Ülkemizin bugün için en önemli sorununun “güven bunalımı” olduğunu defalarca yazdım, görünen o ki yılmadan yazmaya devam etmek gerekiyor. Yoksa yüz yüze olduğumuz bu derin sorunları aşmamız mümkün değil!..
Kimse kimseye güvenmiyor.
Kamplaşma ve bölünmüşlük hemen her alanda zirve yaptı.
En doğru bildiklerimizi bile, eğer karşı taraf söylüyorsa, doğru değildir noktasına geldik. Ortak değerlerimizi bir bir yok ettik. Oysa, pandemiden ekonomiye, terörden işsizliğe, estetik yozlaşmadan diğer tüm krizlerle baş etmenin yolu tek yürek olmaktan geçiyor.
Farklılıklarımız olmayacak mı? Elbette olacak. Ama eğer, söz konusu ülkemiz, çocuklarımız ve geleceğimiz ise diğer tüm sorunlar teferruat olmalıdır.
İşte bu yüzden, en azından içinde bulunduğumuz bu zor dönemde, tüm enerjimizi, didişmeye harcamak yerine, sorunlardan arınmak ve güçlenmek için harcamalıyız.
Bunu isterken, sorunları halının altına süpürelim ya da buzdolabına kaldıralım demiyoruz.
Sadece önceliklerimizi ve ortak değerlerimizi doğru belirleyelim yeter.
Ve, bugünün en öncelikli konusu, yitirilen güven ve saygının yeniden baş tacı edilmesidir.
Kayıp kuşak mı?
Z kuşağına yönelik senaryoların bini bir para. Herkes onları konuşuyor ama “Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?” diye soranı ara ki bulasınız. Enerjilerini, sabırlarını, heyecanlarını, hayallerini köreltmek için elimizden geleni yapıyoruz ama onların dik ve onurlu duruşları hâlâ devam ediyor.
Görmedikleri, yaşamadıkları, çekmedikleri çile kalmadı derken, pandemi de tuzu biberi oldu.
Rahat bir günleri olmadı.
Evet, çabuk sıkılıyorlar, öfkeli ve mesafeliler ama niye böylesiniz diye soran da yok.
Ebeveynler de dâhil tüm yetişkinler onlardan şikâyetçi, onlar da kendilerini anlamama konusunda direnen herkesten şikâyetçi.
Peki, bu işin sonu nereye varır? Sağlıklı bir öngörüde bulunmak her zaman zordu ama sanki şu günler de çok daha zor…
Dayatmalara karşılar, sosyal medya her şeyleri, sorgulamadan kabullenmeleri mümkün değil.
İlgilerini çeken konularda detaycılar ama ilgi alanlarına girmeyen konular umurlarında bile değil.
Eksileri yok mu? Kimin yok ki!
Görmeyelim ya da sineye mi çekelim?
Elbette hayır ama harcamak için değil de kazanmak için mücadele verirsek, bu herkesin yararına olur.
Eskilerin “Anne, baba olunca anlarsın” diye bir sözü var.
Çoğu o potaya girdi ya da girmek üzere.
Bakalım, kendi çocuklarıyla nasıl bir etkileşim içerisinde olacaklar?
Protest kişilikleri aynen devam mı edecek yoksa onlar da “Böyle gelmiş, böyle gider” diyenler kervanına mı katılacak, hep birlikte göreceğiz.
Gençler, özellikle de Z kuşağı gençliği çok çekti.
Ne olur onlara daha fazla yüklenmeyelim.
Başta istihdam olmak üzere hemen her konuda önlerini açalım.
Kesinlikle pişman olmayız.
Soran, sorgulayan, araştıran, üreten, büyük düşünen, girişimci bir gençlik istiyoruz diye hep söylemiyor muyuz?
Ne olur artık, onlara bu fırsatı tanıyalım.
Tümüyle mi yoksa kademeli mi açılacak?
Tam kapanma 17 Mayıs’ta sona eriyor.
Peki, okullar tümüyle mi açılacak yoksa yine kademeli ve seyrekleştirilmiş olarak mı yola devam edilecek?
Birkaç gün içinde belli olur.
MEB, sınavlar için okulları tümüyle açmaktan yana ama bakalım Bilim Kurulu ve daha da önemlisi Bakanlar Kurulu ne diyecek?..
Koronaya yönelik verileri görmeden, ne söylense boş.
En iyisi beklemek.
Umarız, vaka sayıları hedeflenen rakamlara inmiştir.
Umarız, her şey çok daha güzel olacaktır.
Her ne karar alınırsa alınsın, gerekçeleri inandırıcı olmalı.
Öğrenci ve öğretmenlerimize de turistlere verilen değer verilsin yeter!..
Bu arada eğitim camiasına yönelik aşılar ne oldu?
Öğretmenlerimizin ve diğer eğitim çalışanlarının aşıları ne zaman tamamlanacak?..
En azından bir takvim açıklanabilir.
Bu arada da sınavlara yönelik bir takvimin paylaşılması da en azından şehir efsanelerinin daha da çığırından çıkmasına dur diyecektir.
Özetin özeti: Bayram rehavetine girmeden, sonrasını ayrıntılarıyla düşünmekte yarar var. Güzel günleri sadece turistler değil, herkes hak etti.