Giriş sınavlarının güvenirlik ve fırsat eşitliği gibi olmazsa olmaz kriterleri vardır. Onlardan biri de adil olmasıdır. Yani eşit koşullarda bir yarışın gerçekleşmesidir. Eğer bunu sağlayamıyorsanız, ortada bir sorun var demektir!
Peki, YKS, LGS, KPSS, YDS, ALES, TUS ya da diğer sınavlar ne kadar adil?
Bir meslek lisesi öğrenci ile bir fen lisesi ya da 100 yıllık köklü Anadolu liseleri ve kolejlerin aynı sınavda yarıştırılması ne kadar doğu?
Yıllardır yazıyoruz, görünen o ki daha uzun süre yazmaya devam edeceğiz.
Kaplumbağa ile tavşanın yarıştırılması ne kadar adilse, YKS de o kadar adil!
YKS ve KPSS’de, balığın ağaca tırmanmasını, filin de yüzmesini istiyoruz!
Herkese sınav hakkı tanımakla, herkese aynı soruları sorup, aynı süreyi vermekle adil bir sınav yaptığımızı sanıyoruz ama yaptığımızın Süper Lig takımları ile amatör ligde top koşturan takımları eşleştirmekten ya da ağır sıklet ile tüy sıklet boksörlerini aynı ringe çıkartmaktan hiçbir farkı yok.
“Dershaneye gidip, aradaki farkı kapatsınlar” demek ne kadar doğru?
Parası var mı yok mu, o bir yana, harcanan emeğe, zamana yazık değil mi?
Bir yandan yüz yüze eğitimi askıya alıyoruz, öte yandan haftanın 7 günü sınava hazırlayan kurumlara göz yumuyoruz.
Kimine şişirilmiş notlarla 100 üzerinden 100 veriyoruz, kimilerine 70-80’i çok görüyoruz.
Sonra da Orta Öğretim Başarı Puanı’nın (OÖBP) akademik dengeyi koruduğunu iddia ediyoruz. Oysa tam tersine, zaten olmayan fırsat eşitliğini hepten alıp götürüyor!..
Sıkıntı çok, dert dinleyen yok. Peki, bu daha nereye kadar devam edecek?..
Yüz yüze hayal mi?
Okullar yakın zamanda yine eskisi gibi cıvıl cıvıl olur mu?
Son bir yıldaki gelişmelere bakıldığında evet demek o kadar zor ki!
Kapalı devre eğitimin pek çok yan etkisi var ama asıl önemli olan, yarattığı maddi ve manevi tahribat!
Pandemi sürecinin uzaması her şeyi etkiledi ama sanki en fazla da eğitimi ve ruh sağlığımızı etkiledi.
Okullar sosyalleşmenin en önemli merkeziydi.
Bu kadar uzun süreli kapalı kalınca, hiç umulmadık sorunlar yaşanmaya başlandı!..
Peki, okullar yakında o coşkulu günlerine geri döner mi?
Keşke ama sanki çok zor!
Bu sorunun cevabını Milli Eğitim Bakanı Selçuk veriyor:
“Tüm sınıfların aynı anda yüz yüze eğitime geçmesi kısa vadede mümkün görünmüyor...”
Bunun anlamı, bu öğretim yılında da topyekûn bir yüz yüze eğitim sanki hayal gibi!
Peki ama neden?
Çünkü altyapımız buna uygun değil!
Sosyal mesafe kuralları ve hijyen koşulları dikkate alındığında, derslik ve tuvalet, lavabo sayısının en az ikiye üçe katlanması ya da tam gün eğitimden tümüyle vazgeçilmesi gerekiyor!
Peki, yeni yatırımlar konusunda yeterince bir çaba var mı? Maalesef hayır!
Kolay olanı yapıp, ikili eğitime geçilirse de onca yılın emeği ve hedefleri çöpe atılmış olur!..
Görünen o ki pandemi sürecine paralel olarak, uzaktan ya da hibrit eğitim daha uzunca bir süre devam edecek.
Çok daha önemlisi, “Pandemi Yüzyılı” olarak ilan edilen bu yüzyılda, benzeri salgınlarla önümüzdeki yıllarda da sık sık karşılaşacağız.
Yani anlayacağınız, okul sayımızı, eve en yakın uygulamasını, müfredatı, ulaşımı, yemeği, servisi yani her şeyi, yaşanan deneyimler çerçevesinde yeniden ele alıp ona göre düzenlemeye gitmeliyiz.
Hadi, koronaya tedbirsiz yakalandık ama sonraki salgınlar kesinlikle mazeret kaldırmaz!..
Günü kurtarmanın ötesine geçip, geleceği de düşünme zamanı geldi de geçiyor.
Yoksa pandemi sürecinin yarattığı ruhsal çöküntü ve alışkanlık değişikliği içinden çıkılamaz bir hale gelebilir!..
Bu arada, öğrenim ücretlerinin yanı sıra yemek, ulaşım ve barınma ücretlerinin yüz yüze eğitim yapılacakmış gibi alınmasına çok yoğun itirazlar var, bizden hatırlatması!..
Özetin özeti: Eğitimde bütün bunlar yaşanırken, MEB, YÖK ve ÖSYM’nin kendilerine methiyeler düzmesini anlamak gerçekten mümkün değil!..