BBC’de çalan şarkıyı duyunca yıllardan 2009 gibi geldi. 30 saniye kadar kulak kabartınca “Rushmere”ı tanıdım. Mumford & Sons’ın geçen hafta yayınlanan aynı adlı albümünden güncel single bu. 10 şarkı, 34 dakika, katıksız bir 2000’ler nostaljisi. Tam 2000’ler de diyemeyeceğim, 2007’de kurulan, ilk albümü “Sigh No More”u 2009’da yayınlayan, 2012’de ikinci uzunçaları “Babel” ile dünya çapında üne kavuşan Londralı ‘folk revival’ ekibi aradan bunca yıl geçmemiş, indie müzik kabuğuna çekilmemiş, dünyayı fethetme işi K-Pop, rap ve EDM’e kalmamış gibi müzik yapmaya devam ediyor.
2000’lerde Londra’nın muhtelif mahallelerinde gelişen brit folk akımından geriye bugün artık arşivlerde kalan Noah and The Wale ve kendi hâlinde konserler veren Laura Marling kaldı. Ancak 2025 itibarıyla banjocu Winston Marshall’ın ayrılmasıyla artık üç kişi kalmış Mumford & Sons’ın albümü radyolarda bangır bangır çalınmakta.
Canlanma
2000’li yılların Amerikan folk revival ya da indie folk akımı hayli ses getirmiş, Bon Iver’dan Band of Horses’a, Midlake’ten Lumineers’e hatta Balkan soslu Beyrut’a onlarca grup bir döneme damga vurmuştu. Marcus Mumford’ın solistliğinde eski bir aile işletmesi havası verilmiş adıyla Mumford & Sons, Brit folk revival’ın en popüler örneği olarak öne çıkmış, en büyük yaz festivallerini sıradan geçirmiş, milyonlarca hayran yapmıştı. ‘Revival’ ifadesi canlanma anlamına geliyor. Bir müzik türünün yeni bir yaklaşımla canlanması, geri gelmesi, anlamında kullanılıyor. Mesela The Strokes, 2000’ler başında punk rock revival akımına öncülük etmişti. İndie folk da ABD’de bu tip bir revival sonunda indie folk türüne dönüşüp bugüne kadar uzanan bir gelenek oluşturmuştu.
Geçen hafta Mumford & Sons’ın, bu hafta da Bon Iver’ın yeni albümleri acaba revival’ın da revival’ı mı geldi diye düşündürse de “Rushmere” daha çok kendini tekrardan ibaret. Dinleyende yeni bir şey dinliyorum hissi yaratmaktan ziyade nostalji hisleri uyandırıyor. Ustaca kotarılmış ve yeniden yaratılmış bir eski Mumford & Sons albümü gibi. Grubun 2009’da başlayan altın çağına yeni bir şey eklemiyor, 2018 tarihli bir önceki albüm “Delta”da denenen ve pek tutmayan yenilikleri unutturmaya çalışıyor.
Ama sıradan dinleyiciler için önemsiz detaylar bunlar. Kafanız hiç karışmasın. Hayat, aşk, umutlar, acılardan biraz yüzeysel de olsa (yüzeysellik popun doğasında var) bahseden kısa ama etkili bir albüm dinlemek isteyenler için “Rushmere” vakit kaybı değil, aksine doğru harcanmış bir yarım saat vadediyor.
Bon Iver’ın dünyası
“Değişmekten korkuyorum” diyor, bu haftanın diğer folk albümünün sahibi Bon Iver, yeni albümü “Fable Sable”ın ilk şarkısı “Things Behind Things Behind Things”de. Diyor ki “şeylerin içinde şeyler, halkaların içinde başka halkalar var”. İşin içinde türlü işler var Türkçesi. Hiçbir şey basit değil. Göründüğü gibi değil. Mumford & Sons’ınki folk yapısına sahip bir pop albümüyse eğer, Bon Iver’ınki onun zıttı. İç içe geçmiş halkalardan, katmanlardan ibaret Bon Iver’ın müziği şarkıdaki gibi. Amerikalı Justin Vernon ve ekibi, 2006’dan bu yana insanlığı ve zamanımızdaki varoluşunu, günün iniş çıkışlarının dışında uzaktan bir yerden izleyip not etmekte. Varoluş sıkıntıları, değişime ayak uydurma meselesi, büyümek, acılarla başa çıkmak, sevmek, bir şekilde bu çılgın dünyada insan olarak kalmaya çalışmak.
Bon Iver incelikli sözleri yanında, müzikal açıdan da her zaman yaptıkları gibi deneyerek, arayarak yeni bir yol bulmaya çalışıyor. 2007’deki ilk albüm “For Emma Forever Ago”dan bu yana folktan uzaklaşmadan hip hop’ı, rock’ı, soul’u müziklerine katmayı başardılar hep. Gelenek burada da bozulmamış.
Folk revival’ın revival’ı mümkün müdür bilmem. Ama Bon Iver dinleyip keyif almak ya da Mumford’ın folk-pop şarkılarıyla keyifli zaman geçirmek için buna ihtiyacımız yok. Rap, pop, disco, EDM, K-Pop bombardımanıyla sersemleyen kulaklarıma iyi gelen bu iki albüm hakkında yazmak istedim bu hafta. Bakalım siz neler düşüneceksiniz.