ABD 5 Kasım 2024'te 47. başkanını seçti ve Donald Trump ikinci kez ABD'nin seçilmiş başkanı oldu. Cumhuriyetçiler bu seçimle birlikte Temsilciler Meclisi'nde 218, Senato'da 53 koltuğu kazandı ve Demokratlara karşı kongrede de üstünlük sağladılar.
Seçim gecesi zafer konuşması yapan ve destekçilerine teşekkür eden Trump, "Bu, ülkemizde daha önce hiç görmediğimiz bir siyasi zaferdir. 47. başkan seçilmem dolayısıyla Amerikan halkına teşekkür ediyorum." demişti.
20 OCAK'TA 100'DEN FAZLA BAŞKANLIK KARARNAMESİ ÇIKARMAYA HAZIRLANIYOR
20 Ocak 2025 tarihinde yerel saatle 12.00'de (TSİ ile 20.00'de) yemin ederek göreve başlayacak Trump'ın ilk gün enerji geliştirme, sınır güvenliği, sınır dışı etme ve ülkenin diğer öncelikli konuları kapsamında 100'den fazla başkanlık kararnamesini imzalamayı planladığı ifade edildi.
2016-2020 yılları arasında da başkanlık yapan ve 2020 seçimlerinde Joe Biden'a karşı kaybeden Trump, 5 Kasım'daki seçimleri Harris karşısında rahat bir şekilde kazandı.
'ÜLKE TARİHİNDEKİ EN KÖTÜ DÖNEM'
Trump, Joe Biden yönetimi dış politikasının "ülke tarihindeki en kötü dönemin" yaşamasına neden olduğunu ve Biden'dan kendisine miras kalan küresel krizlerin "daha kötü olamayacağını" belirtti. Biden yönetiminin dış politikasını "korkunç" bulduğunu kaydeden Trump, "Bu son 4 yılın olaylarını göz önünde bulundurunca, bu dönemin ülke tarihimizin en dip noktası olduğunu düşünüyorum. Her şey çok kötüydü." dedi.
Peki Trump'ın yeni dönemi dünya için ne anlama geliyor? Trump'ın göreve başlamasıyla birlikte yeni dönemde nasıl bir süreç görürüz? TEPAV Dış Politika Programı Direktörü ve eski diplomat Gülru Gezer ile Akademi Derneği Başkanı ve Politik Risk Uzmanı Doç. Dr. Onur Başar Özbozkurt milliyet.com.tr'ye değerlendirdi.
TEPAV Dış Politika Programı Direktörü ve eski diplomat Gülru Gezer: Trump’ın yemin törenine çağırdığı Avrupalı lider profiline baktığımızda aşırı sağcı olarak nitelendirilen siyasilerle önümüzdeki dönemde ilişkilerini geliştireceğini söylemek mümkün. Trump NATO’ya yönelik yaptığı çeşitli açıklamalarla ittifak üyelerinin tamamının savunma harcamalarını %2’ye çıkarmasını hedefleyecektir. ABD’nin dış politikadaki en büyük başarısının ittifaklar kurmak olduğunu değerlendirdiğimizde, Çin ve Rusya’nın kendine Batı karşıtı bir cephe oluşturduğu günümüzde Trump’ın müttefiklerini doğrudan karşısına almaktan imtina edeceğini düşünüyorum.
Akademi Derneği Başkanı ve Politik Risk Uzmanı Doç. Dr. Onur Başar Özbozkurt: Trump’ın Avrupa ülkelerinde üzerinde durduğu önemli bir konu var. O da NATO’da savunma harcamalarının yüzde 5 oranında artırılması. Trump, sürekli değişen güvenlik ortamı karşısında Avrupa ülkelerinin askeri ittifaka yaptıkları katkıyı eleştirerek NATO üyelerinin savunmaya gayri safi yurt içi hasılalarının yüzde 5’ini ayırmasını istese de Avrupa’nın büyük ekonomileri, bu isteğe olumlu bakmıyor. Ancak, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından, bazı Avrupalı NATO müttefikleri ise savunmaya mevcut durumdakinden daha fazla yatırım yapılması gerektiği düşüncesinde. Dolayısıyla, şu anda NATO’ya üye olan Avrupa ülkelerinde de savunmaya ayrılacak bütçe oranı hususunda gergin bekleyiş sürüyor.
