Üniversitelerde ek yerleştirme sonrası 48 bin kontenjan boş kaldı. Kazanıp da kaydolmayalar ve kaydolup da devam etmeyenlerle birlikte bu sayı 100 bine dayanırsa hiç kimse şaşırmasın!
Hani ilk yerleştirmede kontenjanların yüzde 99.9’u dolmuştu?..
3.5 milyon adayın kapıda beklediği ve barajın sıfırlandığı bir ortamda böylesine büyük kontenjan açıkları yaşanıyorsa, sistemin bir kez daha gözden geçirilmesinde sonsuz yarar var. Gelecek yıllarda hem boş kontenjan sayısı hem de mezun sayısı hızla artacak ve bu da başta kaynak ve hayal israfı ile zaman kaybı olmak üzere pek çok sorunu beraberinde getirecektir...
2. şans mı yoksa?..
34 yaş üzeri kadınlara tanınan üniversite hakkı, kâğıt üzerinde hoş bir proje gibi gözükse de tam bir “hezimete” dönüşmek üzere!
Nereden baksanız elinizde kalacak gibi gözüküyor. Yerleştirmede yaşanan karmaşa bir yana aynı bölüme ayrılan öğrenciler arasındaki puan makasının 400’e çıkmasının başta adaylar olmak üzere hiç kimseye bir yararı olmayacaktır.
34 yaş üzeri kadınlara ayrılan kontenjanlarla ek yerleştirmede 165 puanla ODTÜ Fizik, 172 puanla Ege Biyoloji, İTÜ Şehir ve Bölge Planlama, 193 puanla Galatasaray Matematik bölümlerini kazananlar oldu.
Böylesi bölümler için 34 yaş üzeri kadınlara keşke misafir öğrenci olarak derslere devam etme hakkı tanınsaydı!..
Türkçe
Eğitimde popülizm olmaz. Olursa da ürküttüğünüz kurbağaya değmez ve kalıcı olmaz!
Yine kâğıt üzerinde alkışlanacak projelerden biri de Türkçe’de sınıf geçme notunun 70’e yükseltilmesi.
70 alamayan, diğer dersleri 100 olsa da sınıfta kalacakmış.
Doğru bir karar.
Peki, işe yarar mı? Sürdürülebilir olur mu?
En önemlisi de lise ve üniversiteye girişte de böylesi bir baraj istenecek mi?
Bırakın öğrencileri yetişkinler kaç kelimeyle konuşuyor, kaç kelimeyle yazıyor?
Türkçe öğretme konusunda eğer samimiysek sadece sınıf geçme notunu yükselterek bu işi başaramayız.
Bunu dün denedik olmadı, bu haliyle kalırsa yine başarılı olmaz!
Türkçe’ye bir ders olarak baktığımız sürece yol katetmemiz de mümkün değil!
- 4, 5 seçenekli testlerle çocuklarımızın hayal dünyalarını daralttık, onlara 4, 5 seçenekli düşünmeye, yazma yerine işaretlemeye zorladık, mecbur ettik.
- Dil öğrenmenin en önemli süreci olan okul öncesi eğitimi zorunlu hale getirmeyerek hataların en büyüğünü yapıyoruz.
- Çocuklarımızı okumaya, yazmaya özendireceğimize onları hepten soğuttuk.
- Yayın organları ve sosyal medyada Türkçe’nin yozlaşmasına seyirci kaldık.
- Türkçe sadece Türkçe dersinde öğrenilir gibi şaşı bir bakış açısına takılıp kaldık.
- Konuşmayı, yazmayı, düşünmeyi teşvik edeceğimize, tüm bunların suça giden bir yol algısı yarattık.
- Okuyana, yazana, güzel konuşana bırakın saygıyı, onları değersizleştirdik…
Sadece sınıf geçme notunu yükseltmekle bir şeyin değişmeyeceğine yönelik daha onlarca gerekçe sıralayabiliriz.
Peki bu neyi değiştirir?
Bu konuda topyekûn seferberlik olmadığı sürece hiçbir şeyi!
Yeni açılım şart
Eğitimde olduğu gibi Türkçe konusunda da yeni bir açılım şart.
Örneğin yeni kelime arayışları, dil üzerine tartışmalar, şiir ve öyküleriyle dile ilgi duyanların elinden düşürmediği kaç dergimiz, kaç radyo ve televizyon programımız, bu konuyu ciddiye alan kaç yazar çizerimiz, sanatçımız, politikacımız, sivil toplum örgümüz var?
Yılda kaç çocuk romanı yayınlanıyor?
Kaç çocuk dergimiz ve RTÜK yasasına göre zorunlu olmasına rağmen televizyonlarda kaç çocuk programımız var?
Karamanoğlu Mehmed Bey’in 1277’de yayınladığı “Bundan böyle divanda, dergâhta, bargahta, çarşıda, meydanda Türk dilinden başka dille konuşulmayacaktır” sözü o günden bugüne ne kadar ciddiye alındı?
Sokaktaki tabelalara, şirket ve program isimlerine, site adlarına, kelimelerin telaffuzlarına bir göz atın, 70’in tek başına yetip yetmeyeceğini çok net anlarsınız…
Peyami Safa’nın “Dilini kaybeden bir millet her şeyini kaybetmiş demektir” şeklindeki sözleri ve benzerleri kulağımıza küpe oldu mu?
Türkçe dışındaki diğer derslerde de yazmaya, konuşmaya yeterince önem verildi mi?..
Diller arasında etkileşim olmaz mı, elbette olur ama bu istila ve yozlaşma boyutlarına asla gelmemeli!
Batılı ülkeler dillerini korumak için özel kanunlar, özel koruma kurulları oluştururken, pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da boş verdik gidiyoruz.
Bakalım nereye kadar…
Özetin özeti: Bir şeyi önemsiyor ve günü kurtarmanın ötesine geçmek istiyorsak, onu çok yönlü olarak ciddiye almamız gerekir. Yoksa sürdürülebilir olmaz...