30.10.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - Ruben Östlund az sayıdaki filmiyle 10 yıldan daha kısa sürede festivalleri, eleştirmenleri ve sinemaseverleri etkisi altına almayı başardı. Net gözlemleri, hiciv yeteneği ve keskin eleştirileri ile başarısız olma ihtimali de yoktu aslında… Hollywood’un kancayı takıp yeniden çevrimini yaptığı “Force Majeure/Turist”de erkeklik algısıyla dalgasını geçmişti. Modern bir klasik hâline gelen o ünlü çığ düşme sahnesinde karısı, çocuklarını korumaya çalışırken telefonunu kaptığı gibi ortadan sıvışan kocanın düştüğü durum, Östlund’un perdedeki imzası oldu. Sonrasında Altın Palmiye kazandığı “The Square/Kare”de ise mizahını çağdaş sanat üzerine kurdu. Sırf sıra dışı, tuhaf, klasik karşıtıymış gibi görünen yaratımların, performansların çağdaş sanat kabul edilmesiyle dalga geçti ki, duvara koli bandıyla yapıştırılmış muz olayı daha patlak vermemişti bile…
Yeni filmi “Triangle of Sadness/Hüzün Üçgeni” ile bu sene Cannes’dan yine Altın Palmiye ile döndü Ruben Östlund. Böylece adını Francis Ford Coppola, Ken Loach, Dardenne Kardeşler ve Michael Haneke gibi birden fazla Altın Palmiye kazanan yönetmenler arasına yazdırmış oldu. “Hüzün Üçgeni”, Östlund’un tamamen İngilizce çektiği ilk film.
Kapitalist sisteme eleştiri
“Hüzün Üçgeni”, Östlund’un önceki filmleriyle hem benzeşiyor hem de ayrışıyor. “Turist” ve “Kare”de hicvini biraz daha dolaylı anlatım üzerine kurmuştu yönetmen. Yani seyirciyi gülümsetirken zihnini de hınzırca kurcalamayı hedefliyordu. “Hüzün Üçgeni”nin ilk bölümünde de bu tarzı devam ettiriyor aslında. Carl ve Yaya arasında geçen kadın-erkek rolleri üzerine tartışma, “Turist”teki temayı tamamlıyor bir bakıma. Dış görünüşü tek tipleştiren kapitalist sisteme de parmağıyla fiske atıveriyor. “Kare”deki çağdaş sanat meraklısı zenginlerin yerini ise “Hüzün Üçgeni”nde silah ve gübre tüccarları almış. Sanatı, satın alma yahut gösterişle bütünleştiren o tabakaya tatildeyken bakıyor bu sefer Östlund.
“Hüzün Üçgeni”nin seleflerinden farkına gelince… Hicvin yerini çok basitleşmiş bir mizah almış yeni filmde. Her şeyi göstere göstere, adeta aptala anlatır gibi anlatmayı tercih etmiş. Belli ki “İnsanlık bunca kötülükten ders almayacak kadar aptal olmasaydı bu filmi çekmezdim” demeye getirmiş. Tabii bunu yine alıştığımız şekilde “yaldız kazıma” yoluyla yaptığı bölümler de var. Örneğin silah tüccarı İngiliz çiftinin zarafeti, dengeli görüntüsü Östlund’un zekice göndermelerinden biri. Ama genel olarak düz, altmetin kurcalamasından uzak, aleni bir mizah tonu var. Tıpkı arama motorundan bakarak birbirlerine aforizmalar savuran insanlar gibi… Eleştirdiklerini, eleştirildiği şekliyle resmetmiş Östlund. Tuvalet benzetmesi de var, “Titanik”i anımsatan sahneler de… Özellikle sınıflar arasındaki hiyerarşiyle dalga geçtiği son bölümde Östlund’un orijinalliğinin aksine daha önce defalarca benzerlerini izlediğimiz hissini yaratıyor.
Herkes her şeyin farkında ama kimse bunu değiştirmek adına adım atmıyor; tersine akışa uyum sağlıyor. Yatta zenginin sözü geçerken adada tuvalet temizleyicisinin kendisine kaptan dedirtmesi o kadar doğal karşılanıyor. İki kaş arasındaki, kızınca ya da endişelenince kıvrımlaşan bölgenin yani hüzün üçgeninin hiç görünmemesini isteyen yapay dünyaya bu film yaraşır demek düşüyor bize de.
Vizyonu göremedi
Filmde manken Yaya’ya hayat veren, Güney Afrikalı model Charlbi Dean, 29 Ağustos’ta aniden rahatsızlanarak hayatını kaybetti. 32 yaşındaydı ve parladığı bu filmin festival sonrası genel vizyona çıktığını göremedi. Ciğerlerindeki enfeksiyonun vefatına neden olduğu açıklandı. Sinemaya yeni yeni ısınmaya başlamıştı ve “Hüzün Üçgeni”ndeki performansı ile geleceğin yıldız adayı olarak nitelendirilmişti. Penélope Cruz’u anımsatan sempatik siması, doğallığı ve kameranın sevdiği ışığı ile gerçekten üzücü bir kayıp.
Filmle ilgili birkaç ayrıntıyı da ekleyelim. Östlund’un, adaya sığınan zenginlerin, farklı sınıftan bir temizlikçinin boyunduruğuna girmesi temasının J.M. Barrie’nin 1902 tarihli “The Admirable Crichton” adlı oyunundan esinlendiği yorumları yapıldı ama bu temanın sinemada ne kadar çok kullanıldığı düşünüldüğünde Östlund’a haksızlık yapıldığı söylenebilir. Bir yanda da Östlund’dan daha orijinal fikirler bekleyenler için hayal kırıklığı yaşanmış olabilir.
Filmdeki yat sahneleri Onassis Ailesi’nin eski yatı Cristina O’da çekilmesi de ilginç bir detay. Rus zengin Dimitry’yi canlandıran Zlatko Buric’in, zenginliğin tarifini oluşturan ailelerden Onassisler’in babası Aristotle Onassis’e benzerliği de dikkat çekici.