Gezer: Birinci Trump döneminde Türk-Amerikan ilişkileri inişli çıkışlı olmuştu. Halihazırda iki ülke arasında bulunan güven bunalımı ancak ABD’nin PKK/YPG’ye verdiği desteği sonlandırmasıyla mümkün olabilir. Bunun da yakın zamanda olmayacağını son haftalarda Trump ekibinden gelen açıklamalarda görüyoruz. Türk-Amerikan ilişkilerinde liderler arasındaki diyalog etkili olacaktır. Bu dönemde Türkiye’nin ABD’nin güvenilir müttefiki olduğunu yeni Trump Yönetimi’ne ve Kongre’ye her vesileyle ve her düzeyde anlatması önemli.
Doç. Dr. Özbozkurt: Trump’ın son söylemlerine baktığımızda, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik övgü dolu sözleri, sürecin diyalog odaklı ve dostane bir şekilde ilerleyeceğini bize gösteriyor. Özellikle, Suriye politikasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye’nin yadsınamaz gücünü Trump da kabul etmiş durumda. Ancak halen Suriye’deki ABD askerlerinin bölgeden geri çekilip çekilmeyeceğine yönelik belirsiz açıklamalar ve Suriye’deki PKK/YPG terör örgütünün her ne kadar köşeye sıkışmış olsa da bölgede halen var olması, ABD ile Türkiye arasındaki temel meselelerden birisi olarak ön plana çıkıyor.
Gezer: Trump, Esad rejiminin devrilmesinin hemen sonrasında yaptığı açıklamalarda Suriye’yi kendi kaderine bırakacağını ve önceliğinin Ukrayna olduğunu vurguladı. Trump Esad’ın gitmesinden ve İran ile Rusya’nın Suriye sahasından çekilmiş olmasından memnun. Bu bağlamda kendileri açısından istenilen hedeflere ulaşıldığını düşünüyor.
Burada bizim için esas mesele Amerikan askerlerinin çekilip çekilmeyeceği ve Trump’ın ABD’nin PKK/YPG’ye verdiği desteği sonlandırıp sonlandırmayacağı. Şu ana kadar bu konularda Trump net bir mesaj vermekten imtina etti. Ancak, geçtiğimiz hafta Dışişleri Bakanı aday Rubio Senato onay oturumunda SDG’ye ye destek vermeye devam edeceklerini çok kesin ifadelerle belirtti.
Gezer: Birinci Trump döneminde GKRY’ye yönelik silah ambargosu şartlı olarak kaldırılmıştı. Biden’ın da etkisiyle son dört yılda Vaşington’daki Rum-Yunan lobisi güçlendi ve Yahudi lobisiyle artan oranda Türkiye’ye karşı cephe almaya başladı. Biden da giderayak GKRY lehine bazı adımlar attı. Trump’ın ekibine bu lobilerle yakın ilişkileri bulunan birçok kişiyi katacağını görüyoruz. Dolayısıyla Kıbrıs meselesinde KKTC ve Türkiye lehine bir gelişme olma ihtimali düşük.
