"Gazeteler ve Gazeteciler tarihin tanıklarıdır" derler, çok isabetli bir tespit.
Örneğin gündemin ilk sırasındaki seçimlere baktığımızda, 4 Cumhurbaşkanı adayıyla yollarımız hep kesişti.
Tayyip Bey’i Belediye Başkanlığı adaylığı döneminden beri yakından izliyoruz. Milliyet olarak, diğer adaylarla birlikte onu da ağırlamıştık. En az şans tanınan aday olarak seçime girmiş ve kazanan o olmuştu.
Ülkeyi yönetmeye talip olduğunda 2002’de Genç Bakış’ın üniversitelerdeki ilk konuğu oydu.
Kemal Bey de milletvekilliği ve genel başkanlığı döneminde birçok kez konuğumuz oldu.
Muharrem Bey siyasete atıldığı ilk günden beri eğitim deyince aklımıza gelen ilk isimlerden birisiydi. Sinan Oğan da siyasete yeni bir soluk getiren isim olarak hep takibimizdeydi.
Önceki dönemlere damga vuran siyasetçilerden Demirel’den Ecevit’e, Özal’dan Baykal’a, Çiller’den Yılmaz’a, Türkeş’ten Erbakan’a hepsi için Milliyet çok önemliydi ve her iki tarafın kapıları da birbirine sonuna kadar açıktı.
Siyasetçiler medyaya bazen çok yakın, bazen de çok uzak oluyorlar. Tarafsız medyanın önemini keşfettiklerinde ise genelde çok geç oluyor.
Babıali’den Bağcılar’a
Milliyet yıllarımız Cağaloğlu’nda başladı. Sirkeci’den Nuruosmaniye’ye uzanan Babıali yokuşunu çok tırmandık.
Dünyanın merkezi olarak bilinen Çemberlitaş’ın hemen yanı başında, yüz yıllarca hatta binlerce yıl dünyanın yönetildiği bir noktadaydık. Attığınız her adımda bunu hissediyorduk. Bir yaşanmışlık vardı. Gazeteler bir aradaydı. Bir kilometrelik bir alanda hemen yanımızda Hürriyet, öte yanda Cumhuriyet ve Gazeteciler Cemiyeti, diğer yanda da Günaydın vardı. Sabah henüz kurulmamıştı. Sonra bir ara Güneş fırtınası esti, o da çok yakındaydı.
Sonra bir savrulduk, pir savrulduk. Yeni mekânımız Bağcılar ve çevresi olacaktı. Biz Bağcılar’da kök saldık, Hürriyet ve Sabah havaalanı yolunda.
Bağcılar’daki yeni binamız çok daha büyük ve moderndi ama Cağaloğlu’ndaki o sıcaklık, o yaşanmışlık, okurlarla o iç içelik yoktu.
İlk yıllarda yollar öylesine ıssızdı ki gazeteye gelip giderken ürperirdik. Bir ara şehir merkezine indik. Altı yıl kadar Mecidiyeköy, Çağlayan’da kaldık, sonra tekrar Bağcılar’daki eski binamıza döndük. Şimdi beton yığınları arasında yol kat etmek mümkün değil.
Bağcılar’da ana bina ile matbaa bir bütündü. Rotatiflerin dönüşünü izler, boya kokusunu hisseder, basılan ilk gazeteleri 5-10 saniye sonra elimize alırdık. Sonra matbaa gitti, Kanal D kuruldu.
Posta, Fanatik, Hürriyet derken, Milliyet binasında koca bir medya mahallesi olduk.
Kimler geldi, geçti?
Abdi İpekçi’den sonra Milliyet’te taşların yerli yerine oturması biraz zaman aldı ama bir süre sonra, her geçen yıl daha da güçlenerek yoluna devam etti.
Bizim katta Burhan Felek, Haldun Taner, Bedri Koraman, Turhan Selçuk’un odaları vardı. Altan Abi (Öymen) ile yola çıktık. Nail Abi (Güreli) ve Necati Abi (Doğru) ve Aydın (Candabak) ile bir süre çalıştıktan sonra Babıali’nin ilk Eğitim Servisi’ni kurduk. Uzunca bir süre tek başına çalıştım, sonra çoğaldık.
Eğitim sevdam üniversite yıllarında başlar. Altan Öymen ve çok genç yaşta kaybettiğimiz Milliyet’in efsane yazarlarından rahmetli Örsan Öymen’in babası Hıfzırrahman Öymen’in çıkarttığı, Mustafa Kemal’in de hizmetleri nedeniyle kutladığı Eğitim Hareketleri dergisinde muhabirlikten editörlüğe, yazarlıktan baskı işlerine kadar her işe koşturduğum için eğitime aşinaydım. Cumhuriyet döneminin önder eğitimcilerini yakından tanımıştım. O birikim Babıali’de de bana hep ışık oldu.
Milliyet’in ilk yıllarında çok isimle çalıştık Galatasaray Lisesi ve Paris eski Eğitim Ataşesi Şükrü Sarı Hocamız ve 60 yılların gözü pek yazarı İlhami Soysal’la daha yolun başında yan yana masalarda görev yapmak büyük onur ve tecrübeydi.
Altan Abi ile birlikteyken Enis Batur’lar, Oruç Arıoba’lar, Haber Araştırma Servisi’nde Necati Abi ile çalıştığımızda sonradan her biri ayrı bir marka olan Musa (Kart), Vahap (Munyar), Celal (Pir), Perihan (Çakıroğlu), Rafet (Ballı), Faruk (Kutlu), Miyase (İlknur), Aydın (Özdalga), Erkan (Çelebi) vardı.
Cağaloğlu döneminde spordan istihbarata, ekonomiden dış haberlere, sanattan magazine her muhabirimiz kendi alanında ilk akla gelenlerdendi.
Milliyet’in o dönemdeki pek çok özelliğinden biri de “son sayfadan okunuyor” olmasıydı. Namık Abi (Sevik) ve ekibi tam bir yıldızlar topluluğuydu. Bayrağı ondan devralan Şansal Abi (Büyüka) ve Nezih (Alkış) Abi ile daha da güçlenerek yoluna devam etti.
Özetin özeti: Milliyet dünden bugüne duruşu, bakış açısı, farkındalığı, meslek ilkeleri ve en önemlisi de okurlarıyla hep bir aile ve hep bir Basın Akademisi oldu. Olmaya da devam edecektir. Etmeli de. Böylesi kurumlar, ülkelerin ve demokrasilerin olmazsa olmazlarıdır.