10.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Annemin çok iyi yaptığı, babacığımın da bayıldığı mandalinalı Panna Cotta tatlısının tam tarifini de vermeden olmaz bu günlükte… Daha önce kısaca bahsetmiştim ama tam tarifi vermemiştim.
İşte anneciğimin unutulmaz Panna Cotta’nın tam tarifi:
Malzemeleri, 400 gram şekersiz çiğ krema, 200 gram süt, 1 adet vanilya çubuğu, 4 yemek kaşığı toz şeker, 3 adet yaprak jelatin (toz jelatin de olabilir)
Mandalina peltesi için, 2 su bardağı sıkılmış mandalina suyu, 5 yemek kaşığı nişasta, 3 su bardağı su, 5 yemek kaşığı toz şeker, 2 adet orta boy mandalina…
Panna Cotta’ya kıvam verecek olan yaprak jelatinleri, yumuşaması için az miktarda soğuk suda 5 dakika kadar bekletin. Vanilya çubuğunu uzunlamasına ortadan ikiye kesip kabukların iç kısmında bulunan çekirdekleri keskin bir bıçak yardımıyla kazıyın. Krema, süt ve toz şekeri küçük bir tencereye aktarın. Vanilya çekirdeklerini eklediğiniz krema karışımını kısık ateşte, kaynama derecesine gelene kadar ısıtın. Soğuk suda yumuşayıp çözülen yaprak jelatinlerin suyunu sıkın. Kaynama noktasına gelen kremaya ekleyip karıştırdıktan sonra ocaktan alın. Tatlıyı servis edeceğiniz kup bardaklarını hazırlayın. Pürüzsüz bir kıvam alması için tel süzgeçten geçirdiğiniz tatlı karışımını, üst kısımlarında pay bırakıp servis bardaklarına eşit olarak paylaştırın. Kıvam alması için buzdolabında bekletin. Tatlının sosu için; ortadan ikiye kestiğiniz çok sayıda mandalinanın suyunu sıkıp taze sıkılmış meyve suyu hazırlayın. Nişastayı su ile açıp toz şeker ve taze sıkılmış mandalina suyu ilavesiyle koyu bir kıvam alana kadar yaklaşık 10 dakika pişirin. Kıvamın daha pürüzsüz olmasını istiyorsanız sonrasında blenderden geçirin. Servis bardaklarına alıp soğuttuğunuz tatlıların üzerini hazırladığınız mandalina peltesiyle doldurun. Kabuklarını soyup kısa bir süre sıcak suda beklettikten sonra zar ve iplik kısımlarını çıkardığınız mandalina dilimleriyle süsleyip yeniden buzdolabına kaldırın. Kıvam alan tatlıları arzuya göre çırpılmış krema ya da taze nane yapraklarıyla süsleyip sevdiklerinizle paylaşın.
Sonraları ani bir misafirim geldiğinde yaptığım hızlı bir mandalina tatlısı vardı. Onu da öğrenmiştim. O tatlının tarifini vermeden de geçmek istemiyorum.
Dokuz adet mandalinayı çekirdekleri varsa temizleyin. Bir kaba mandalinalarla birlikte bir çay bardağı irmiği koyun. Bunlara 3 yemek kaşığı bal ilave edin. Ve bu karışımı koyulaşana kadar karıştırıp ateşte pişirin. Koyu kıvama gelince ateşi söndürün ve bu karışımı bir kaba boşaltın. Bir müddet soğuduktan sonra buzdolabına koyun. Yaklaşık beş altı saat sonra yeterli derecede soğuduktan sonra çıkarıp üzerine hindistan cevizi serpin. Sonra servis yapıp afiyetle yiyebilirsiniz.
Tüm bu ürünleri sürekli öğreniyor, sonra yapıyor, sonra da paylaşıyordum. Herkes çok beğeniyordu. Bodrum’un sadece turizm alanında değil, kendine özgü gıda alanında da tanıtmak için her türlü desteği ve çabayı vermeye çalışıyordum. Bodrum mandalinasını dünya çapında bir marka haline getirmek ve bundan üretilen gıdaların çeşitliliğini artırmak Bodrum’un kapılarını bir başka yönüyle dünyaya açmak olacaktı. Belki de Bodrum’un kalkınması, gelişmesi ve önemli bir marka haline gelmesi Bodrum mandalinasını yaşatarak olacaktı. Bahçeleri yok etmek yerine elde kalan son bahçeleri rehabilite ederek, projeler geliştirerek bu düşünce gerçekleştirilebilirdi.
***
14 Kasım Cuma
Aldığımız kararın üzerinden üç gün geçmişti. Sonunda ise beklediğimiz haber gelmişti. Ömer Akbaş yurda dönüş yapmıştı. Zühre ile ikimiz Ömer Akbaş’ın malikanesinin kapısında nöbetteydik. Sabah saat on birde evine giriş yaptığı sırada biz de kimliğimizi gösterip içeri daldık. Destek ekip istemeyi de ihmal etmemiştik.
***
Evin kahyası Kasım bizim içeri girmemizden pek memnun olmamış görünüyordu. “Yahu beyefendi seyahatten yeni döndü, biraz dinlenmesine izin verin. Böyle olur mu? Daha adam içer girer girmez üzerine atlıyorsunuz, ama olmaz ki…”
“Sen biraz ağzını topla Kasım efendi, söylediğin laflara dikkat et!”
“Ama komiserim, Ömer Bey yoldan yorgun argın geldi; halden anlayın biraz rica ediyorum.”
O sırada Ömer Bey kapının önüne çıktı. Oldukça gür ve bariton bir sesle bağırdı. İri yarı, 1.80 boylarında, 73 yaşında olmasına rağmen diri biriydi. Fit bir vücuda sahipti. Kendine iyi bakan biri olduğu her halinden belli oluyordu. Böyle yeşilliklerle çevrili, oksijen deposu ve olimpik yüzme havuzuna sahip bir yerde insanın fit olmaması mümkün değildi. Malikanenin yan tarafında biraz ileride de toprak bir tenis sahası mevcuttu. Beyaz gömleğinin üzerine açık mavi bir süveter ve bol paçalı haki renk keten bir pantolon giymişti Ömer Akbaş. Bizi küçümser gözlerle süzüyordu.
“Ne oluyor Kasım, kim bu beyler?”
“Polisler geldi beyim!”
Ellerini iki yana açarak sordu Beyzade. “Ne oldu, ne istiyorsunuz?” diye sordu yine oldukça gür ve etkili bir ses tonuyla. Biz zavallı kulları ise beyzadeyi rahatsız ettiğimiz için mahcuptuk biraz. Tabii ki öyle değildik.
“Biraz konuşmak istiyoruz,” diyerek zaman geçirmeye çalışıyordum. Çünkü destek ekip hala gelmemişti. Onlar gelmeden adamı gözaltına almaya çalışmak bir arbedeye yol açabilirdi. Temkinli olmak da yarar vardı. Çünkü bu patronları gibi iri kıyım adamlar, sahiplerine belli ki çok bağlıydı ve onu canları pahasına korumaya hazırdı.
“Ne konuşacaksınız benimle?”
“Biliyorsunuz üç eski arkadaşınız cinayete kurban gitti. O yüzden sizinle mutlaka görüşmeliyiz.”
ARKASI YARIN...