Çırak, kalfa, usta, zanaatkar, bu işin piri gibi kavramları adeta unuttuk.
Herhangi bir iş yaptırıp da memnun olan yok gibi.
Başkaları bizden, biz başkalarından şikâyetçiyiz.
Memnun olanımızı da ara ki bulasınız.
Peki, o zaman nerede hata yapıyoruz?
Ortada yanlış giden bir şey varsa bunu şimdi düzeltmeyeceğiz de ne zaman düzelteceğiz?
Her şeyin başı eğitimdir.
Eğitimde taşlar yerli yerine oturtmadan yani bireyleri mutlu eden bir eğitim sistemi geliştirmeden mutlu bir toplum yaratmak mümkün değil.
Ne olur artık bunu görelim.
Eğitim sistemimizi de, insan gücü planlamamızı da, yaşam konforumuzu da uzaklarda değil kendi içimizde arayalım.
Şu soruyu ısrarla kendimize soralım.
Tamam herkesi haklı olarak eleştiriyoruz da, kendimiz üzerimize düşenlerin ne kadarını en iyi şekilde yapıyoruz?
Yakın çevrenize bir göz atın.
En çok eleştirenler, aynı zamanda en çok eleştirilenler!
Hemen hepsinin de haklı mazeretleri var. Kendilerince de haklılar.
İşte asıl kırılma noktası orası!
Herkes haklıysa, peki o zaman neden herkes mutsuz, huzursuz?
Empati ve tolerans duygumuzu kaybettik.
Hep kabahatli arama peşindeyiz.
Bulduğumuzda onun bizi mutlu edeceğini sanıyoruz ama her defasında tam tersi olmasına rağmen bundan asla vazgeçmiyoruz…
Mutlu eğitim, mutlu birey mutlu yaşam, mutlu gelecek
Mesleki eğitim, kalkınmanın, refahın, yaşam kalitesinin, istihdamın ve en önemlisi de üretimin olmazsa olmazlarının en başında geliyor.
Kalkınmış ülkelerde üretimin de, refahın da yolu mesleki eğitimden geçiyor. Mesleki eğitimin yani üreten insanın önemini onlar çok önceden anladı, uyguladı, meyvelerini yiyor, biz hâlâ farkında bile değiliz. Lafın ötesine geçemiyoruz.
Çok net bir soru soruyoruz:
Meslek ve teknik okulları, hayattan ve meslekten koparıp, üniversiteye öğrenci hazırlayan diğer liselere benzeterek iyi mi yaptık, kötü mü?
Orta ölçekli işletmeler gibi sanayinin çarkları onlar sayesinde dönüyordu. Kalite standardı onlarla yükseliyordu. Peki ne oldu?
Ne iyi bir teknisyen olabildiler ne de iyi bir üniversite ve bölüm kazanabildiler. Çok azı dışında arada yok olup gittiler.
Tarıma ve turizme yönelik liselerimiz sayısı artsa, bugün her iki sektörde de çok farklı noktalarda olurduk!
Üretim odaklı bu liseleri “ucuz iş gücü” olarak değerlendirmek yerine “üretim için mücadele veriyorlar” çerçevesinde olaya bakabilsek, daha doğru bir değerlendirme yapmış olurduk. Fark yaratırdık.
Milyonlarca üniversite mezunumuz var. Bir o kadar da üniversite öğrencisi. Toplam sayıları 20 milyona yakın!
Peki ne kadarı iş buldu, ne kadarı mutlu, ne kadarı öğrenim gördüğü alanda çalışıyor? Ülke olarak üretmek ve üretmek için de üreten insan gücü yetiştirmek en önemli hedeflerimizden birisi olmak zorunda.
İşsizlik ve üretim zafiyeti sadece biz de değil, dünya genelinde öne çıkan en önemli sorunlardan birisi.
Diploma odaklı eğitimden üretim odaklı eğitime geçmenin zamanı geldi de geçiyor. Öyle ya da böyle, bugün olmazsa da yarın, sahip olduğumuz yetkinlikler yani becerilerimiz diplomadan çok daha önemli hale gelecek.
Öğrenciler mutlu mu?
Öğrendiği bilgilerin hayatta bir karşılığı olduğuna inananların oranı nedir? Eğitimin hiçbir aşaması mutsuzluk kaynağı olmamalı tam aksine verilen her bilgi, alanı mutlu etmeli ki devamı gelsin.
Peki bu konuyu zerre kadar dikkate alıyor muyuz?
Evet demek o kadar zor ki.
Doğru yönlendirme ve doğru insan gücü planlaması yapmadığımız sürece, mutsuzlar kervanına her yıl milyonlarca gencimizi katmaya devam edeceğiz.
Eğitimde yüzler gülmedikçe ne evlerde, ne de ülkede yüzlerin gülmeyeceğini hâlâ anlayamadık. Onları mutlu etmek bu kadar zor mu?
Hele ki okulda.
Dünden bugüne, bu konuları o kadar çok konuştuk ki artık laf değil, icraat zamanı.
Özetin özeti: Ne istediğimizi çok iyi biliyoruz ama doğru ifade edemiyoruz. Bu yüzden de çok zaman kaybediyoruz..