10.12.2023 - 02:00 | Son Güncellenme:
SEYHAN AKINCI
Onlar Ege’nin balıkları gibi... Deniz onları ayıran değil, birleştiren bir unsur. Anestis Azas, Cem Yiğit Üzümoğlu ve Katerina Mavrogeorgi İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında ENKA’nın sponsorluğunda İstanbullu seyircilerle buluşan “Baklava Cumhuriyeti”nin vatandaşları!
Onların yarattığı bu ülke öylesine seviliyor ki tam üç yıldır Yunanistan’dan çıkıp her yeri dolaşıyor. Cem Yiğit Üzümoğlu’nun epeydir bir ayağı Yunanistan’da. Katerina Mavrogeorgi’nin anne tarafı ise mübadele döneminde İzmir’den Yunanistan’a gidenlerden. Oyunun yönetmeni Anestis Azas ise bambaşka bir yerde Almanya’da tanışmış Türklerle ve iki ülke insanının ortak kaderiyle. Ulus yaratımının ve edinilen kimliğin katmanlı bir eleştirisi olan “Baklava Cumhuriyeti”ni iki yakanın genç ve başarılı sanatçılarıyla konuştuk.
*İlk sahne deneyiminizi yaşadığınız “Troas” da uluslararası bir işti ve paydaş ülkelerden biri Yunanistan’dı. Yunanistan’ın sahne sanatları ile tanışmanız ve birlikte üretmenizin hikâyesini dinleyebilir miyiz?
Cem Yiğit Üzümoğlu: Konservatuvarda okuduğum yıllarda atölyelere katılıp kendimi geliştirmeye çalışıyordum. 2014-2015 yılı yazıydı Şirince’de Tiyatro Medresesi’ne atölyeye gitmiştim. Yunanistan’dan gelen Aleksandra Kazazou adlı bir yönetmenin eğitimi vardı. Bu atölyeden sonra Aleksandra beraber oyun yapmayı teklif etti fakat bir türlü gerçekleşemedi. Ancak 2016’da “Troas” ile masaya oturabildik. Bu oyunla birlikte Yunanistan’la ilişkim kurulmuş oldu. 2020’de Aleksandra’yı tanıyan “Baklava Cumhuriyeti”nin yönetmeni Anestis Azas’ın, Aleksandra’ya “Sen Türkiye’de çalıştın, önerebileceğin aktör var mı?” sorusu ile de bu ilişki pekişti.
*Üç yıldır Yunanistan’da “Baklava Cumhuriyeti” ile sahnedesiniz. Nasıl bir geri dönüş var hem eleştirmenlerden hem de seyircilerden?
Cem Y. Ü.: Bu üç yılda hiç kötü bir şey duymadım. Birkaç kez oyun esnasında bağırışların yükseldiği oldu ama hoşlarına gitmiyorsa demek ki doğru bir şey yapmışız dedik. Oyunu ulus yaratımının ve edinilen kimliğin çok yönlü bir eleştirisi olarak okumak mümkün. Bir söylem olarak herkes için duyması kolay bir şey değil, biz de sözümüzü esirgemiyoruz ve tam da bunu tiyatro sahnesine taşıyabildiğimiz için seyircilerin çok mutlu olduğunu söyleyebilirim.
*Önce ilkokulda bir fikrimiz oluyor yaşadığımız ülke ve “ötekiler”le ilgili… Türkiye ile ilk tanıştığınız zamanı hatırlıyor musunuz?
