03.02.2022 - 09:05 | Son Güncellenme:
ŞÜKRÜ ANDAÇ - Milliyet Gazetesi Ekonomi Müdürü
(1) Hiç tanımıyorsanız, kolay. Neden kendinizi riske atasınız?
(2) Yakın bir arkadaşınızsa, karar vermeniz yine kolay. Yardım edersiniz.
(3) Telefondaki kişi arada bir yerdeyse, yani bir arkadaşınızın arkadaşı ise kefil olur musunuz? Ona yardımcı olmak için kendi itibarınızın ve enerjinizin ne kadarını harcamak istersiniz?
1960’ların başında Harvardlı bir doktora öğrencisi (Mark Granovetter) kapsamlı bir çalışmayla bu sorunun peşine düşene kadar konunun önemi pek anlaşılmış değildi. Peki sonuç ne mi çıktı?
Hayatımızda sosyal bağların yapıcı ve yıkıcı gücü ne kadar etkili? Gelin, zayıf bağların ve güçlü bağların neler yaratabileceğini 2 çarpıcı örnekte görelim...
(1) İş ararken yabancılardan medet umanlar reddediliyordu.
(2) Arkadaşlara başvuranlar bekledikleri yardımı alıyorlardı.
(3) Tesadüfi tanıdıklardan, yani arkadaşlarının arkadaşlarından yardım alarak iş arayanlar da başarılı oluyordu. Genç akademisyen işe alımdaki bu sürpriz etkiyi “zayıf bağlar” diye adlandırdı. Bu insanlar birbirine sosyal ağlarla (spor kulüpleri ya da cemiyet hayatı) bağlıydı. Hatta, iş bulmada “zayıf bağ” tanışıklıklarının çoğu zaman “güçlü bağ” arkadaşlıklarından daha önemli olduğu ortaya çıkmıştı. Çünkü bir şekilde, belki de hiç ait olunmayan sosyal ağlara erişimin de önü açılıyordu. Ayrıca ‘o yardım eli’ uzatılmadığında olacaklar iyi biliniyordu. Telefondaki kişi sizi maçta partnerine şikâyet edebilir. Tenis partneri de, soyunma odasında ya da kulüpte bu durumdan bahsedebilir. Bu da sizin bir takım oyuncusu olarak tanınmamanıza (hatta işten olmanıza) sebep olabilirdi. “Zayıf sosyal bağlar” deyip geçmeyin... Tarih 1 Aralık 1955, yer Alabama’nın Montgomery şehri. 18:00 kalkışlı otobüs kaldırıma yanaştı. Çerçevesiz gözlük takmış, kahverengi sade ceket giymiş, 42 yaşında, Afro-Amerikalı bir kadın otobüse bindi. Şehir mağazasında çalışan ve bu sayede kentteki pek çok kişi tarafından sevilen Rosa Parks yeni paydos etmişti. Otobüs kalabalıktı ve kanun gereği öndeki dört sıra beyazlara ayrılmıştı. Siyahlar için yerler arkadaydı, ama hepsi dolmuştu. Parks, beyazlara ait sıraların hemen arkasındaki orta sıralara oturdu. Bu sıralarda oturmaya siyahların da, beyazların da hakkı vardı. Kısa süre sonra otobüs doldu. Beyaz bir adamın da aralarında bulunduğu bazı yolcular ayaktaydı. Otobüs şoförü, siyah yolculara bağırarak, ‘beyaz adama yer verilmediğini’ söyledi, ama kimse yerinden kıpırdamadı. Otobüs gürültülüydü. Duymamış olabilirlerdi. Şoför durdu, “Belanızı aramıyorsanız kalkın çabuk yerinizden” dedi. Siyah yolculardan üçü kalkıp arka tarafa gittiler, ama Parks yerinde kaldı. Beyazlara ait bölümde oturmadığını söyledi. Üstelik ayakta tek bir beyaz yolcu vardı. “Kalkmazsan” dedi şoför, “Polisi arayıp tutuklatırım seni.” “İstediğini yap” dedi Parks. Ve iki polis memuru geldi. Otobüse binen memurlardan biri “Neden kalkmıyorsun?” diye sordu. “Bizi neden itip kakıyorsunuz” dedi, Parks. Yanıt “Bilmiyorum. Ama kanun kanundur seni tutukluyoruz” idi. O otobüsteki kimse farkında olmasa da yurttaş hakları hareketi başlatılmış oldu. Şehirde Parks’ı tanıyanlar, sevenler birlik oldu. Siyah nüfus ayaklandı, on binlerce protestocu yollara döküldü, ülke Martin Luther King adında genç ve karizmatik bir liderle tanıştı. Parks bir kahramana dönüştü. Tek bir itaatsizlik eyleminin dünyayı nasıl değiştirebildiğinin parlak bir örneğiydi. Rosa Parks’ı “yok denecek kadar az tanıyan” binlerce insan boykota katılmaya karar verdiler çünkü üstlerindeki mahalle baskısı (zayıf bağların gücü) kayıtsız kalmalarını zorlaştırıyordu. Charles Duhigg’in Alışkanlıkların Gücü eserinden alıntılanan bu iki olay bizlere sosyal bağların yapıcı ve yıkıcı gücünü açıkça anlatıyor.