06.10.2024 - 07:02 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - Batman’in ezeli düşmanıydı Joker. Ama nasıl böyle biri olmuştu? Todd Phillips beş sene önce çektiği “Joker”de Arthur Fleck’in Joker’e dönüşme sürecini hem kişisel sorunlar hem de toplumdaki yozlaşma üzerinden ele aldı. Fleck, zenginin fakiri yuttuğu eşitliksiz bir toplumda büyümüş, çocukluğunda anne ilgisi görmemiş ve cinsel istismara uğramış bir adamdı. Böyle birinin, ezilmişlerin sesi ve ‘yüzü’ olmasını tartışmaya açmıştı ilk film. Takıntılı şekilde gülen, gülümsemesi bile tehdit içeren, acıma duygusu alınmış bu karakter, “Joker” filmiyle travmatik geçmişine kavuşmuş oldu. Tıpkı Christopher Nolan’ın Batman’e travmatik bir geçmiş yüklemesi gibi…
Todd Phillips, “Joker”de Martin Scorsese’nin “Taxi Driver/Taksi Şoförü” ve “The Kind of Comedy/Komedinin Kralı” filmlerini ilham almıştı. İkinci film “Joker: Folie à Deux/Joker: İkili Delilik”te ise tarz olarak bambaşka bir türe yöneliyor: Bir nevi suç müzikaline... İlk filmde Arthur Fleck’in yaşadıklarına dışarıdan bakan seyircinin, ikinci filmde doğrudan zihninde dolaşmasını istemiş Phillips. Onun yalnız olmadığını hissettiğindeki duygularını ve hayata tutunma çabasını müziklerle ifade etmiş. “What the World Needs Now Is Love”, “If You Go Away” gibi özellikle ‘60’ların klasik şarkıları filmde önemli bir yer tutuyor. Filmin dönem ruhu olarak ‘60’lara yakın durduğunu söylemek mümkün. Zira başındaki yağmurlu sahneden Fleck’in aşk karşısındaki zayıflığına kadar (kadın-erkek kahramanın yeri değişse de) “Les Parapluies de Cherbourg”dan izler taşıyor.
‘Jokerleşmemek’ mücadelesi
İlk film “Joker”de Fleck’in hezeyanlarını düz bir akış içerisinde izlemiştik. Todd Phillips’in ikinci filmdeki tercihleri hayli riskli aslında. Çünkü ilk filmden gelen, benzer anlatıyı izlemeye odaklı seyircinin muhtemelen benimsemeyeceği bir tarz uyguluyor. Müzikal, son dönemde parlak örnekleriyle yeniden dirilmiş olsa da sinemanın ‘kırılgan’ ve en estetik yüzü. Bunu bir antikahramanın suç hikâyesine uygulamak, hazır izleyici kitlesini baştan kaybetmeyi göze almak demek bir bakıma. Arthur Fleck ile Harley Quinn’in sevgilerini, kaygılarını, aşklarını ve sanrılarını şarkılarla anlattıkları yapım, bu estetik ve renkli bölümlerin düşselliğini hastane ve mahkeme bölümlerinin sertliğiyle dengeliyor. “The Shawshank Redemption”daki mahkûm ve “Primal Fear”daki mahkeme psikolojisini anımsatan sert sahnelerde Fleck’in ‘Jokerleşmemek’ için verdiği mücadeleyi izliyoruz. Bu mücadelenin müzikal gibi ‘nahif’ bir türde anlatılması, doğru seçim olduğunu gösteriyor. Fleck’in kendisinden şaka bekleyen gardiyanlara, alter egosunun olduğunu ispatlayabilirse mahkemeyi kazanacağını düşünen avukatına ve onun Joker manyaklığını seven sevgilisine karşı mücadelesi... Filmin finali bu açıdan çok etkileyici bir noktaya bağlanıyor.
Lady Gaga rol çalıyor
Biliyoruz ki Lady Gaga gibi popüler bir şarkıcı figürü olmasa filmin müzikal ayağı sekteye uğrardı. Lady Gaga’nın, bazen neredeyse sıfır makyaj ile oynadığı karakteri daha detaylıca yazılabilseymiş keşke ama her filminde bir öncekini geçen performanslara imza atması alkışlık. Joaquin Phoenix, Oscar kazandığı Joker’i zaten elbise gibi üzerine giymesine ve hatta ikinci filmde fiziki olarak kendini daha da zorlamasına rağmen Lady Gaga onun yanında ezilmiyor, hatta tersine rol çalıyor. Brendan Gleeson ise koşulsuz itaat ve saygı bekleyen gardiyan rolünde filmin gizli yıldızı.