Doç. Dr. Özbozkurt: Biden yönetimi, Beyaz Saray’daki son haftasında 1961 tarihli Dış Yardım Yasası uyarınca ABD’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’ne silah satmasına izin veren bir yönerge yayınladı ve ilgili yönergede GKRY’nin savunma malzemeleri ve savunma hizmetleriyle donatılmasının ABD’nin güvenliğini güçlendireceği yönünde bir açıklama da yer aldı. Kıbrıs, tarih boyunca Akdeniz deniz ticaretinin güvenliği açısından önemli bir üs. Doğu Akdeniz ise, Türkiye’nin Orta Doğu’ya açıldığı bir deniz kapısı olarak görülmektedir. Özellikle, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları göz önünde bulundurulduğunda Trump’ın ne yapacağı merak konusu...
Gezer: Trump’ın Putin gibi güçlü liderlere saygı duyduğunu biliyoruz. Ukrayna savaşını sonlandırmayı öncelik haline getireceğini de defaatle vurguladı. Eğer halihazırda Putin’le temas etmediyse yeniden Başkan olduktan sonra Kremlin-Beyaz Saray arasında temasların başladığını göreceğiz.
Doç. Dr. Özbozkurt: Trump, 2024 ABD başkanlık seçimleri kampanyası boyunca, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşı 24 saat içerisinde bitirebileceğini tekraren ifade ederek, iki ülke arasındaki anlaşmayı da bir gün içerisinde sağlayabileceğine dikkat çekmişti. Tabi ki bu kampanyanın ne kadar gerçekçi olabileceği ayrı bir tartışma konusu olur ancak şu anda Rusya ve Ukrayna’da hala yoğun çatışmalar sürmeye devam ediyor. Üstelik Biden yönetiminin Ukrayna’ya, Rusya içlerindeki hedeflere uzun menzilli Amerikan füzelerini kullanmasına yönelik izin verilmesi savaşın gidişatı noktasında endişeler de ortaya koyuyor. Ancak Trump’ın bu karara karşı çıktığını ve bu kararın savaşı tırmandırarak daha da kötüleştirdiğine vurgu yaptığını biliyoruz. Zannediyorum ki Trump, Rusya ve Ukrayna’nın taleplerinin karşılıklı olarak müzakere edilmesinde arabulucu bir rol oynamak için gayret gösterecek. Ancak bunu, kendi ülkesinin menfaati ve ABD kaynaklarının savaşlara harcanmaması noktasındaki politikası doğrultusunda gerçekleştirecektir.
Gezer: Trump Ukrayna’da barışın tesisi için çalışacağını birçok kereler vurguladı. Ancak barışın hangi parametreler çerçevesinde olacağı belirsizliğini koruyor. Trump’ın Ukrayna’nın toprak bütünlüğünden ödün vermesini istemesi olasıdır. Bunu gören Zelenski Trump’un seçimlerden muzaffer çıkması sonrasında Vaşington’un Kiev’e desteğini sürdürmesi için Trump’ın işadamı kimliğine hitap edebilecek bazı önerilerde bulunduğunu biliyoruz. Ancak ben Trump’ın ortaya koyacağı çözümün Avrupa’da uzun vadeli bir istikrarı beraberinde getireceği konusunda tereddütlüyüm. Ukrayna’daki durumun bir donmuş ihtilafa dönüşmesi ihtimal dahilindedir.
Gezer: Çin bir önceki Trump döneminden çıkardığı derslerle ekonomisini ABD’den ayrıştırarak farklı pazarlara yöneldi, böylelikle ABD’den gelecek darberlere karşı daha korunaklı bir hale geldi. Trump her ne kadar Çin Devlet Başkanı Şi’yi bir arkadaşı olarak gördüğünü söylese ve yemin törenine çağırsa da köklü bir devlet geleneğine sahip olan Çin, ikinci Trump döneminde Beyaz Saray’la ilişkisini belirli bir mesafede tutmayı tercih edecektir.
Zira Trump’ın seçim kampanyası sırasında Çin’e yönelik gümrük tarifelerini %60 oranında artıracağını açıklaması, son haftalarda ise Grönland, Panama ve Kanada’nın ABD’ye katılması yönündeki çağrıları Çin’e yönelik tutumunda bir önceki döneme kıyasla bir farklılık olmayacağına işaret ediyor. Dışişleri Bakanı adayı Marco Rubio başta olmak üzere, Trump’ın ekibinde yeralması öngörülen kişilerin Çin karşıtlığını da unutmamak gerekiyor.
