28.10.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
Türk savunma sanayiinin temeli Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselme devrine kadar uzanıyor. Bu dönemde top ve savaş gemileri gibi çağın en önemli savaş araç ve gereçleri tamamen yerli imkânlarla üretilmiş, “Tophane-i Hümayun” İmparatorluk silah sanayiinin temelini oluşturmuş ve bir defada 1060 top döküm ve ayda 360 kilo barut üretim kapasitesine ulaşılmış, ayrıca, savaş gemisi üretim kapasitesi ve teknoloji düzeyi de Avrupa ülkelerinin çok ilerisinde olmuştur. Cumhuriyet döneminde savunma sanayii, topyekûn sanayileşme ve kalkınma hareketinin önemli bir parçası olarak kabul edilmiş ve bu doğrultuda ilk planlı dönemde savunma sanayiinin devlet eliyle geliştirilmesi öngörüldü. Karşılaşılan tüm iktisadi ve teknolojik olumsuzluklara rağmen, Cumhuriyet’in ilk yıllarında ulusal savunma sanayii bakımından temel oluşturacak nitelikte bazı yatırımlar yapılmış, başta 1921 yılında Askeri Fabrikalar Genel Müdürlüğü’nün kuruluşu olmak üzere, özellikle silah-mühimmat ve havacılık sektörlerinde önemli girişimlerde bulunulmuştur.
Çağ açan tek Türk hükümdar olan Fatih Sultan Mehmet, bilim ve teknolojiye verdiği önemle Türk savunma sanayiinin gelişmesinde öncü rol üstlendi. Kendisinden önce 29 kez kuşatılmış olmasına rağmen bir türlü fethedilemeyen İstanbul, 22 km uzunluğunda ve 4,5 metre genişliğindeki surlarla korunuyordu ve bu duvarları aşıp İstanbul’u almak ne okçularla ne de Yıldırım Beyazıt’ın 1399’da kullandığı toplarla başarılabilirdi. Fizik bilimine, silahlara ve mekanik mühendisliğe merakı olan Fatih Edirne’de hummalı bir çalışmaya girişti. Dünyanın en uzun taş köprüsü olarak bilinen Edirne’deki Uzunköprü’nün ve Rumelihisarı’nın da mimarı olan Mimar Müslihiddin, Macar top döküm ustası Urban ve Saruca Paşa Fatih’in hayal ettiği topları üretmeye koyuldular. İstanbul’un fethinde kullanılan Şahi (Vasiliki) adı verilen, uzun menzilli, iki parçalı, 8 ton kovan ağırlığında, en kısa namlu uzunluğu 91,5 cm olan ve dönemin en etkili topu kabul edilen topların krokisini bizzat Fatih Sultan Mehmet çizdi. Balistik, menzil, fırlatma, ağırlık ve tesir gücü gibi konuları Osmanlı mühendisleriyle birlikte çalıştı. 800 kg ağırlığında bir gülleyi 1200 metre menzile fırlatan bu topların Edirne’den İstanbul kapılarına getirilmesi tam 2 ay sürdü. 50’den fazla öküzle çekilen bu top arabalarının çıkardığı gürültü ve yollarda neden olduğu tahribat nedeniyle Edirne halkı önceden uyarıldı. Tarih sayfalarına “Fatih’in Şahi Topları” diye geçen bu topların en büyüğü 1866’da Sultan Abdulaziz tarafından İngiltere Kraliçesi Victoria’ya hediye edildi. Bugün hala Kraliyet Cephanesi Koleksiyonu’nun bir parçası.
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul kuşatması sadece İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesi açısından değil, dünya savunma tarihi açısından da son derece önemli. Zira Fatih aynı zamanda tarihte ilk kez İstanbul kuşatması sırasında kullanılan ve tasarım ve balistik hesaplamasını kendisinin yaptığı “havan topunun” da mucidi olarak biliniyor.
