Kültür SanatAtacağımız oltadaki yeme takılacak mıydı?

Atacağımız oltadaki yeme takılacak mıydı?

05.08.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:

Sadece Ömer Akbaş ve Kasım Topçu cinayetinde ve David Snyder cinayetinde kendini yurt dışında olduğunu kanıtlamaya çalışmıştı; herhangi bir şüphe durumundan kurtulmak için. Ama en büyük hatası evin bodrumundaki gizli bölmede bu dökümanları bırakıp imha etmemesiydi. Üstelik gizli bölmenin kapısı da açık bırakılmıştı. Tabii evi bulacağımızı tahmin etmiyorlardı.

Atacağımız oltadaki yeme takılacak mıydı

 

Bu arada mektup üzerinde yapılan incelemede yazının Arif Ayan’a ait olduğu da belirlenmişti.

Haberin Devamı

Parmak izlerinin olmayışı Sedat Girit’i bu işlerin sorumluluğundan kurtarmıyordu. Pekala da iki kardeş bu işleri birlikte planlamış, yapmış olabilirlerdi. İzler Aylin Akbaş’a ait çıkabilirdi ama bu Sedat Girit’in işin içinde olmadığı anlamına gelmezdi.

Bu durumda Sedat Girit’in bize anlatacak çok şeyi var gibi gözüküyordu. Şimdi sıra Sedat Girit’le konuşmaya gelmişti. Sorgu odasına Sezai Amir ile birlikte girdik. Sedat uykusuz ve yorgun görünüyordu. Oldukça da zayıflamıştı. Sürekli önüne bakıyordu. İlk sözü amir aldı. Sorguda örneğin parmak izi gibi bazı bulgular çarpıtılacak ve Sedat’ın itirafı sağlanacaktı.

“Sedat, Arif Efendi’nin mektubunu okuduk. Parmak izlerini araştırdık ve Aylin Akbaş’a, yani kardeşin Yasemin’e ait olduğunu belirledik. Şimdi de senin bize gerçekleri dürüstçe anlatmanı bekliyoruz. Biliyorsun kanundan bir yere kadar kaçılır ama sonunda kaçılmaz. Şimdi bize doğruları anlat. Adaleti yanıltmaya kalkma, artık her şey bitti. Kardeşin de İngiltere’den getirilecek.”

Haberin Devamı

“Ne anlatmamı istiyorsunuz?” dedi aniden başını kaldırıp bize bakarak.

“Gerçekleri anlatmanı istiyoruz.” dedim masaya eğilerek.

“Gerçekler…”

“Evet gerçekleri anlat bize.”

“Madem gerçekleri biliyorsunuz benden neden tekrar anlatmamı istiyorsunuz?”

“Senin ağzından da duymak istiyoruz Sedat. Kardeşinle nasıl tanıştın? O evde bu cinayet planlarını nasıl hazırladınız? Cinayetleri sen mi, kardeşin Yasemin mi, yoksa birlikte mi işlediniz?”

“Siz günlüğü okudunuz, değil mi?” diye sordu Sedat bana bakarak. “Evet,” dedim.

“O zaman devamında neler oldu? Oradan başlamak istiyorum sakıncası yoksa…”

“Seni dinliyoruz.”

“Arif Efendi’nin trafik kazasında öldüğünü öğrendim. Arif Efendi’yi vuran kaçıp gitmişti. Ama ben biliyordum ki onu da sonunda Ömer Akbaş öldürtmüş, her zaman yaptığı gibi kaza süsü verdirtmişti. Bu adam bu cinayetleri alışkanlık haline getirmişti artık. Onu öldürmesinin nedeni de Arif Efendi’nin söz dinlemeyip benimle iletişime geçmeye çalışmasıydı. Çünkü bana bir şeyler anlatacakken Ömer Bey’in adamlarını görmüş ve evimden kaçarcasına uzaklaşmıştı. Korkusu kendisinden çok torununa ve gelinine bir şey yapılmasındandı. Arif Efendi’yi toprağa verdikten sonra gelini Yeşim bana bir mektup verdi. Arif Efendi bana bir şey olursa, gelinine bu mektubu bana vermesi için tembihte bulunmuştu.