Doç. Dr. Özbozkurt: Trump’ın ilk dönemini hatırladığımızda; Çin ile bir ticaret savaşı başlattığı, Çin menşeili dev teknoloji şirketlerini hedef aldığı ve müttefiklerini de bu şirketlerden ürün kullanmamaları konusunda zorladığını biliyoruz. Bununla birlikte, Hint-Pasifik Bölgesi’nde Çin’i dengelemek amacıyla ittifaklarını güçlendirdiğini ve bölgede askerî varlığını artırdığını da hatırlıyoruz. Hatta, pandemi döneminde Covid-19 virüsüne “Çin virüsü” diyerek Çin’e karşı olan agresif tutumuna o dönem de şahit olmuştuk. Bu dönemi ele aldığımızda ise Trump, seçim kampanyası sırasında imzalayacağı ilk kararnamelerden birinin gümrük vergilerini artırmak olacağını duyurmuştu ve özellikle Çin’den ithal edilecek ürünlere %60 oranında vergi uygulayacağını ifade etmişti. Çünkü, halihazırda Çin karşıtı bir kabine oluşturan Trump, Çin’e karşı koymak amacıyla savunma bütçesinin yükseltilmesini, gümrük vergilerinin artırılmasını, ihracatın sınırlandırılmasını ve Tayvan’a daha güçlü destek sağlanmasını savunuyor. Dolayısıyla, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde de Çin ile çekişmeli bir süreci görebileceğimizi düşünüyorum.
Gezer: Trump ilk döneminde Kuzey Kore lideri Kim’i “akıllı kurabiye” olarak nitelendirmiş ve kendisiyle yüz yüze görüşmüştü, ancak sonrasında tutum değişikliğine gitmişti. Kuzey Kore son dört yılda bölgesinde saldırganlığı giderek artan bir ülke oldu. ABD de bunu durdurmak için kınama mesajları yayınlamanın ötesine geçmedi.
Kuzey Kore ile Rusya arasında askeri iş birliğini de öngören kapsamlı bir anlaşmanın geçtiğimiz aylarda imzalandığını ve Kuzey Kore’nin Ukrayna’daki savaşa asker göndererek doğrudan taraf olduğunu hatırlayacak olursak Trump’ın Kore yarımadasındaki ihtilafın sıcak bir çatışmaya dönüşmemesi için yeniden Kim’le diyaloğa geçmesi sözkonusu olabilir. Nitekim son dönemde bu yönde haberlerin de çıktığını görüyoruz.
Doç. Dr. Özbozkurt: Kuzey Kore ile ABD arasındaki gerilim de pek durgunlaşacak gibi görünmüyor. Geçtiğimiz haftalarda Kuzey Kore lideri yapmış olduğu açıklamada, ABD’yi “gerici devlet” olarak tanımladı ve ABD, Güney Kore ve Japonya iş birliğinin “nükleer askeri bloka” dönüştüğüne dikkat çekti. Kaldı ki Kuzey Kore, hem 6 Ocak’ta hem de 14 Ocak’ta iki füze denemesi gerçekleştirmişti ve bu denemelerin Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasından önce kendisine yönelik bir gözdağı olabileceği yorumlanmıştı. Şayet Kuzey Kore agresif tutumuna devam ederse, Trump’ın da aynı düzeyde yanıt verebilmesi söz konusu.
Gezer: İran hem İsrail hem de ABD için Ortadoğu’da bir sonraki hedef olabilir. İran’ın geçtiğimiz hafta Rusya’yla, Moskova ile Pyongyang arasında imzalanan anlaşmaya benzer bir stratejik işbirliği anlaşması imzalaması manidardır.
