17.08.2021 - 14:05 | Son Güncellenme:
Esma MURAT-Harun UYANIK-İhsan DÖRTKARDEŞ-Yalın ONAT -Osman BAKIR/İSTANBUL (DHA)
Gelen son dakika haberine göre; AFAD, son 10 yılda Türkiye'de meydana gelen deprem sayısını açıklayarak harita paylaştı.
Sosyal medyadan yapılan açıklamada, "AFAD Deprem Dairesi tarafından son 10 yılda ülkemiz ve yakın çevresinde çözümlenen deprem sayısı 279357 dir." denildi.
AFAD'dan yapılan bir diğer açıklamada da, "Son 10 yılda yıllık olarak illerin deprem sayıları. Haritadan görüleceği gibi sismik olarak oldukça aktif olan ülkemizde deprem olmayan ilimiz yok ! Son 10 yılda illerimizde meydana gelen deprem sayıları ve toplam deprem sayısına oranını gösteren İnteraktif Koroplet Harita'ya aşağıdaki link'ten ulaşabilirsiniz." denildi.
TIKLAYIN
AFAD'dan yapılan bir diğer açıklamada ise; "Ülkemiz ve yakın çevresinin deprem aktivitesi AFAD tarafından işletilen farklı teknolojilerde 1111 istasyon ile 7/24 esasına göre takip edilmektedir. Doğru, hızlı ve güvenilir deprem bilgisine Başkanlığımız resmi internet siteleri, sosyal medya hesaplarından ulaşabilirsiniz." denildi.
17 Ağustos depreminin 22’nci yıldönümünde Türkiye’de deprem riskiyle karşı karşıya olan bölgelerle ilgili önemli açıklamalarda bulunan İstanbul Gelişim Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Dekanı Neotektonik ve Deprem Uzmanı Prof. Dr. Haluk Selim, Kuzey Anadolu Fayı’nın kırılmayan 2 segmenti kaldığını ve bunun büyük bir risk taşıdığını söyledi.
Bu durumda Marmara Denizi ve Doğu Anadolu Bölgesi’nin tehdit altında olduğunu kaydeden Selim, “Kuzey Anadolu Fayı, 1999’da meydana gelen iki depremle bölgeyi etkilediğini” belirtti. Kuzey Anadolu Fayı, 1939’da başlayan bu süreçte 60 sene içerisinde yaklaşık 11 tane 7’den büyük depremlerle yaşadığımız bu coğrafyada büyük ölçüde etkisini gösterdi.
Fay, 1999’daki depremlerle batıya kadar ulaştı. Fakat sonrasında ne oldu? Daha Batıya doğru ilerlemesi gerektiği halde, Düzce’ye döndü ve ikinci deprem meydana geldi. Şu anda riskini Marmara Denizi’nde devam ettiriyor” dedi.
Kuzey Anadolu Fayı’nın burada kırılmayan 2 segmenti kaldığını aktaran Prof. Dr. Selim, “Bir tanesi en doğu uç noktasında 100 kilometre uzunluğundaki Yedisu Segmentidir. Bu segment Kuzey Anadolu Fayı’nın, Karlova’ya kadar uzanan bölümü üzerinde yer alır.
O da henüz kırılmadı ve büyük bir risk teşkil ediyor. Her an kırılabilir ve 7’den büyük hasar yapıcı ve yıkıcı bir deprem meydana getirebilir. Bir diğeri de Kuzey Anadolu Fayı’nın en önemli lokasyonlarından biri olan Marmara Bölgesi’ndeki 115 kilometrelik fay hattıdır.
O da kırılmadı. Bu da maalesef Tekirdağ’dan başlayıp, İstanbul merkezli, İzmit’e kadar uzanan ve Bursa, Balıkesir’in bazı ilçelerini kapsayan birçok bölgeyi etkileyecek olan olası bir deprem olarak karşımıza çıkıyor.
Buna olası İstanbul depremi demek de çok yanlış. Çünkü bu bölgede birçok alanda yerleşim alanları ve nüfus, sanayi, finans merkezi var” ifadelerini kullandı.
“Bu depremin olmaması Kuzey Anadolu Fayı için pek hayra alamet değil. Burada büyük bir risk faktörü olarak Marmara Bölgesi ön plana çıkmış oluyor” diyen Prof. Dr. Selim, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu bölgede 17 Ağustos 1999’da bir deprem meydana geldi. Üzerinden 22 sene geçti ve Kuzey Anadolu Fayı üzerinde hala bir deprem meydana gelmedi. Bunun sebepleri de var. Bu nedenleri de tartışmak gerekir. Bu periyodlara bakıldığında istatistiksel bir bilgi ortaya çıkabilir.
