Tarihi ne kadar doğru okursak, geleceği o kadar güçlü inşa ederiz.
Özellikle de yakın tarihimizi kafalarımıza ve gönüllerimize kazımalıyız ki bir daha o durumlara düşmeyelim.
İşte bu yüzden Tarih derslerini sıradanlaştırmak yerine daha da güçlendirmek gerekir.
Tarihe şaşı bakış, her şeyden önce kendini inkâr etmektir ve biz bunu maalesef sık sık yapıyoruz.
19 Mayıs 1919 Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum tarihidir.
1919’u doğru okursak, Mustafa Kemal’i, Milli Mücadele’yi, Meclis’i, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve en önemlisi de gençleri çok daha iyi anlarız!..
Atatürk’ü hâlâ anlamak istemeyenlere önerimiz, bir de Mustafa Kemal’siz ve 19 Mayıs’sız bir senaryoyu ve o günleri göz önüne getirmeleri.
Bunu yaptıklarında hem kendilerine hem de ülkemize en büyük iyiliği yapmış olurlar.
Mustafa Kemal, Samsun’a, oradan da Anadolu’ya geçmek için yola çıkarken milli hâkimiyete dayanan, kayıtsız, şartsız ve bağımsız bir devlet kurmanın peşindeydi.
Amacı da hedefi de çok netti:
“Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milli hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak! İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.”
Bunu anlamak bazılarımıza neden bu kadar zor geliyor; anlamak gerçekten de mümkün değil!..
Laf değil icraat
Gençler mutsuzsa, bizim mutlu olmamız mümkün değil!
Onları görmezden gelmek aslında kendimizi yok saymaktır!
Peki, niye mutsuzlar?
Gençlere yönelik yapılan tüm anketlerde en önemli sorun, gelecek kaygısı ve işsizlik çıkıyor.
Eskiden ille de üniversite diyen gençler, şimdi giderek artan bir şekilde, eğitimden uzaklaşmaya başladı. Çünkü işsizlik sıralamasında ilk sırada üniversite mezunları geliyor!..
İyi eğitimli bir gençlik ülkenin lokomotifi olacağı gibi, eğitimsiz bir gençliğin sorunlar yumağı olacağını da hatırlatmaya gerek yok.
İşte bu yüzden sporun gölgesinde kalmış bir Gençlik Bakanlığı değil, eğitimden istihdama, sosyal gelişimden motivasyona hemen her alanda gençleri kucaklayacak olan şemsiye bir bakanlığın ülkemizin geleceği açısından çok daha yararlı olacağını düşünenlerdeniz.
Bazı bakanlıklar ayrıldı, Gençlik ve Spor da ayrılmalı, güçlü ve muktedir bir Gençlik Bakanlığı artık gündeme gelmelidir.
Gençler kendilerine değer verenleri asla unutmaz!..
İkna edici mi, dayatmacı mı?
Yükseköğretim Kalite Kurulu “Dönüşen Dünyada Liderlik” temalı bir çalıştay düzenlemiş. Çalıştaya 121’i devlet, 57’si vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 178 rektör katılmış!
Konu da ilginç mi ilginç: “Dönüşen Dünyada Liderlik”.
Hazır bir araya gelmişken bir de kişilik profili analizi yapmışlar. O da en az konu başlığı kadar ilginç:
Kişilik profili sonuçları incelendiğinde, rektörlerin büyük çoğunluğu (yüzde 71.73’ü) kendisini “ikna eden kişilik” olarak nitelendirmiş!
İkna yönteminin nasıl olduğuna pek girilmemiş ama bu bile başlı başına ilginç.
Enteresan olanı ise sözünü sakınmayanların oranının yüzde 13.50’de kalması. Demek ki oturdukları makam fazlasıyla kontrollü olmayı gerektiriyor!
Kendini mantıklı görenler ise 14.77’de kalmış!..
Aşı takvimi?
Aşı konusunda MEB elinden geleni yapıyor mu?
Ziya Hoca’nın bu konuda samimi olduğuna ve elinden geleni yaptığına fazlasıyla inanıyoruz ama dışarıdaki algı tam tersi yönünde.
Tıpkı kadro konusunda olduğu gibi aşı konusunda da bir yere kadar geliyor, tıkanıyor.
Maliye daha fazla kadro yok diyor, Sağlık Bakanlığı da görünen o ki şu an için yeterince aşı bulunmuyor diye topu taca atıyor.
MEB, bu konuda daha fazlasını yapabilir mi? O kadarını bilmiyoruz ama yapmalı. Yapıyorsa da bunu kamuoyuna anlatmalı. Yoksa, başka türlü şehir efsanelerinin önüne geçemez. Daha da önemlisi, eğitimde taşlar yerli yerine oturmaz!..
Özetin özeti: Güven yoksa, gerisi teferruattır. Önce onu kazanalım, kazandıralım. Sonrası kendiliğinden gelecektir.