Haberin Devamı

Sonra Ömer Akbaş’ın evine gittim. Önce adamları beni içeri almak istemedi. Sonra onlardan kurtulup bahçesinde oturan Ömer Akbaş’ın yanına gittim. Adamlar üzerime çullanacakken eliyle onları durdurdu. Ben de bundan istifade, babamı, kardeşimi öldürdüğün yetmiyormuş gibi zavallı Arif Efendi’yi neden öldürdüğünü bağırarak sordum. Artık sabrım kalmamıştı, her şeyi göze almıştım. Kimseyi öldürmediğini, benim tıpkı babam gibi aklımı kaçırmış olabileceğimi söyledi. Ben ise bağırıp çağırıyor, aklıma gelen her şeyi söylüyordum. Arif Efendi’nin mektubunda bana her şeyi itiraf ettiğini anlatınca, suratı kireç gibi oldu. Hepsinin yalan, deli saçması zırvalar olduğunu, hangi cüretle evine gelip hakaretler yağdırdığımı söyledi. O da bağırıyordu artık. Başıyla adamlarına işaret verince hemen gelip beni kollarımdan tuttular. Beni de bir yerlere ya dövmek ya da öldürmek için götürmek istedikleri sırada birden evin kapısı açıldı. Karşımda uzun saçlı genç bir kadın duruyordu. Onu görür görmez nutkum tutuldu. Sanki karşımda annemi görüyordum. Tıpkı küçüklüğümdeki gibi genç, capcanlı ve diri olarak karşımda duruyordu.

Haberin Devamı

***

O  zaman onun kardeşim Yasemin olduğunu, Arif Efendi’nin mektubunda yazdığı gibi şüphelenmekte haklı olduğunu anlamış oldum. Ömer’in adamları o sırada kollarımı bırakmışlardı. Ben de bundan yararlanarak kızın yanına gittim. Herkesin şaşkın bakışları arasında, ‘Sen benim kardeşim olabilirsin, mutlaka konuşmalıyız.’  diye fısıldadım. Hızlıca evimin adresini verdim. Kız irkildi ve bir adım geri çekildi. Şaşkınlıkla bana bakıyordu. Adamlar tekrar beni yakalayınca kız, ‘Bırakın adamı!’ diye bağırdı. Hemen bıraktılar. Ömer Bey de başıyla onay vermişti. Sonra evden çıkıp aşağıdaki evime doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Eve geldiğimde beklemeye başladım. Bakalım kardeşim gelecek miydi? Mesajımı alabilmiş miydi? Günlüğümü çıkarıp yazmaya başladım. Aradan bir yirmi dakika geçmişti. Tam onu gördüğümü günlüğüme yazmıştım ki, birden salonun arka tarafındaki mutfak penceresinde bir tık sesi duydum. Baktığımda kardeşime benzettiğim o kız, oradan bana bakıp el işareti yapıyordu. Pencereye gidip camı araladım. Çevresine bakınıp, ‘Seni takip ediyorlar. Ön kapıda biri var. Onları görünmeden atlat, arka sokağa gel, gri renkli bir cip göreceksin,’ dedi ve kayboldu. Gerçekten de evin bahçe kapısının orada bir kişi beni gözlüyor, bir yandan da birilerini bekler gibi yola doğru bakıyordu. Elimde günlüğümü yazdığım defteri rafta kitapların arasına görünmeyecek bir şekilde koydum. Evin içinde böyle bazı evraklarımın saklı olduğu ve kimsenin kolay kolay bulamayacağı bir gizli bölmem vardı. Oraya koymaya fırsat bulamadım. Ama Arif Efendi’nin mektubunu giderken yanıma almayı unutmadım. Sonra arka kapıdan kendimi dışarı attım.

