26.05.2024 - 07:02 | Son Güncellenme:
Ümran Avcı - "Kaçtığım bütün savaşların yaralarını taşıyorum” demişti Fernando Pessoa. Yazı işçiliğinde çeyrek asra yaklaşan İsmail Güzelsoy, son romanı “Rölanti Çıkmazı”nda aynı yerden yara alan ‘tutunamayanlar’ ile kudretli insanlar eliyle açılan yaraların, yarattıkları mağduriyetlerin hikâyesini anlatıyor. Roman, Misi Köyü ile İstanbul’daki sırlarla dolu bir çıkmaz sokakta geçiyor. Balkona çıktığı için baba şiddetiyle tek ayağı aksayan ve hayatı boyunca bir daha balkona adım atamayan Perizad, duygusal yoksunluktan yarım akıllı kalan Musta, parmak adam Kosta, konuşan casus kargalar, sirkten kaçıp kenti korkuya sürükleyen kaplan, yıllar öncesinin intikamı için 27 yıl bekleyen Sülün Osman’ın muadili rant peşinde koşan Taş Muzo… Yazar, karakterleri üzerinden anlattığı temposu hiç düşmeyen hikâyede okuru hayat, insanlar, adalet ve vicdan gibi kavramlar üzerine düşünmeye itiyor.
■ Mimarlık, tarih, antropoloji gibi farklı disiplinler üzerine çokça çalışıldığı belli bir eser… Hazırlık süreciyle başlayayım isterseniz?
‘Hazırlık süreci’ dediğiniz şey benim yazma maceramın ta kendisi aslında. Yani kaleme alma aşamasına kadar ortalama bir yıl çalışıyorum. Kaleme alma faslı en az zorlandığım aşama. Ancak bu romanda farklı bir savruluş hâli yaşadım. Güzel bir savruluştu! Nilüfer Belediyesi’nin davetiyle Misi köyüne gidip birkaç ay oradaki yazar evinde kalıp romanın ilgili bölümlerini orada yazma şansı buldum. Alışık olmadığım bir raydan çıkış hâliydi ve çok iyi geldi. Bu tür şeylere ‘pozitif travma’ diyesim geliyor. Üzerimde tam olarak böyle bir etki yarattı. Perizad’ın geçtiği yollarda yürümek falan. Başlangıçta biraz yadırgasam da sonrasında rahat ettim.
■ Bir yanıyla büyülü bir hikâye bir yanıyla da şiddet mağduru kadınların, farklılıkları yüzünden hor görülüp ötekileştirilenlere mercek tutan bir roman…
Şiddeti yalnızca fiziksel bir saldırı hâline indirgemek gibi sorunlu bir ezberimiz var. Fukaralık, yoksunluk, özgürlüğünden mahrum edilmişlik hâlleri ağır birer şiddet örneğidir. Ben bunların bir panoramasını yapmayı düşünmüştüm başlangıçta. Yani romanda şiddetin tüm türevleri görülecekti ama tabii bu dediğim hayal. Çünkü kurgunun kaldırabileceği kadarını işleyebilirsiniz. Kosta’nın yaşadığı şiddet, kentlerin, Musta’nın, hatta Madam Anabel’in maruz kaldığı şeyler birer şiddet örneğidir.
■ Ve bu durumu sergilemek istediniz…
Evet çünkü içinde bulunduğumuz şu heyecansız, umutsuz ruh hâlini yaratan şey, uğradığımız şiddetler silsilesinin olağan sonucudur. Her zaman söyledim ve ömrümce de tekrarlayacağım, günümüz insanı ağır bir iğdişlik hâli içindedir. Neoliberalizmle taçlanan şiddet rejimleri sonunda kültür adacıkları inşa etmeyi başardı. Yaratıcı, coşkulu, çocuksu yanlarımızı tıraşladılar. Geriye yalnızca konut kredi taksitleri ödemekten, akşam tencere kaynatabilmekten, çocuğunu okutabilmekten başka gailesi olmayan kitleler kalmış durumda. Asgari varoluş standartlarına hapsolduk. İnsanlık ideali bu değildi. Bize yalan söylendi. Şimdi bu yalana itiraz edecek enerjimizi de elimizden alabilecekleri en güçlü araç korku ve iğdişleştirme yani şiddet… Şiddetin tüm türevleri…
‘Bencillik bir görme kusuru mu?’
■ “Masumların kanı bu gezegenin lanetidir”, “Kimse sancısız bir kahkahadan söz etmesin artık” cümleleri dünyanın insan eliyle geldiği son noktanın özeti…
Galaksideki en latif, en verimli gezegenden bir cehennem yaratmayı başarabildik. En çok da neyi merak ediyorum biliyor musunuz? Bu yıkımı, şiddeti, bu yavanlığı yaratanlar acaba kendi çocuklarının, torunlarının da bu gezegende yaşayacağının farkında değiller mi? Bu kadar mı benciller! Bencillik bir görme kusuru mu yoksa? Bencillik kendine zarar vermenin en etkili yollarından biri galiba.
■ Tanrı’nın yarattığı hiçbir şeyin kalmadığını belirtiyor anlatıcı… Yeşil cenneti, diyarları beton cehennemine çevirmemize bir öykünme…
Değer verdiğiniz birinin yaptığı herhangi bir eseri çöpe atar mıydınız? E, Tanrı’ya inanan biri onun eseri olan bir ağaca nasıl balta saplayabilir? Bırakın sokak köpeklerine ölüm fermanı çıkarmayı, onu korumayı görev bilmeli böyle biri. Çünkü bunlar Tanrı’nın eserleridir. Hem “Mülk Allah’ındır” diyeceksin hem de o mülkün üzerine iki kaçak kat daha çıkıp rant kazanmanın yollarını kollayacaksın. Yok ya, ne güzel iş!