Öğretim kurumları eğitimin, öğrenmenin, aydınlanmanın ve en önemlisi de insan olmanın Kâbe’sidir.
Bir mimarın taştan yarattığı heykeller gibi okullar da öğrencileri geleceğe hazırlayan mekânlar, öğretmenler de bu değişimin mimarlarıdır.
Okullarda elbette Matematik’ten Kimya’ya, Türkçe’den İngilizce’ye çok şey öğretilir ama en çok da insani değerlerin kazandırılması gerekir.
Örneğin sevgi, saygı, aidiyet; örneğin sanat, spor, felsefe; örneğin, üretim, tasarruf, liyakat; örneğin misyon, vizyon, inovasyon; örneğin tarih, kültür, etik değerler...
Ama bütün bunları bir kenara itip, sadece sınav odaklı bir eğitime yönelip, çocuklarımızın kafasını sınav bataklığına gömersek, hataların en büyüğünü yaparız!
Ve biz bu hatayı çok uzun yıllardır yapıyoruz!..
Bu yüzden de okuduğu okulun, yaşadığı kentin, ülkenin tarihini bilmeyen, çalıştığı kurumun ve yaptığı işin önemini kavramayan, gelecekten çok, günü kurtarmaya çalışan, milli değerler gibi evrensel değerler de umurunda olmayan, kafasını sosyal medyadan kaldırmayan dijital bir nesil geliyor.
Artıları da çok, eksileri de. Hayat, elbette onların hayatı, istedikleri gibi kurgulayabilirler ama sanki el yordamıyla yol almanın ötesine geçemeyenlerin sayısı çok fazla.
Devlet, toplum, eğitim kurumları, medya ve aileler olarak bizler de bu gidişata su taşıyoruz...
Hadi onlar pek çok şeyin farkında değil, peki ya bizler?..
Yanlışta ısrar!
Üniversitelerin çok farklı görevleri var. Evrensel görevi, bilim üretmektir.
Daha sonra buna eğitim misyonu yüklendi ve alanında yetkin meslek insanları yetiştirmeye başladılar.
Bizdeki görevi, misyonu ise oldukça tartışmalı!
Neden mi?..
Ben gazeteciliğe başladığımda 19 üniversite vardı. Sayı, birkaç yıl sonra YÖK’le birlikte 27’e yükselince, eyvah kalite dibe vuracak diye ortalık fena halde karıştı!
Üniversite sayımız şu anda 200’ü aştı ve hâlâ yenileri açılmaya devam ediyor.
Peki, ama niye?
Daha fazla bilim üretmek için mi yoksa dünyanın en iyi meslek adamlarını yetiştirmek için mi?
Dünya üniversiteler sıralaması ve dünya bilimine katkı oranlarına bakıldığında, esamemiz okunmadığına göre, demek ki bu alanda çok da başarılı değiliz.
Ya diğer alanlarda, örneğin kalite yükselir mi ya da sayıları azalır mı?
Cevabı zor sorular!
Peki, şu değerlendirmeye ne dersiniz?
“Küçük şehir ekonomileri üniversiteler olmasa ayakta kalamaz zaten zor duran küçük esnaf biter. İşin diğer boyutu da eğitimde yapılacak köklü değişiklik kısa vadede oy getirmez. Bu iki sebeple değişim beklemek hayal!”
Her ne kadar karşı çıkanlar olsa da bu görüşe katılanların sayısı her geçen gün artıyor.
Bu yüzden, üniversitelerimizin misyon ve vizyonları, evrensel değerler çerçevesinde bir kez daha ele alınmalı ki birbirinin aynı insanlar yetiştirmeye ve işsizler ordusuna katmaya devam etmeyelim!..
Örneğin son 50 yılda, pek çok Avrupa ülkesinde neredeyse hiç üniversite açılmadı, olanları da kaynakları daha iyi kullanmak için birleştirirlerken biz bölmeye başladık, yeni dükalıklar yarattık!
Onlarda 30-40 yılı devirmeyenlere, doktora eğitimi hakkı verilmezken, biz daha mezun vermeyenlere bu olanağı sağladık.
Onlarda bir kontenjan bile boş kaldığında kıyametler koparken, biz yüz binlerce kontenjan açığına seyirci kaldık, kalmaya da devam ediyoruz!
Onlar öğrenmek için üniversiteye gitti, biz diploma için!
Özetin özeti: Anaokulundan üniversiteye ciddi bir eğitim reformu gerekiyor ve bu hepimizin boynunun borcu. Eğitimi bu hale getiren bazı bürokratlar, bu reformu biz gerçekleştiririz diye yeni görevlere hazırlanıyormuş! Bu kadarını da hak etmiyoruz diye acı acı güldüm...