Milli Mücadele yılları 12 yıldır çok yönlü olarak “Son Kale Haymana”da ele alınıyor.
Neden Son Kale?
Osmanlı ordularının çekile çekile geldikleri son noktadır.
Geri çekilme ve mağlubiyet dönemi bitmiş, kurtuluşa giden yolda taarruz dönemi başlamıştır.
Haymana düşerse Ankara Hükümeti düşecek ve Türkiye Cumhuriyeti daha kurulmadan yok olacaktı.
Başkumandanlığını bizzat Mustafa Kemal’in yaptığı, “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” sözleriyle dünya savaş literatüründe yeni bir çığır açan ve 22 gün, 22 gece durmaksızın devam eden bu savaşın sonuçları kadar ismi de hep gündemde kaldı.
Haymana Belediyesi’nin ev sahipliğinde ve Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi’nin öncülüğünde gerçekleşen sempozyumların müdavimlerinden biri olarak, hep şu soruyu sordum:
“Sakarya ile yakından uzaktan ilgisi olmayan Haymana’da gerçekleşen bir savaşın adı nasıl Sakarya Savaşı olabilir?”
Enstitü ve Sempozyum Başkanı Temuçin Faik Ertan Hoca’nın 2017’de hazırladığı aşağıdaki sunum eminim ki güncel tartışmalara da açıklık getirecektir.
İsim karmaşası
“Hemen bütün bilim dalları ve disiplinlerde olduğu gibi, tarihte de bir kavramlaştırma sorunu vardır.
Tarihçilerin neredeyse tümü, kişi, yer, olay ve olguları açıklarken, baslarına buyruk bir şekilde dayanaksız bir adlandırma ya da kavramlaştırma yolunu seçmezler.
Bu bağlamda döneme ait belgeler, kaynaklar, araştırmalar tarihçiye yön verir ve bir hareket noktası oluşturur.
Bu durum yakın dönem tarih araştırmaları kapsamında ele alınabilecek olan Cumhuriyet tarihçiliği için de geçerlidir.
Örneğin 1918-1922 yılları, Milli Mücadele, Kurtuluş Savaşı, Mütareke Dönemi gibi adlandırmalarla bir anlamda ön tanıma tabi tutulurken, alanla ilgili olan hemen herkes hangi olaylar dizgisinden bahsedildiğini hemen anlar ve kavrar.
Milli Mücadele, bu anlamda hem Türklerin Mondros Mütarekesi sonrasında başlayan işgallere karşı yapmış olduğu direnişin niteliğini hem de tarih aralığını belirten bir ifade olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tarih araştırmalarında neden-sonuç ilişkisi kadar, zaman-mekân ilişkisi de önemlidir. Bir tarihi olayın gerçekleştiği mekân, coğrafi konumu, yer altı ve yer üstü değerleriyle ve tarih boyunca barındırdığı insan unsuruyla ele alınması gereken bir tarihsel objedir.
Bütün bunların yanı sıra mekânların birbirinden ayırt edilmesi için de hemen her coğrafi alan bir isimle anılmış ve tarihi kaynaklara bu isimle işlenmiştir.
23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihinde cereyan eden Türk-Yunan çatışmasının gerçekleştiği coğrafyanın adlandırması konusunda, Sakarya kavramının genel kabul gören bir yaklaşım olduğu söylenebilir.
Bu savaşın geçtiği coğrafyadan kaynaklanan bir durumdur ve pek de haksız bir yaklaşım değildir.
Bununla birlikte, Genelkurmay’ın yayımladığı Türk İstiklal Harbi serisinde Sakarya Muharebeleri genel başlığı altında, Mangal Dağı Muharebeleri, Beylikköprü Muharebeleri, Türbetepe Muharebesi gibi ifadelere de rastlanmıştır.
Konuya karşı taraf, bir başka deyişle başta Yunanistan ve Batılı devletler yönünden bakılacak olursa, son dönemde Anadolu’daki Yunan kuvvetlerinin komutanlığına getirilen ve Büyük Taarruz sırasında Uşak’ta esir düşen General Trikupis’in Türkçeye çevrilmiş anılarında harekât Sakarya Harekâtı olarak adlandırmaktadır.
Yunan Genelkurmay Başkan Yardımcısı ise şunu der gibidir: ‘Haritaya bir bakınız. Çengel gibi kıvrılan bu ‘Sangarios’ nehir değil, düpedüz devasa bir oltadır. Porsuk bu oltanın iğnesidir. Biz Yunanlar bu dev oltayı, iğnesiyle birlikte fena halde yuttuk.’ İşte Sakarya Meydan Savaşı bu ‘Sakarya çıkmazında’ yapılmıştı.
Sakarya, sadece bir nehir adı olarak değil, bir coğrafi alan olarak kullanılmaktadır. Bu pek çok eserde böyle geçmektedir. Bu da doğru bir yaklaşımdır. Zira bugün Sakarya diye anılan Adapazarı, 14 Haziran 1954 yılında Kocaeli vilayetinden ayrılmış ve Sakarya adını alarak yeni bir vilayet olarak organize edilmiştir. Bu tarihten sonra Sakarya ifadesi, artık bir nehrin doğduğu topraklar için değil, bir vilayet adı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu anlayışı mücadelenin önemini zerre azaltmamış ama coğrafi mekân konusunda karışıklığa, yanlış anlatımlara yol açmıştır…”
Görünen o ki bu yasayı çıkaranlar bunu öngöremediler.
Özetin özeti: Tarihe vâkıf olmadan, geleceğe vâkıf olamazsınız.