Kültür SanatEdebiyatımızın güçlü sesi: Kadınlar

Edebiyatımızın güçlü sesi: Kadınlar

18.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:

Olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak aktarılmasıysa edebiyat, pek çok çığlık duyarız dökülen satırlarda. Kimisi öykülerinde, kimisi romanlarında atar bu çığlığı. Kadın yazarlarımızın güçlü sesini duyarak onların düşünce ve hayallerine ortak olmak, biz okurların en büyük şansı

Edebiyatımızın güçlü sesi: Kadınlar

Sinem Çelebioğlu - Türkçede edebiyat sözcüğünün kullanımı çok eskilere dayanmaz. Şinasi ve Namık Kemal’in yazılarında ve mektuplarında edebiyat sözcüğünü bugünkü anlamıyla kullandığını biliyoruz. Pek çok yeniliğin başlangıcı gibi, Tanzimat dönemine denk geliyor. Erkek egemen toplum yapısında, özellikle ilk roman örneklerinde, Berna Moran’ın ifadesiyle “Kurban” ve “Ölümcül Kadın” olarak işlenen kadın karakterlerin olduğu dönem…

Haberin Devamı

Tam da bu dönemden itibaren, ilkin mahlasla, ardından isimleriyle eser vermeye başlıyor kadın yazarlar. Yazın tarihimizin güçlü sesleri olarak örneklediğimiz, cümlelerini okurken etkilendiğimiz nice değerli kalem, takvim yaprakları düştükçe, sadece kendileriyle değil inşa ettikleri karakterlerle de toplumsal, psikolojik ve felsefi zeminde birçok konuya değindi ve değinmeye devam ediyor.

İsimlerini saymakla / yazmakla bitmez elbet ama zihinlerimize kazınan güçlü kadın yazar ve kahramanlarından birkaçını kimilerimiz için tanımak kimilerimiz içinse yeniden okumak için hatırlamak mümkün.

Halide Edib Adıvar “Vurun Kahpeye”

Kadın-erkek eşitliği, kadının eğitimi ve toplum içindeki yeri gibi konuları irdeleyen Halide Edib Adıvar’ın her romanında bir kadın kahraman yücelmektedir. Özellikle Millî Mücadele döneminde tüm zorluklara göğüs geren Türk kadınlarının güçlü duruşu, yazarın romanlarındaki kadın karakterlere yansımıştır. Vatanı uğruna canlarını feda eden kadınlara saygı duruşunda bulunan “Vurun Kahpeye”, Aliye’nin unutulmaz mücadelesinin yanı sıra Kurtuluş Savaşı’nın tüm izlerini gerçekçi bir şekilde anlatan bir destan niteliğine sahip.

Haberin Devamı

Sevgi Soysal “Tante Rosa”

1965-69 yıllarında Papirüs  ve Yeni Dergi’de öyküleri yayınlanan Sevgi Soysal’ın 1968’de teyzesi Rosel’in hayatından ilham alarak yazdığı “Tante Rosa”, birbirine ustalıkla bağlanan on dört öyküden oluşuyor. Özgürlüğünü savunan bir kadın portresi çizen satırlar boyunca kadınlık ikilemlerine, kendine has alaycı bir üslupla değiniyor yazar. “Tante Rosa, bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır” alıntısı, bambaşka bir okuma serüveni ve hayata farklı bir cepheden bakan bir karakterle baş başa olacağımızın en güzel habercisidir.

Fatma Aliye Hanım “Muhadarat”

Çok değerli hocam Nüket Esen’in tabiriyle “Türk romanının edebî annesi” Fatma Aliye Hanım, ismini gizlemeden yazdığı bu romanında, inşa ettiği medeni ve güçlü karakteri Fazıla aracılığıyla kadın meselesi ve eğitimine dair pek çok söz söyler. Eser boyunca üç ayrı mekânda gördüğümüz Fazıla, bir karakterin gelişimini net bir şekilde gözler önüne serer. Yazarın öncü bir bakışla kadının toplumdaki yeri ve seçimlerine dair itirazlarını satır aralarında aktardığı romanın baş kahramanının zeki, çalışkan, uyumlu ama inatçı yapısıyla da ortak noktaları olduğunu bilerek okumak ayrı bir keyif sunar.

Haberin Devamı

Edebiyatımızın güçlü sesi: Kadınlar

Suat Derviş “Fosforlu Cevriye”

Türk edebiyatının en üretken kadın yazarlarından biri Suat Derviş. Kırk dört yıl boyunca yazmış. Kırkın üzerinde roman, yüzden fazla öykü ve gazete yazısında imzası var. Kimisinde adıyla, kimisinde mahlasla… Kendisinden “Reşat Fuat Baraner’in eşi olarak” bahsedildiğinde “Ben, yazar Suat Derviş’im! Kimsenin karısı olarak yad edilemem” diyen yazar, romanlarını da kadın kimliği, toplumsal değerler ve çatışmalar üzerine kurguladı. İlk kez 1968 yılında yayınlanan, Türk sineması ve tiyatrosuna da damga vuran “Fosforlu Cevriye”, arka sokaklarda savrulan yaşamları, güçlü bir kadının dimdik duruşuyla gözler önüne seriyor.

Adalet Ağaoğlu “Ölmeye Yatmak”

Haberin Devamı

1950’li yıllardan itibaren Türk toplumundaki değişimleri merkeze alan Adalet Ağaoğlu, “Ölmeye Yatmak” romanında bizleri sadece özgürleşen Aysel karakteriyle tanıştırmakla kalmıyor, farklı anlatım şekillerini kullandığı metin boyunca eşsiz bir okuma deneyimi de sunuyor. Bilinç akışı, çoklu bakış açısı ve metinlerarasılık gibi postmodern tekniklerin izlendiği; dil kullanımındaki zenginliğin dikkat çektiği “Ölmeye Yatmak”, toplumun kurallarıyla çarpışan ve bir gün bir otel odasında yatağa girerek ölmeye yatan Aysel’in iç hesaplaşmasını ve özgürleşmesini anlatan çarpıcı bir eser.