Haberin Devamı

Komşu evlerin bahçelerine gire çıka, genç kızın söylediği arka sokağa geldim. Arkamda beni takip eden kimse yoktu. Derin bir nefes aldım. Biraz ileride çalışır vaziyette gri bir cip duruyordu. Kız beni görünce araca binmemi söyledi ve ben de onun söylediğini yaptım. Hemen gaza bastı. Ve hemen oradan uzaklaştık. Bana Ömer Akbaş’ın peşime adam taktığını ve öldüreceklerini söyledi. Ömer Akbaş’ın adamlarına talimat verdiğini kulağıyla duymuştu. Beni Güllük’te iki katlı bir eve götürdü. Bu evin kendisine ait olduğunu, kimsenin bilmediğini ve olay aydınlanıncaya kadar burada saklanmamı, bunun uzun sürebileceğini, kimselerle de irtibat kurmamam gerektiğini söyledi. Telefonumun sim kartını ve pilini çıkardı. Ona Arif Efendi’nin mektubunu okuttum. Mektubu okuduktan sonra da kardeşim olma ihtimalinin yüksek olduğunu, tıpkı annemin kopyası olduğunu söyledim. Önce sustu hiç konuşmadı. Gözlerini bir yere sabitledi öyle durdu. Sonra birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Dakikalarca ağladı. Sanki gözlerinden vücudundaki bütün sıvıları akıtıyor gibiydi. Sonra ağlaması durdu. Bana baktı, ‘Şimdi benim gitmem lazım. Şüphelenmesinler. Ben iki gün içinde gelirim, detayları konuşuruz. Buradan sakın bir yere ayrılma,’ dedi. Evde birkaç günlük yiyecek içecek bulabileceğimi söyledi. Giderken de bana güvenebileceğim birisi olup olmadığını sordu; benim de aklıma o anda Yeşim geldi. Onun telefonunu ve adresini verdim. O anda en güvenilir dost o gelmişti. Üstelik onu bir iki kez görmüş olmama rağmen ona müthiş bir güven hissetmiştim nedense.

Söylediklerini yaptım; kimseyle görüşmedim. Gerçekten iki gün sonra bir sabah Yasemin geldi. Ona her şeyi anlattım. Dondurmuş olduğum Facebook’umu yeniden aktif hale getirip, annemin, babamın ve onun küçüklüğünün fotoğraflarını bulup gösterdim. Aslında o da birçok şeyi anımsamıştı. Babasını, annesini ve beni hayal meyal hatırlıyordu. Yeniden gözyaşlarına boğuldu. Hatta evime giderse gizli bölmede ona ait gözleriyle ilgili raporları, annemin, babamın, benim ve kendisinin daha çok fotoğraflarını bulabileceğini söyledim. Ona bahçemizi, mandalinaları, onun nasıl ağaçlara tırmandığını, babama nasıl bağlı olduğunu, kısaca bizi, bizimle geçirdiği o mutlu beş yılı anlattım.

Yasemin düşünmeye başladı. Mutlaka kardeşlik testi yaptırmamız gerektiğini anlattı. Ama bunun hemen yapılmayacağını, zamana ihtiyaç olduğunu, bu iş çözülene kadar artık evime gidemeyeceğimi, kısaca ortadan kaybolmam gerektiğini anlattı. Beni Güllük’teki evde kimsenin bulamayacağını, bir aksilik olursa onu aramamı istedi. Bana Yeşim Ayan adına kayıtlı bir telefon numarası verdi ve benim dışımda kimseyle görüşmememi istedi. Yeşim’le görüşmüş, tehlikede olduğumu söylemiş ve yardımını istemişti. Zavallı kadıncağız da hemen kabul etmişti. Yeşim’e ne olur ne olmaz diye bulunduğum yerin adresini ve nerede olduğumu söylememişti. Bu arada bahçeyle ilgilenmesi için ona ismini verdiğim kişiyi, Ahmet’i ayarlamıştı. Ahmet benim olduğumu anlamasın diye onun evine Yeşim aracılığıyla not bırakıyorduk. Parayı da Yeşim önceden notta yazdığı yere gidip bırakıyordu. Paranın yerini belirtmek için bazen kullan at telefonları da kullanıyorduk. Hiçbir iz bırakmamamız gerektiğini, Ömer Akbaş’ın adamlarının her yerde beni aradığını da söylüyordu Yasemin. ‘Bu iş nasıl çözülecek?’ dediğimde de, ‘Sen sakın merak etme, ben bir yolunu bulmaya çalışıyorum, mutlaka çözeceğim,’ diyordu.

