26.02.2024 - 04:23 | Son Güncellenme:
Suha Özkan Hon. F AIA- suhaozkan@yahoo.com - Kuramsal yapı, fizik, kimya gibi temel bilimlerde matematiğe dayanan çıkarsamalarla yapılanırken, sosyal bilimlerde ve sanat alanlarında farklılık gösterir. Kısacası “birebir” betimleyici ilişki yoktur. Çoğunlukla sanat alanı içinde kendini bulan mimarlık, her ne kadar bilimsel yapılanmayı ürünlerini gerçekleştirmek için kullansa da temelinde özgünlük yatan bir yapılanma içindedir. Mimarlık kuramının ilk yapıtı olarak kabul gören Marcus Vitruvius Polio’nun Julius Sezar zamanı yazdığı Mimarlık Üzerine 10 Kitap, kalıpçı öğretisel yapısından dolayı uygulanma alanının ne denli etkin olduğu bilinmese de Rönesans’ın yücelttiği hümanizm içinde etkin bir yer bulmuş ve matbaanın icadını izleyen ortamda tam on dört yüzyıl sonra yeniden canlanmış ve etkin bir kuramsal kaynak olmuştur. Kapsamında Bodrum’u da (Halicarnasus) içeren bu kitap temelinde koyduğu mimarlığın üç temel ilkesi “Sağlamlık, Güzellik, İşlevsellik” (Firmitas, Venustas, Utilitas) yadsınamayacak bir kuramsal mimarlık temeli kurmuştur. Basımın 1440’taki icadından 47 yıl sonra 1487’de Eucharius Silber’in bastığı “De Architectura”nın derleyeni Fra Giovanni Sulpizio da Veroli’ydi. Oysa mimarlık kuramı Vitruvius’un kitabının yeniden keşfi ve geçerlilik kazanmasından çok önce, Antonio Pietro di Averlino (Filarete) (1400-1469) Trattato di Architettura (1464) (Mimarlık Üzerine İnceleme) kitabı tüm Rönesans belgelerinden öncedir. Bu kitabın oluşumu da çok ilginçtir. Filarete Roma’da Kraliyet Hastanesi’nin mimarı, tanınmış, saygın bir kişiliktir. Amacı yetkin bir yöneticiyi etkileyip “İdeal Rönesans Kenti”ni kurdurmaktır. İlişki kurduğu saygın Milano Dükü Francesco Sforza (1401-66) ile bir tür “uykudan önce” akşam söyleşileri düzenler. 1461 ile 1464 arasında yaşanan bu söyleşiler temelinde Filarete’nin “yeni kent”i sözel anlatımın ötesinde resimlerle betimlemesidir. Amacı Dük Sforza’nın adıyla anılacak Sforzinda kentinin oluşumudur. Filarete sadık bir Hristiyan olarak mimarlık gereksinimini Adem ve Havva’nın Cennet’ten atılıp yeryüzüne uyum sağlamak için Adem’in ilk çatkıları ile başlatan gereksinim olan “mimarlık”la başlar, Sforzinda ütopyası ile sürer. Olay belki de mimarlık tarihinde resimlerle belgelenmiş ilk ütopyadır. Toronto Üniversitesi Öğretim Üyesi Kenneth Heyes, Dük Sforza’nın 1466’da ölümünden sonra Büyük İskender, Darius, Cyrus ya da Fırat kıyısında asma bahçeler içindeki kentin, Babil’in kurucusu Nimrud’un eşi Kraliçe Likyalı Semiramis gibi güçlü bir patron aramaya başlar. İşte onun bilinen “Doğu’ya Yolculuk”u bu dönemde ömrünün son yıllarında başlar. Burada “Doğu” olarak anılan o zamanın Konstantinopolis’i İstanbul’dur. Dük Sforza gibi güçlü bir önder olarak Fatih Sultan Mehmet’i etkilemeyi amaçlar. O çağın Avrupa’sında Fatih sanatların patronu ve gizemli Doğu’nun hükümdarıdır. İlk Rönesans hümanisti olarak Filarete’nin gizil Doğu yolculuğu aynı zamanda Batı uygarlığının Doğu köklerini araştırmaya da yöneliktir. Filarete İstanbul’a gelirken yanında Vitruvius’un, şimdi Budapeşte Müzesi’nde olan MS 32 tarihli Latin elyazmasını getirmiş olmalıdır. Filarete ile Sultan Mehmet II görüştüler mi? Şimdi o denli üstün nitelikli tarihçilerimiz var ki, mutlaka bir iz bulurlar. Klasik Grekçe’deki, olumsuzluk eki “ou” ile yer anlamına gelen “topos”un bireşmesi ile İrlandalı yazar ve ozan Thomas Moore’un (1779-1852) 1516’da yazdığı Ütopya (Utopia) “gerçekte olmayan bir yer” anlamına gelir. Moore’un yaşadığı 19.yüzyılda özlenen rasyonel düşünce, ortak mülkiyet, birleşik üretim ve toplumsal sınıflar arası eşitlik arayan, yoksulluk, suç ve ahlakdışı davranışların bulunmadığı, dinsel özgürlük tanıyan bir toplum özlemini yansıtan bir beklentidir. Tanımında olanaksızlık olarak “yok” olmasına karşın özlenen bir varsıllığı benimser. Geçen beş yüzyıl boyunca geçekleşmesi olanaksız özlenen ortam, mekan ve her türlü varlıkları içeren bir kavram olarak benimsense de Moore’un beklentileri çerçevesinde hep özlenen bir varoluşun betimlemesi olagelmiştir. Mimarlık ve kent planlamasında özlenen değerleri öne çıkararak, toplumun kimi özelliklerini ya da özlemlerini betimleyen bir dışavurum ya da proje sunumu olarak 15’inci Yüzyıldan bu yana yer almıştır. Zamanımızda çevremizde, enerji, teknoloji, yeşil, sürdürebilirlik gibi unsurları. Toplumlarda da barış, özgürlük, eşitlik değerlerini benimseyen bir özlemdir. Bu bağlamda “Ütopya = Özlenen (ortam)” diyebiliriz. Mimarlık söyleminde ütopya ya da ütopik düşünceler, özellikle ileri görüş sahibi yöneticiler için hep olageldi. Mesleğin doğası gereği önerilen düşünceler çizim ya da eskizlerle betimlendiği için çok etkili oldu. Ebenezer Howard’ın “Bahçe Kent”inden 1970’lerin Archigram, Superstudio, Archizoom önerileri ile zamanımızın sıfır atık, sıfır karbon, yüzde yüz yaya kentlerine değin birçok özlem, politik tutum, gelecek kaygısı ile ütopyalar yaratmaktadır. Ütopya hoş bir özlem, derin düşünce ortamı olarak var olsun.
Barınağın Temeli, 1465.
Adem’in kurduğu ilk çatkı: Mimarlığın temeli.