Anestis Azas: Türkiye ile ilk tanışmam Türkiye’de değil Berlin’de, Türk göçmenlerin yoğunluğu nedeniyle “küçük İstanbul” olarak da anılan Kreuzberg’de oldu. Ernst Busch Tiyatro Akademisi’nde okurken orada yaşıyordum. Birçok Türk arkadaş edindim. Berlin’de yaşarken Türk süpermarketlerinden yiyecek alırdım, Yunan mutfağında da kullandığımız bazı önemli malzemeleri bulabildiğim tek yer orasıydı ve düzenli olarak Türk restoranlarını, konserlerini ve diğer kültürel etkinlikleri ziyaret ederdim. Büyük şair Aras Ören’i orada keşfettim. Almanya’daki Türkler ve Yunanlılar, yoksulluktan kaçmak ve daha iyi bir yaşam için mücadele etmek amacıyla oraya giden ve yerel halk tarafından aynı ırkçılığa maruz kalan göçmen işçiler olarak ortak kaderi paylaşıyorlar ve bu nedenle birbirleriyle büyük bir dayanışma içindeler. Halkımızın aynı kültürel geçmişi paylaştığını ve tarihsel anlaşmazlığa rağmen bir daha asla düşman olmamamız gerektiğini Almanya’da fark ettim.
Katerina Mavrogeorgi: Türkiye’yi ilkokula gitmeden çok önce biliyordum. Benim anne tarafından ailem de pek çok Rum gibi İzmir’de yaşıyordu. 1922’deki Türk-Yunan savaşları sırasında Yunanistan’a geri dönmeyi başardılar. Ben de “tamamen” Yunan olmadığımızı ama aynı zamanda büyük bir limanı olan güzel, zengin bir şehirden geldiğimizi anlatan tüm bu hikâyeleri dinleyerek büyüdüm. Hatta büyükannemin ara sıra birkaç Türkçe kelime söylediğini bile hatırlıyorum. Bu yüzden okula gittiğimde ve ‘‘kötü Osmanlılar ve cesur Yunanlılar’’ hakkında bilgi edindiğimde, bu konuda şüpheciydim, 8 yaşındaki bir çocuğun olabileceği kadar! Türkiye’de en sevdiğim şey bu ülkenin insanlarında yaşadığını hissettiğim cömertlik ruhuydu. İstanbul’a geldiğimde tam da hayal ettiğim gibiydi; sıcak ve misafirperver.
*Baklava bir metafor olarak pek çok şeyi sembolize ediyor oyunda. Önce hafif tarafından soralım; sizin baklava ile aranız nasıl? Fıstıklı mı, cevizli mi?
Anestis A.: Anneannem cevizli baklava yapardı, o yüzden cevizli baklava bana çocukluğumu hatırlatıyor. Yunanistan’da kolay kolay bulamayacağınız fıstıklı baklava, İstanbul’a ya da Berlin’e her gidişimde tatmayı çok sevdiğim orijinal Türk versiyonu.
Katerina M.: Tuzu şekere tercih ederim. Bana kimchi, zeytin ve marine edilmiş balık verin, ben de onu bir saniyede yok edeyim. Ayrıca hiç tanımadığım İzmir asıllı dedem de pastacıydı! Onun tatlı tarifleri ailemde o kadar ünlüydü ki neredeyse efsaneydi. DasDas’ta sahne alırken her yerde baklava vardı. Her gün 3-4 parça yiyiyordum. Çünkü çok iyiydi! Antep fıstığı çok lezzetli ama ceviz? Çok ilginç! Şimdilik cevizi tercih ediyorum.
Cem Y. Ü.: Gündelik yaşamda “Baklava” bir Türk ve bir Yunan’ı bir araya getiren ve daha ziyade ayrıştıran bir sembolken oyunda tüm dünyadan insanları bir araya getiren ve bağlı olduğu çatı altında da tüm dünyadan ayrışan bir sembol olarak karşımıza çıkıyor. Ben fıstıkçıyım. Tartışmasız.
“Türkiye’ye karşı büyük bir merakım var”
*Görece ağır yanına gelirsek sanatçı olarak iki ülke arasındaki ayrışmanın/rekabetin güncel durumunu nasıl yorumluyorsunuz?
