Sınav yarışına her yıl milyarlarca lira harcıyoruz.
Yaşattığı eziyetin maddi ve manevi karşılığı ise parayla, pulla ölçülemez.
Peki, sonuçtan memnun muyuz?
Örneğin, kazanımlarımız, yapılan onca fedakârlığa değiyor mu?
Örneğin, öğrencilerin yüzde kaçı iyi bir okula girmenin, iyi bir eğitim almanın hazzını yaşıyor, kaçı öğrenim gördüğü alanda iş bulabiliyor?
Dünden bugüne olaya bu çerçeveden hiç bakmadık, sınav kervanına hiç sorgulamadan bizler de katıldık.
Dünü dünde bırakıp, israf edilen bu kaynakları, bu heyecanı, en önemlisi de bu çabayı, gelin en iyi okulu kendi mahallemizdeki okul yapmak için harcayalım.
Bu o kadar zor mu?
Kesinlikle hayır.
Üretime ve istihdama dayalı doğru modeller kurup, kaynakları verimli bir şekilde kullanırsak, bugünkü mutlu/mutsuz oranları tam tersine dönebilir.
Sevinen çok, üzülen çok az olur ki onları da kazanmanın yolları mutlaka bulunur.
Yeter ki isteyelim, yeter ki kararlı olalım, yeter ki inanalım.
Eğitim, kimin için?
Eğitimin amaç ve hedeflerini gelin hep birlikte bir kez daha gözden geçirelim.
Devlet açısından baktığımızda, birinci önceliği iyi yurttaş ve mutlu vatandaş yetiştirmektir.
Ebeveynler açısından baktığınızda çocukları mutlu ve başarılı olsun isterler.
Öğrenciler açısından sorguladığımızda iyi bir kariyer, mutlu ve başarılı bir gelecek ilk sırada gelir.
Öğretmenlerimizin olmazsa olmazları ise liyakat, huzur, donanımlı öğrenci ve rol model olacak bir yaşam tarzı için iyi bir maaştır.
İlgili tarafların ortak paydasına baktığımızda, tüm yolların “mutluluk”ta kesiştiğini görüyoruz. Güney Kore’nin “Mutlu Eğitim Projesi” başlatmasının altında da bu gerekçe yatıyordu.
Mahallesinde gidecek okul bulamadığı için açık liseye yönelen bir öğrencinin ve onun ailesinin, eğitim adına mutlu olduğunu söylemek mümkün değil.
İşte bu yüzden, gelin her mahalleyi minik bir Türkiye olarak düşünelim ve en iyi okullarımızı oraya yapalım.
Bu konuda görev sadece siyasilere değil, başta anne babalar olmak üzere herkese düşüyor.
Yeni yapılanma, önce mahalledeki aidiyet hissini öne çıkarmalı, sonra da eğitim kurumlarının en iyisini kendi mahallelerinde yapmak için yarışan bir ahali yaratmalıdır.
Üç beş yılda bir yenilenen kaldırımlar için harcanan kaynaklar, dershane sektörüne akan para, mahallenin ileri gelenlerinin sağlayacağı destek ve en önemlisi de devletin ayırdığı kaynakların doğru kullanılması, bu hedefe ulaşmak için yeter de artar.
Boşuna yarış
20 bin civarında lisemiz var ve sadece yüzde 10’u sınavla öğrenci alıyor!
Çoğu öğrencilerin ilk tercihi de bu okullar değil!
Peki, o zaman, tüm öğrenciler neden yarıştırılıyor?
Üniversite sınavlarına 3 milyona yakın, tüm sınavlara ise 15 milyon öğrenci giriyor.
Peki, ne kadarı seviniyor, ne kadarı hayaline kavuşuyor?
Daha da vahimi, tavşan ile kaplumbağayı yarıştırmak ne kadar adil?..
Özetin özeti: Eğitimdeki ortak paydalarımızı belirleyip sorunlarımızı çözdüğümüzde, diğer sorunların tamamına yakını kendiliğinden
ortadan kalkacak ve yüzler gülecektir.