Sadece Doğu Marmara’yı ele alırsanız; 948, 256 ve 245 sene aralığında bir deprem (1999 depremi) meydana geliyor. Periyodu böyle. Batı Marmara’yı ele alırsanız, İstanbul merkezli depremlerde yine 950 sene, sonra bir deprem meydana geliyor.
Ardından 257 sene sonra bir deprem ve sonrasında deprem yok. Burada 257 seneyi ve 1766 depremi üzerine toplarsak, bu periyodu biraz da geniş düşündüğümüzde 2026’ya kadar fay kırılacak gibi bir tablo çıkıyor ortaya. Ama bu tamamen istatistiki bir bilgi.”
Prof. Dr. Selim, “Şu anda risk alan olarak Batı Anadolu Bölgesi’nde, belki Midilli Adası’nın hemen güneyindeki Midilli Fayı’nın, belki Sisam Adası’nın Batı kesiminde yer alan Atina’ya doğru olan kesimde denizin içindeki faylar ya da kara uzantısı olan Küçük Menderes, Büyük Menderes ve Gediz graben sistemlerini hareket ettirebilir. Çünkü 2020’de Ege Denizi ve civarında 5’ten büyük birçok deprem kaydedildi. Bunun nedeni 2 Mayıs 2020’de meydana gelen 6,4’lük Girit Adası depremidir. Şu anda devamlı Ege Denizi geriliyor. Bu bölge yani Ege Denizi ve Ege Bölgesi tamamen risk altında. Bu bölgedeki gerilme, Kuzey Anadolu Fayını da etkiliyor ve buradaki yani Marmara Bölgesi’ndeki depremi geciktiriyor. Ege Denizi’nde ne kadar çok 6’dan büyük deprem olursa, Marmara Denizi’ndeki olası İstanbul depremi de gecikecektir” diye konuştu.
“Kuzey Anadolu Fayı’nın kuzey kolu, Marmara Denizi içerisinden yaklaşık doğu-batı doğrultusunda uzanıyor" diyen Prof. Dr. Selim şu ifadeleri kullandı:
"115 kilometrelik fay hattı Marmara Denizi’ni adeta iki parçaya ayırıyor. Dolayısıyla kırılacak olan fay hattı 115 kilometrelik, sağ yanal geometriye sahip ve yaklaşık 11-12 km derinliktedir. Buradaki fayın karakteri 7’den büyük hasar yapıcı ve yıkıcı özellikte bir deprem üretme kapasitesine ve enerjisine da sahiptir. İstanbul’daki yapılarda özellikle Anadolu Yakası’ndan başlayacak olursak; Tuzla, Kartal, Pendik, Kadıköy ve Üsküdar’a kadar olan yapı stoğunda yüzde 40 ölçeğinde bir risk olduğunu söylemek gerekiyor. Avrupa Yakası’ndaki yapılara baktığımızda ise bu risk oranı yüzde 60’lara kadar çıkıyor. Çünkü bu yaka daha geniş bir sahil kesimine sahiptir. Silivri’ye kadar uzanan hattın devamında Tekirdağ ve sahiline kadar geçen bu kesimdeki yapı stoğu oldukça riskli bölgede yer alır. Zemindeki sıvılaşma riski ve yapıların özelliği burada ön plana çıkmaktadır. Hem Anadolu hem de Avrupa Yakası’nda finans problemlerinin çözülerek, yerel yönetimlerin, vatandaşların ve devletin el birliği yaparak çözüm üretmeleri ve bu binaların kentsel dönüşümünün yapılması şarttır.”
17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi'nin 22. yıldönümünde Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Haluk Özener, DHA'ya özel açıklamalar yaptı.
0.2 büyüklüğündeki depremleri bile tespit edebildiklerini söyleyen Prof. Dr. Haluk Özener, "1999 depremi sırasında bizim sadece 30 tane deprem izleme istasyonumuz vardı. Dolayısıyla depremi belli bir büyüklüğe kadar tespit edebiliyorduk. 1999 depremi sonrası gerçekleşen projelerle bugün Türkiye'yi 476 farklı sensörle 7 gün 24 saat takip edebiliyoruz.
Aynı zamanda Marmara bölgesinin deniz tabanına yerleştirmiş olduğumuz sismik istasyonlarla 0.2 büyüklüğündeki depremleri dahi tespit edebiliyoruz. Aynı zamanda GPS gözlem istasyonlarımız var. O istasyonlarla yer kabuğundaki hareketleri milimetre hassasiyetinde tespit ederek, hangi faylarda ne kadar enerji biriktiğini ve ne büyüklüğünde depremler olabileceğini ön görebiliyoruz" dedi.
