Öğrenmenin hazzı hiçbir şeyde yoktur.
“Bana bir kelime öğretenin kulu, kölesi olurum” denilmesi ya da “Eğitim Çin’de de yani en uzakta da olsa git öğren” denilmesi bu yüzdendir.
Günümüzde kalkınmışlık kriterlerinin en başında da iyi eğitilmiş insan gücü geliyor.
Ülkelerin refah düzeylerine, demokrasi karnelerine, memnuniyet endekslerine bakıldığında eğitim ve bilime katkı oranları ile gelinen nokta arasında müthiş bir korelasyon var.
Doğal gaz ya da petrol zengini ülkeler ile Ar-Ge merkezli ülkeleri kıyaslayın yeter de artar!..
Bir ülke için daha iyi eğitim isteyen ebeveynler ve bunun için kıyasıya mücadele eden gençlikten daha büyük bir zenginlik olamaz.
Bu heyecan, bu hırs, bu emek ve ayrılan kaynaklar, en değerli madenlerden çok daha değerlidir.
Yeter ki onları en doğru şekilde işleyebilelim.
Birey eğitim
İnsanlar ortak özelliklere sahip olsalar da birbirlerinden çok farklılar.
Bırakın ırklar, ülkeler, milletler arası farklılıkları, aynı evdeki, aynı anne babadan olan kardeşler bile birbirinden çok değişik özelliklere sahipler.
Eğitimde bireysel yetkinliklerin, donanımın ve hayallerin dikkate alınması gerekliliği çok önceden keşfedilmişti.
İleriye yönelik tıbbi analiz ve tedavi yöntemlerinde de bireysel değerler öne çıkmaya başladı.
Neden mi, hastalık aynı olsa da beden aynı beden değil. Daha da önemlisi bireylerin hastalıklara ve ilaçlara karşı reaksiyonları çok farklıymış.
Uzun uzadıya yapılan araştırmalar çerçevesinde elde edilen bu önemli bulgular, tıpkı eğitimde olduğu bireysel tedavi yöntemlerinin öne çıkmasına neden olacak ki, bu da tarihi bir dönemeç olacak.
Tıbbı tıpçılara bırakıp eğitime döndüğümüzde, bireysel eğitimin dikkate alınması gerekliliğinin zamanı geldi de geçiyor.
Çok farklı yeteneklere sahip, çok farklı okullardan mezun olan ve çok farklı hayalleri bulunan öğrencileri tek tip sınav sokup ona göre bir gelecek belirlemek hataların en büyüğüdür.
Ortada öylesine çarpıklıklar var ki bundan rahatsız olmayanımız yok gibi.
Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan sınavlara ve dershanelere olan bağımlılığın azaltılmasını dile getirdikçe, her defasında tam aksi yönde gelişmeler oldu.
Bırakın dershaneleri kapatmayı, okulları da dershaneye dönüştürdük, öğrencileri sınav köleleri haline getirdiğimiz yetmezmiş gibi öğretmenlerimizi ve üniversite mezunlarını da sınav köleleri kervanına kattık.
Mesleki eğitime daha fazla ağırlık verilmesi gerekirken hep tam tersi gerçekleşti.
Sınavda soru çıkmayan dersler ve sosyal bilimler adeta yok sayıldı.
İlgi, yetenek, beceri ve hayaller zerre kadar dikkate alınmadı.
Oysa her çocuğun bir hayali ve başarılı olabileceği bir alan vardı, bu hiç umurumuzda olmadı.
Sil baştan şart
Dünya dünkü dünya değil, çocuklarımız da dünkü çocuklar değil ama müfredat programları, sınavlar, ölçme ve değerlendirme sistemi ile yönlendirme kriterleri, dün neyse hâlâ o.
İlk değiştirilmesi gereken onlar ama eğitim sistemimizi ve çocuklarımızın geleceğini ipotek altına almaya devam ediyorlar.
Bilgi kaynakları ve bilgiye erişme yolları düne göre çok daha çeşitlendi ve hızlandı. Bu yüzden eğitim sistemi ve okul sürelerinin sil baştan yeniden ele alınması gerekiyor. Hatta ve hatta okul dışı öğrenme, beceri kazanma ve en önemlisi de kişiye özel öğrenme kanalları olabildiğince genişletilmelidir.
Öğrenci, okulda geçen zamanı boşa harcanmış zaman olarak görüyor ve okullara yönelik genel algı da “oyalama merkezleri” olarak şekilleniyorsa, eğitimde yol kat edemezsiniz.
Özetin özeti: Eğitime yönelik sorunlar sadece bizde değil dünyanın her yerinde benzer özellikler taşıyor. Bu yüzden kabahatli aramak yerine yeni çıkış yolları düşünelim.