Top döküm teknolojisinde gerçekleşen kritik gelişmelerin zirve yaptığı dönemde Tophane-i Amire’nin kurulmasıyla Osmanlı topçuluğunun kurumsallaşmasında önemli bir adım atıldı. Bir defada 1060 top dökülebilen ve ayda 360 kg barut üretilebilen Tophane, Osmanlı İmparatorluğu’nda silah sanayiinin temelini oluşturdu. Bunun da ötesinde dünya topçuluk tarihinde dikkate değer bulunan seyyar top dökümhanelerini geliştirmiş ve iki parçalı büyük muhasara toplarını dökmeye başladılar. Fatih’in toplarında yapılan analizler, Osmanlıların ideal bronz (tunç) karışımını Avrupa’dan tam bir asır önce uyguladığını kanıtlar nitelikte. Aynı şekilde ısınan top ve diğer ateşli silahları yağ ile soğutma uygulaması da ilk defa o dönemde başarıldı.
Savaş gemilerinin “yerli” yükselişi
Osmanlı’nın Yükselme Dönemi’nde sadece Fatih Sultan Mehmet Devri’nin (1451-1481) topları değil, savaş gemileri gibi çağın en önemli harp araç ve gereçleri de yerli imkânlarla üretildi. Bu dönemde savaş gemisi üretim kapasitesi ve teknoloji düzeyi, Avrupa ülkelerinin çok ilerisindeydi. Osmanlı’nın deniz seferleri ve tersanelere verdiği önem 1300’lü yıllar kadar eski bir tarihe dayanıyor. Orhan Bey 1331’de İznik ve Gemlik’le birlikte Gemlik’te bulunan tersaneyi de aldı, bunu Güney Marmara sahilleri ile Karamürsel ve daha batıda, Kemer’deki tersaneler izliyor. Daha sonra Yıldırım Beyazıt Dönemi’nde, 1390’da Gelibolu Tersanesi’nin temelleri atıldı, Fatih Sultan Mehmet Dönemi’nde ise ikinci büyük tersane olan Haliç Tersanesi’nin inşasına başlandı. Fatih’in ardından II. Beyazıt Dönemi’nde (1481-1512, Haliç Tersanesi genişletilirken Ceneviz Raguza’dan mühendisler getirtildi. Burada Beyazıt o zamana kadar Akdeniz’in gördüğü en büyük iki gemiyi inşa ettirdi. Bu yaklaşımla sonraki Padişah Yavuz Sultan Selim (1512-1520) İstanbul Kadırga Tersanesi’ni yaptırdı. Bu dönemde yapılan İstanbul Taşkızak Tersanesi’nin kapasitesi Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde (1520-1566) artırıldı. İnebahtı Deniz Muharebesi’nde tamamen yok olan donanma, beş ay gibi kısa bir sürede 200 gemide müteşekkil olarak yeniden inşa edildi. Ayrıca Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ni Portekiz saldırılarından korumak maksadıyla Süveyş Tersanesi tesis edildi. Böylece 17’nci yüzyılda Osmanlı, savaş gemisi üretiminde Avrupa ülkelerinin oldukça ilerisine geçti ve İstanbul Tersanesi bir seferde 137 gemiyi denize indirebilecek düzeye ulaştı.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 17’nci yüzyıla kadar her dönemde, harp sanayi faaliyetlerine önem verdi ve bu doğrultuda yapılanmaya gitti. Ancak 19’uncu yüzyıldan itibaren dünyada meydana gelen gelişmelerin gerisinde kalan Osmanlı Devleti son dönemlerinde bu etkinliğini sürdüremedi. Devletin son yıllarında harp sanayi alanında yeni bir yapılanmaya giderek “İmalât-ı Harbiye-i Umumiye Müdürlüğü” kuruldu. Osmanlı döneminde bazı modernleşme çabaları da görüldü. 1839 Tanzimat Fermanı ile birlikte Batı tarzı reformlar başlatıldı. Bu dönemde bazı modern silahlar ve teçhizatlar alındı.