Her birimiz farklı uçlardayız. Bırakın iki, üç, beş grubu, yüzlerce farklı kutup söz konusu.
Çok seslilik elbette iyidir ama bizimkisi sanki biraz öfkeye dönüşme noktasında.
Bu durum sadece bizde mi böyle? Kesinlikle hayır.
Dünyanın dört bir yanında yaşanan öfke seli bunun bir göstergesi!..
Kutuplaşma dünya var olduğundan bu yana var. Olmaya da devam edecek.
Şu anda gelinen noktanın tavan yapması biraz da korona yüzünden!..
Belirsizlik genç yaşlı demeden herkesi yiyip bitiriyor.
Alınan önlemler niye hâlâ var diyen kadar, neden daha fazla artırılmıyor diyen de çok.
Dünya, ilk kez olmasa da böylesine büyük bir riskle uzun zamandır yüz yüz gelmemişti. Bilimin ve teknolojinin böylesine geliştiği bir çağda, bu kadar aciz kalması, biraz da bu yüzden.
Veba, verem, tifo, kolera, şarbon, SARS gibi bulaşıcı hastalıklar artık çok geride kaldı diye üzerine fazla kafa yormadık. Hele hele pandemi ve sonrası hiç düşünülmedi. Ne gariptir ki hâlâ düşünülmüyor!..
Bugünün dünyasında en önemli krizlerin kökeninde hep sosyolojik sorunlar yatıyor.
Savaşlardan göçlere, hastalıklardan doğal felaketlere, kutuplaşmadan tahammülsüzlüğe hemen her konuda iletişimsizlik tavan yapmış durumda.
Karşı tarafı dinleyen, empati yapan yok. Sadece kendimiz konuşuyoruz. En doğru olan da hep bizim doğrumuz!
Saygıdan eser kalmadı. Başkalarını saygısızlıkla itham ederken, hiç farkına varmadan, bazen en büyük saygısızlıkları kendimiz yapıyoruz. Daha da acısı, bunu bir hak olarak görüyoruz.
Hatasız insan olmaz. Hemen hepimiz, büyük ya da küçük, bilerek ya da farkında olmadan hatalar yapabiliyoruz ve bu konuda tolerans bekliyoruz. Peki, aynı toleransı biz başkalarına gösterebiliyor muyuz? Karşımızdan beklediklerimizi kendimiz yapabiliyor muyuz?..
Son birkaç yüzyılda, teknolojinin öne çıkmasıyla birlikte, sosyal bilimler adeta yok edildi. Bu duruma hep birlikte seyirci kaldık.
Sosyal bilimleri tu kaka ilan edenleri alkışladık, sosyal bilimlere yönelen gençleri aşağıladık, müfredat programlarında sosyal bilimlere yönelik ne varsa ya en aza indirdik ya da hepten kaldırdık...
Ve bugün gelinen nokta, bu vurdumduymazlığımızın bir sonucu.
Peki, ne yapmak gerekiyor?
Her şeyden önce sosyal bilimlere hak ettiği önemi yeniden vermemiz gerekiyor. İade-i itibarın zamanı geldi de geçiyor.
Bilim Kurulu gibi, sosyolojik sorunlar için de benzer bir kurul kurulmalı, korona dönemi ve sonrasına odaklanmalı.
Toplum kendi sağlığı ve güvenliği için alınan kararlara bile tepkiliyse, kökenine inilmeli, nerede hata yaptık sorusuna cevap aranmalıdır.
Sokağa çıkma yasağı yerine sokağa çıkma kısıtlaması söylemi bile farklı çağrışımlar yapıyor.
Kelimeleri seçerkenki özeni, uygulamaları hayata geçirirken de göstermeliyiz.
Doğruluğuna inanılan kararlar bile son dakikada açıklandığında tepki doğurabiliyor.
İletişim, hele ki doğru iletişim, bugünün dünyasının en karmaşık konularından biri ve çok ciddi uzmanlık gerektiriyor.
Bunu oluruna bırakıp, esen rüzgâra göre hareket etmek ya da yasaklarla savuşturmak yapılan hataların en büyüğü olur.
Süreç yönetmek böyle zor dönemlerde çok önemli. Kriz çıktıktan sonra müdahil olmak ise çok geç kalınmış bir hareket olur. Eldeki senaryoları kriz sonrasına saklamak yerine kriz çıkmaması için yapılandırmak sanki çok daha doğru olanı!..
Özetin özeti: Başkalarından beklediğimiz hoşgörüyü, peki, biz ne kadar gösterebiliyoruz?..