Depremin ne zaman gerçekleşeceğini söyleme şanslarının olmadığını belirten Prof. Dr. Haluk Özener, "Vatandaşların bizlerden beklentisi depremin nerede ve ne zaman olacağı yönünde oluyor. Ancak biz sadece biriken enerji kapsamında hangi bölgelerde ne büyüklükte deprem olabileceğini söyleyebiliyoruz. Zaman verme şansımız yok. Böyle bir teknoloji dünyanın hiçbir yerinde yok" diye konuştu.
Prof. Dr. Haluk Özener, sözlerine şu şekilde devam etti: "Diri fay haritasına baktığımızda Türkiye'de 550 civarında aktif fay bulunuyor. Bunlar tespit edilebilen faylar, bir de tespit edilemeyen faylar var. Dolasıyla Türkiye'nin birçok yeri deprem tehlikesi altında. Yani Türkiye'nin herhangi bir yerinde deprem olması sürpriz değil. Ancak kuzey Anadolu fayının 1939 Erzincan depreminden sonra depremlerin batıya doğru bir göçü var. Bu göçün Marmara Denizi'ne kadar geldiği tespit ediliyor. Bir de 1912 Şarköy Mürefte Depremi var. Dolayısıyla aradaki boşluğu bir Marmara Denizi boyunca yaklaşık 130 kilometrelik bir alanda sismik boşluk olarak değerlendirebiliyoruz. Erzincan Yedisu segmenti ve Doğu Anadolu'da bulunan belli bölgeleri uzun süredir deprem üretmiyor. Bu bölgelerin deprem tehlikesi altında diyebiliriz."
Türkiye'de 7'nin üzerinde deprem üretebilecek fayların bulunduğunu vurgulayan Prof. Dr. Haluk Özener, "Olası Marmara Depremi'nin 7'nin üzerinde olması bekleniyor. Burada önemli olan depreme ne kadar hazır olduğumuz. Bu noktada hem vatandaşa hem de karar vericilere önemli yollar düşüyor. Türkiye'nin depreme yüzde yüz hazır olan bir ülke olduğunu sanmıyorum. Ancak deprem olduğunda dünyanın en gelişmiş ülkesi de olsa can ve mal kayıpları olabiliyor. Aynı zamanda vatandaşlarımızda bilinç olarak bir eksiklik var. Çünkü kaderci bir milletiz. Hep 'Allah korusun' deriz ama Allah'ta insana bir akıl vermiş. Allah'ın vermiş olduğu bu aklı da kullanmamız lazım" ifadelerini kullandı.
Depremle ilgili doğru bilinen yanlışları sıralayan Prof. Dr. Haluk Özener, "Depremler genelde doğa olaylarına bağlanıyor. 'Hava deprem havası, güneş tutulması ya da ay tutulması oldu deprem olacak' gibi söyleyenler doğru değil. Yani doğa olayı oldu diye deprem olmuyor. Zaten depremler kendi kendine oluyor. Bir de 'küçük küçük depremler olduğunda fay hatları rahatlıyor' deniliyor. Bu durum teorik olarak doğru, ancak pratikte bu durum mümkün değil. Çünkü her depremin arasında 32 kat enerji farkı var" dedi.
Prof. Dr. Haluk Özener, "Merkezimiz tarafından Türkiye ve yakın çevresinde olan deprem sayılarına baktığımız zaman günde 80 ila 100 tane deprem oluşuyor. 2017 senesinde deprem sayılarında bir artış söz konusu. 2017 yılında toplam 36 bin deprem olmuştu. Her yıl biz deprem izleme sistemimizin genişlemesiyle 25 bin deprem kaydı yapıyoruz. Bu da çok ciddi bir sayı. 2021 yılının ilk 6 ayında ise bu sayı 16 bin civarında. Bu yılın sonuna kadar bu sayının 25- 30 bin civarlarına yaklaşacağını ön görüyoruz" diye konuştu.
Tsunami alanında yaptıkları çalışmaları da anlatan Prof. Dr. Haluk Özener, "Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü 1968 yılında kuruldu. 1894 Büyük İstanbul Depreminin ardından 2. Abdülhamid'in İtalya'dan getirttiği cihazlarla deprem gözlemleri yapmaya başladık. Dünya üzerindeki sayılı deprem merkezlerinden biriyiz. Amerika'dan önce bu işe başladık. Yani 127 yıldır biz bu depremleri gözlemliyoruz. 2012 yılında tsunami konusunda da çalışmalara başladık. 2017 yılında tsunami alanında akredite olduk. Akredite olmak demek, sadece Türkiye için değil, Ege Akdeniz, Karadeniz ve bağlantılı denizlerde tsunami servis sağlayıcısı olmak demek. Denizlerde olan beş buçuk büyüklüğündeki bir depremden sonra biz AFAD'a ve bize abone olan bütün ülkelere acil durum mesajı gönderiyoruz. Bu mesaj için 25 deniz seviyesi gözlem istasyonundan veri alıyoruz" ifadelerini kullandı.
