktan yorulduk, onlar yeni modeller üretmekten yorulmadı.
Eğitimdeki genel gidişatı anlamak için MEB’in yabancı dil politikasına bakın yeter!
Yeni sistem, mobil destekli, oyun odaklı olacaktı!
Kulağa hoş geliyordu. Tıpkı daha önce çöpe atılan onca projeler gibi.
İngilizce öğrenimi, mobil teknolojilerle desteklenecek, evde, yolda, tatilde yani her yerde dil öğrenmeye, öğrendiklerimizi pekiştirmeye devam edecektik.
Ayrıca, yabancı dil öğretimi için “Ulusal Yabancı Dil Eğitimi Konseyi” oluşturulacaktı.
Hatırlayanınız var mı? Ne oldu? Devam ediyor mu yoksa o da çoktan unutuldu mu?..
Başkaları unutsa bile getirenler acaba hatırlıyor mu?..
Özetin özeti: Yeni projeler üretmeyi seviyoruz ama devamını getiremiyoruz. Kaçan fırsatların telafisi diğer alanlarda mümkün! Peki ya eğitimde? Kaçan kaçtığıyla kalıyor!..