17 günlük tam kapanmanın ardından yapılacakların ilk sırasında sınavlar varmış!
Yapılmasın mı, elbette yapılsın ama pozitif hastaya toplu taşıma araçlarıyla şehirler arası yolculuk yaptıracak ve maskesiz ortamlarda sınava mecbur bırakacak boyutlarda olmamalı!..
ÖSYM, hafta sonunda, tam kapanma döneminde, herkesin gözünün içine baka baka, hatta pozitif adayları da sınava alarak ALES’i yaptı ve çıt yok.
Adaylara gönderdiği mesajda “Her türlü önlemi aldım” diyor.
Peki, sınav öncesi ve sonrası risklerden kim sorumlu?
ÖSYM’nin sorumluluğu sadece sınav salonuyla mı sınırlı?..
Bir kez daha gördük ki sınavlar söz konusu olduğunda insan hayatının hiçbir önemi yok!
ÖSYM, ben her koşulda bu sınavları yaparım diyor ve bu dayatmayı ne soran var ne de sorgulayan.
Çocuklarımızın hayatı bu kadar mı önemsiz?
Tek başına ekmeğinin peşinde koşanları cezalandırırken, düğün ve cenazeleri 10 kişiyle sınırlandırıp, anaokulundan üniversiteye tüm öğretim kurumlarını kapatıp, yüz binlerce genci ülke genelinde aynı anda sınava almak neyin nesi?..
Sınavlar olmasın mı? Elbette olsun ama ayrıntılar iyi düşünülsün.
Kimin sorumluluğu nerede başlıyor, nerede bitiyor, iyi belirlensin, görev dağılımı ona göre yapılsın.
Yılda 10 milyon çocuğumuz sınavlara giriyor ve bunların tüm sorumluluğu MEB ve ÖSYM’ye ait.
Sınavların içeriği ve güvenirliği kadar, sınavlar nedeniyle riske girebilecek kamu sağlığından da onlar sorumlu.
Bizim işimiz eğitim deyip bu sorumluluktan sıyırılamazlar. Sınavlarla ilgili her türlü düzenleme onların kontrolünde ve sorumluluğunda olmalıdır! Yoksa bu korona belasından zor kurtuluruz!..
Üniversite deyince?..
Üniversite denildiğinde aklınıza ilk gelen nedir?
Diploma, prestij, iyi bir iş, entelektüel donanım, refah, kalifikasyon?..
Cevap, ülkeden ülkeye, kişiden kişiye değişebilir. Değişiyor da.
Üniversiteler ülkelerin lokomotif kurumlarıdır.
Üniversiteleriniz ne kadar güçlüyse, refah seviyesi, demokrasi, insan hakları, hukuk, medya, ekonomi, doğaya saygı, sivil toplum örgütleri, sosyal devlet ve kurumlarınız da o kadar güçlüdür.
Amerika, Çin ve Avrupa ülkelerini bugün için güçlü kılan da ilk 100’e, 200’e, 300’e giren üniversite sayılarının çokluğudur.
Bilimsel üretkenlik ile kalkınmışlık arasındaki korelasyon da bunun en açık örneğidir.
Petrol ve doğal gaz zengini ülkeler gibi paranız çok olabilir ama bunun evrensel kriterlerde, örneğin demokrasi, insan hakları, hukuk ve sosyal refah gibi alanlarda halka yansıması çok da adil olmuyor.
İşte bu noktada üniversitelerin kuruluş amaçları dünyanın her yerinde olduğu gibi bizde de sorgulanmaya başladı.
MEF Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Erkut, her ile üniversite açılmasının popülist bir politika olduğuna dikkat çekerek, “Bu, halkı memnun etme, işsizliği erteleme ve küçük şehirlerin ekonomisini canlandırma projesidir” demiş!..
“Türkiye’de Yüksek Öğretim Sisteminin Çöküşü” kitabının yazarı, Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar da üniversiteli olmanın en önemli nedeninin sosyal statü olduğuna dikkat çekerek, “Üniversiteli olmak, nerede okuduğunuzdan, hangi üniversitenin hangi bölümünü bitirdiğinizden bağımsız olarak, kadın ya da erkek gençlere bir statü atlatıyor. Açılan üniversiteler de bunun farkında. Üniversiteli kimliği, hayali, titri veriyor. Gelenler de aslında bunun böyle olduğunu biliyorlar. Belli bir mesleki eğitim almak için ya da entelektüel gelişim sağlamak için değil. Üniversite havası koklamak için belli üniversitelere gidiliyor. Tabii bu her üniversite için geçerli değil” diye eklemiş.
www.amerikaninsesi.com’un derlediği haberde daha pek çok ayrıntı var ve üniversitelerimizin kuruluş gerekçelerinin sorgulanmasını adeta zorunlu kılıyor!
Ortada ciddi tespitler ve ciddi yorumlar var.
Ve tüm bu değerlendirmelere birilerinin cevap vermesi gerekir.
Örneğin MEB, YÖK, Yükseköğretim Kalite Kurulu, ÖSYM, diğer ilgili kurumlar ve siyaset ne diyor?
Aklın ve bilimin merkezi olması gereken üniversiteler konusunda bile doğru olanı bulamaz ve ortak noktalarda buluşamazsak, hiçbir konuda hedeflenen noktaya ulaşamayız. Korona ve benzeri belalardan da kolay kolay kurtulamayız!..
Özetin özeti: Sınavlara harcadığımız enerjiyi, heyecanı ve kaynakları daha iyi bir eğitim için değerlendirsek fena mı olur? Bu o kadar zor mu?..