Abartmayı çok seviyoruz.
Bunu en çok da seminer, sempozyum ve benzeri etkinlikler düzenlerken ya da müfredat programlarını yenilenirken görüyoruz.
İki günlük bir sempozyumun 40-45 dakikalık oturumlarında 35 konuşmacı olur mu?
Oluyor.
Çok daha fazlalarına da şahit olduk.
“Biz yaptık oldu” mantığı ya da kimilerine “dayatması” düzenleyicileri mutlu etse de konuşmacı ve özellikle de dinleyicilerde aynı etkiyi yarattığını hele hele verimli olduğunu söylemek mümkün değil.
Öyle ki kalabalık oturumlarda konuşmacıların çoğuna 5-10 dakika arası bir süre düşüyor ki, o sürede ne anlatılır bir yana onca yolu çekmeye değer mi deyip bu tür organizasyonlardan kaçanların sayısı giderek artıyor.
Haksızlar mı?
Kesinlikle hayır.
Daha vahimi ise izleyicilere soru sorma hakkı ve süresi tanınmaması.
Oysa onca konuşmacı onlar için orada ama onlar kimsenin umurunda değil!
Vitrin şaşaalı olsun da gerisi önemli değil!
Vitrinimiz çok güçlü olmalı.
Elimizdeki en pahalı telefonlar da o yüzden. Yakıt almaya paramız yetmese de hemen herkesin bir arabası, yılda üç, beş hafta kullansa da bir yazlığının olması biraz da bu yüzden.
Olmasın mı elbette olsun hatta çok daha fazlası olsun ama atalarımızın değindiği gibi ayağımızı yorganımıza göre uzatarak ve çok daha önemlisi her kuruşun, her dakikanın kıymetini bilerek yola devam etmeliyiz ki kalıcı hale gelsinler.
‘Kim ne der’den çok, çuvaldızın en büyüğünü kendimize batırarak “Bu bizim için elzem mi?” sorusunu sorma zamanı geldi de geçiyor...
Okullarda günde 6 ders var o bile çok fazla.
Günde üç öğün yemeği ikiye indirenlerin sayısı, kimi yoksulluktan kimi de sağlık nedeniyle her geçen gün artıyor.
Alışveriş çılgınlığı “yiyebileceğin, giyebileceğin, kullanabileceğin kadarını al” noktasına çoktan geldi…
Gelişmelere bu çerçevede baktığımızda eğitim seviyesi, etkinlik alanı ya da yapılan iş ne olursa olsun değişen bir şey yok.
Vitrin gösterişli olsun gerisi önemli değil…
Kapasiteyi düşünen yok
Beynimiz de midemiz gibi, ne kadar çok bilgi o kadar iyi diyemeyiz.
Yediğiniz her yemek gibi aldığınız her bilginin de bir hazım süresi var.
Beynimiz daha onu algılamadan, analiz ve sentez süreçlerinden geçirmeden, artılarını eksilerin sorgulamadan, kıyaslamadan üzerine yeni bir bilgi bombardımanı yaparsanız bırakın eski bilgileri, yenilerini de hafızasına kaydetmez!
Söz konusu çok konuklu sempozyumlar da tıpkı açık büfe ziyafetler gibi geride hiçbir şey bırakmaz.
Her şey mükemmeldir ama aklınızda ya da damağınızda kalan ne diye sorduğunuzda genel ifadelerin ötesine geçilemez…
Bütün bunları bir kez daha neden gündeme getirdik?
Yeni müfredat ve ardı arkası kesilmeyen çok konuklu, çok masraflı ama sıfır elde var sıfır getirili toplantılar içindi.
Yeni müfredatta umarız ders çeşitliliği, ders yükü ve içerikler olabildiğince öğrenci kapasitesinin kaldırabileceği ölçülerde olur, çok katılımlı yeni seminer, konferans, sempozyum ve benzeri etkinliklerde günün sonunda akılda kalan bilgilerin ve etkilerinin kalıcılık süresi harcanan zaman, kaynak ve emek ölçüsünde gerçekleşir…
Başlıkta da dile getirdiğimiz gibi karşı tarafa vermeye çalıştıklarımız elbette önemli ama çok daha önemlisi onun ne kadar karşılık bulduğu!
Tıpkı yağan yağmurun ne kadarının toplanabildiği gibi.
Bilgi de yağmur da berekettir.
Yeter ki verimi ve hasadı gibi kullanımı da doğru ve sürdürülebilir olsun…
Özetin özeti: Günü kurtarmak elbette önemli. Peki ama ya sen sonrası?..