Sonra birdenbire o insanların ölüm haberlerini duymaya başladım. Ama benim bunu Yasemin’in yaptığından haberim yoktu. Ara sıra buraya geliyor, biraz konuştuktan sonra gidiyordu. ‘Adamlar öldürülmüş,’ dediğimde de, ‘Görüyorsun işte, ilahi adalet yerini buluyor. Su testisi su yolunda kırılır…’ gibisinden sözler edip konuyu geçiştiriyordu. ‘Senin parmağın var mı bu işte?’ diye bazen aklıma sormak geliyordu ama onun böyle şeyler yapabileceğine inanmıyordum. Adamların bir iç hesaplaşması gibi görüyordum. Yasemin geldiğinde bazen evin bodrumuna iniyor orada bir şeyler yapıyordu.

Bodrumun kapısı hep kilitliydi. Bana da biraz daha zaman olduğunu, sorunun çözüleceğini anlatıyordu. Sonra yaptırdığı testte kardeş olduğumuzun bilimsel olarak da kanıtlandığını söyledi. Bana test raporlarını gösterdikten sonra uzun uzun sarıldı. Bana, ‘Biliyor musun?’ dedi. ‘Ben mandalinaları hiçbir zaman unutmadım. Hala onların kokularını alırım,’ diye de ekledi.

İki yıldır evdeydim. Bu sırada mandalina özlemimi bölgedeki mandalina  bahçelerinde yetiştiricilik yaparak ve kimliğimi gizli tutarak gideriyordum. Yasemin’in bu cinayetleri işlediğini bilmiyorum. Eğer o yaptıysa ve bunu bilseydim onu mutlaka engellemeye çalışırdım. Bu intikam cinayetlerini durdururdum. Siz geçen gün Aylin’in adını verince, onu suçlayacağınızı anladım ve ‘Ben yaptım,’ dedim. Ama onun yaptığından emin misiniz, hala bilmiyorum. Kardeşimi yıllar sonra bulmuşken yeniden kaybetmek istemiyorum. Anlatacaklarım bundan ibarettir.”

“Biz senin öldürmediğini biliyorduk. Zaten senin öldürmediğini anlamıştık ama suça ortak olduğunu düşünüyoruz. Bütün bunları bilmemen pek inandırıcı gelmedi.”

“İster inanın ister inanmayın, ben size bütün gerçekleri, bildiğim tüm doğruları anlattım. Bundan sonrası size kalmış.”

***

Taşlar yavaş yavaş yerine oturuyordu. Ama bütün bu açıklamalar, itiraflar, Sedat Girit’in hala cinayetlerde parmağı olmadığını, en azından ikinci adam olmadığını açıklığa kavuşturmuyordu. Yalan söylüyor da olabilirdi. Ama benim sezgilerim doğru söylediği yönündeydi. Şimdi Aylin Akbaş’ı veya Yasemin Girit’i buraya getirebilmemiz için Sedat Girit’i cinayetlerin baş sorumlusu, yani katil olarak göstermemiz gerekiyordu. Bakalım Aylin Akbaş, yani Yasemin Girit, ağabeyine yapacağımız bu suçlamalar karşısında bir tepki verecek miydi?

Asıl merak ettiğimiz soru buydu… Atacağımız oltadaki yeme takılacak mıydı?

ARKASI YARIN...