Anestis A.: İnsanlarımız arasında herhangi bir ayrım olduğuna inanmıyorum. Tam tersine, özellikle genç kuşaklarda çok fazla dostluk, merak ve iş birliğine yönelik büyük bir talep var. “Baklava Cumhuriyeti”ni yazmak için yaptığımız araştırmada, bu arada yine eski zamanlarda bir arada yaşadığımız gibi karma ailelerin de çok olduğunu fark ettim. Pek çok Yunan sanatçı ve aydını, özellikle aynı ölçüleri kullandığımız (hicaz, uşşak vb.) geleneksel müzikte ortak kültürel mirası öne çıkarmaya çalışıyor. Gölge tiyatrosu Karagöz’ün Yunanca versiyonu da vardır, adı Karagiozis’tir. Bana göre sorun, silah endüstrisi ve askeri lobiyle ilgilenen bazı kişilerin, en azından Yunan tarafında, para kazanmaya devam edebilmek için çatışma olasılığını sürdürmelerinde. Bu yüzden eğitimde ve medyada “ebedi düşman” mitini dikkatle manipüle ediyorlar. Bir sanatçı olarak bu söylemlere karşı çalışmamız gerektiğine inanıyorum.
Katerina M.: Birisiyle komşu olup ve bazı ortak özellikleri paylaşmamanın hiçbir yolu yok. İktidarların sadece farklılıklara odaklanıp iki ülke ilişkilerini her zaman tehlikeli görünecek şekilde öne çıkarmayı tercih etmeleri, iktidarlarını topluma empoze etme ihtiyacından kaynaklanmakta. Çocukça ama yüzyıllardır işe yarıyor. Eğer yandaki evde yaşayan insanlardan korkuyorsak, koruma için liderlerimize döneriz ve onlara üzerimizde daha fazla güç ve kontrol izni veririz. Bir sanatçı olarak Türkiye’ye karşı büyük bir merakım var. Tarihine, toplum yapısına, medeniyetine, geleneklerine, kültürüne dair. Bunlar benim için önemli olan şeyler çünkü bunlar orada yaşayan insanlar tarafından yapılan şeyler.
Cem Y. Ü.: Sanırım eskisinden daha yumuşak bir hava var. İnsanlar gitgide ya unutmaya ya da anlamaya daha çok meylediyorlar herhalde. Yemek gibi tek bir ulusla sınırlandırılamayacak kadar geniş coğrafyaya yayılabilen kültürel bir öğe artık bir mesele hâline gelmenin dışına çıkıyor. Benzer tariflerle yapılan her ürün Yunanistan’da başka Türkiye’de başka yapılıyor. Örneğin biz nasıl bir arkadaşımızın annesinin yaptığı cacığa “Buna cacık denmez” demiyorsak Yunanistan’da yediğimiz cacığa da bu cacık değil diyemeyiz. Bir sınır çizgisinin ötesine geçmek onu o olmaktan çıkarmaz. Hayatın bu kadar kesin kuralları yok. Basitleştirilmiş görünebilir fakat bu iki ülke arasındaki her mesele için geçerli.
“Atina’dan sonra ikinci memleketi”
*“Baklava Cumhuriyeti” ile Türk seyircilerle buluştunuz. Bu deneyimi nasıl tarif edersiniz?
Anestis A.: İnanılmazdı, Atina’da oynamak gibiydi. Yunanistan dışında hiçbir yerde seyirci İstanbul’daki kadar doğrudan tepki vermedi. Yunanistan’daki seyirciler gibi aynı anda güldüler ve ağladılar. Gösterilerden sonra deneyimlerini bana anlatan oyuncular, seyircilerin kocaman bir kucaklaması gibi bir duygu olduğunu söylediler. Gerçekten evde olmak gibiydi.
Katerina M.: Nefes kesiciydi. İstanbul her zaman “Baklava Cumhuriyeti”’nin Atina’dan sonra ikinci memleketiydi. Sonunda burada oynamayı ayarlamak için uzun zamandır bekliyorduk. Bu nedenle hepimiz için çok duygusaldı. Seyircilerden gelen enerji saf sevgiydi. Yani bu iki frekansın karışımı muhteşemdi. Bu duyguyu uzun süre kalbimde tutacağım.