Bilim Akademisi Üyesi Yer Bilimci Prof.Dr. Naci Görür 17 Ağustos 1999 depremini değerlendirdi. 1999 depreminin daha dikkatli olmamız gerektiğini öğrettiğini söyleyen Görür, olası Marmara depremiyle ilgili de konuştu.
Bilim Akademisi Üyesi Yer Bilimci Prof.Dr. Naci Görür, "1999 depremi bize daha dikkatli olmamız gerektiğini öğretti. İnsanlarımızın, yöneticilerimizin deprem hakkındaki görüşleri depreme karşı verdikleri tepki daha olumlu yönde. 99 depreminde 20 bin kişiye yakın insanımız maalesef öldü. Ondan önceki depremlerde de, binlerce insan öldü. 1939 ile 1999 arasında yaklaşık 70 bin insanı kaybettik, demek o depremler bize bir şey öğretmemiş ki biz bu kayıpları verdik.
Biz bu depremleri bir afet yönetimi gibi algıladık, olduğu zaman yaraları sarmaya gittik ve yıkılanları, kırılanları düzeltmeye çalıştık. Bugünkü bilim ve teknoloji deprem olmadan önce zararları azaltacak çalışmalar yapmayı gerektiriyor. 99 depremi Türkiye'ye depremle nasıl yaşanması gerektiğini anlattı ama henüz daha anlatımın gereği olan yapılanmayı yapmadık, hazırlığımızı hala tamamlayamadık" dedi.
Prof.Dr. Naci Görür "İstanbul depremi bize pahalıya patlayacak, üzülerek söylüyorum. İstanbul'daki yapı stoğunun depreme karşı güvenli değil. Bizim fazla zamanımız yok, yani bu yapılacak şeylerin hızla yapılması gerekiyor. Ülkemizde şu anda farklı sorunlar da var.
Yangın sorunu, sel sorunu ile de insanları kaybediyoruz. Buralara da yetişmek zorundayız ama deprem de beklemez. Deprem çevreye büyük zararlar veriyor. Depremde milyonlarca ton moloz çıkıyor, bu molozları o telaşla gömüyoruz bu gömdüğümüz molozlar daha sonra kimyasal değişikliklere uğruyor, yağmur ve yer altı sularıyla bu zehirli maddeler denizlerden balıklara balıklardan insana dönüyor.
Ekonominin de planlanması lazım , Marmara Bölgesi Türkiye'nin can damarı, burada bütün fabrikaların kapandığını ekip, ekipman ve iş gücünün büyük hasar aldığını düşünün, bunu hemen yarın düğmeye basıp çalıştıramazsın, aylarca üretmeyen bir Marmara; Türkiye'yi diz üstü çöktürür" diye konuştu.
Prof.Dr. Görür konuşmasını şöyle sürdürdü: "En az beklenen deprem minimum 7.2. Minimum 7.2 ile 7.6 arasında bir deprem bekliyoruz. Bu büyüklükte bir deprem olduğu zaman binaların yıkılmasını bir kenara bırak, bu büyüklükte bir depremde insan ayakta duramaz. Evin içindeki eşyaların önemli bir kısmı kırılır savrulur, çarptığı insanları ya yaralar ya öldürür. En büyük hasarı Avrupa Yakası'nda göreceğiz.
Ne kadar can kaybı olabilir? Hemen belli bir araştırmaya dayandırmadan söylemek zor ama kaba bir hesapla da aşağı yukarı mertebeyi bulmak mümkündür. Avrupa Yakası'nda 1 milyon bina var diye düşünelim, en ağır hasar görecek dolayısıyla ölüm olma riskinin çok fazla olduğu bina sayısı olarak 1 milyonun yüzde 1'ini alalım, 10 bin bina yapar, her binayı da 4 katlı düşün, 40 bin kat yapar, her kata 2 daire koyarsan 80 bin daire yapar, her daireye 4 kişi koyarsan 320 bin insan yapar. 320 bin insan büyük bir risk altında demektir. Bu işin şakası yok. Kabaca bir bakkal hesabıyla bile olsa bir düşünmek lazım"