ABD'NİN YILLARDAN BERİ EZELİ DÜŞMANI
Doç. Dr. Özbozkurt: BRICS üyeleri olan İran ve Rusya, geçtiğimiz günlerde daha yakın askeri iş birliğini içeren bir ortaklık anlaşması imzaladı. Bildiğiniz üzere aralık ayında 61 yıllık Baas Rejimi yıkılmış ve Suriye’de yeni bir yönetim göreve başlamıştı. Beşar Esad’ın ülkeyi terk etmesiyle birlikte Suriye’de özellikle kaybeden Rusya ve İran’ın, başka yerlerden gelebilecek zararı minimize etme noktasında safları sıkılaştırdığını söylemekte fayda var. Kaldı ki İran, ABD’nin yıllardan beri ezeli düşmanı olarak nitelendirdiği bir ülke. İran’ın Orta Doğu’da yayılmacı politikasını engellemek ve İsrail’in güvenliğini sağlamak noktasında Trump da İran’ın politikalarını yakından izleyen bir lider olacaktır. Bununla birlikte, Kızıldeniz’de İran destekli Husilerin varlığı da yine hem İsrail’in hem de ABD’nin dikkatini verdiği ayrı bir husus...
Gezer: Trump her ne kadar ilk başkanlığı dönemindeki gibi İsrail’e desteğini sürdürecek olsa da Netanyahu’nun kendisine karşı gelmesinden rahatsızlık duyacaktır. Trump, Netanyahu’nun Biden’a davrandığı gibi kendisine davranılmasına izin vermeyecektir. Bu da Netanyahu’nun iktidarda kalmaya devam etmesi halinde iki siyasetçi arasında zaman zaman gerilimlerin yaşanmasına neden olacaktır.
Doç. Dr. Özbozkurt: Amerika Birleşik Devletleri’nde Biden yönetimi ile birlikte alışılagelmemiş, çok farklı bir Amerika yönetimi gördük. Ama Trump yönetimi ile çok daha farklı bir yönetimin karşımıza çıkacağını söylemekte fayda var. Önümüzdeki dört yıl, birçok siyasi dengenin yeniden şekilleneceği ve ivme kazanacağı bir dönem olacak. Aynı zamanda Trump ve ekibinin ekonomik, siyasi ve askeri stratejilerini de yakından takip ediyor olacağız.
Her ne kadar, Trump’ın Başkanlık dönemine önceden şahit olsak da konjonktür değişti. Trump, daha çok ticari ve ekonomik bir yaklaşıma sahip ve bu noktada özellikle ülkesinin kaynaklarını dış ülkelerin güvenlik sorunlarına ayırmak istemiyor. Hatta, bunun için Hükümet Verimliliği Bakanlığı’na yine girişimci olan önemli bir ismi, Elon Musk’ı görevlendirdi. Dolayısıyla, şimdilerde ticari ağını genişletmek maksadıyla Panama, Kanada ve Grönland’a odaklanmış durumda. Diğer taraftan, hangi başkan gelirse gelsin İsrail’e süren sonsuz desteğin devam edeceğini de unutmamak gerek. Çünkü şimdilerde, İsrail’in kaostan beslenerek gerçekleştirdiği bu yayılmacı politika, sınır güvenliğimizi tehdit eden bir diğer husus. Dolayısıyla ABD’nin İsrail’e olan koşulsuz desteği, Trump Başkanlığında da devam edecek gibi görünüyor.
Gezer: İki devletli çözümü telaffuz dahi etmeyen Trump’ın Filistin’in haklarının teslim edilmesi konusunda bir adım atacağını hiç düşünmüyorum. Trump sorunu çözmek yerine, barış sağlama vaadiyle seçilen kişi olarak, ileride daha vahim sonuçlar doğurma riskine rağmen, savaşın yeniden çıkmaması için Filistin davasını ve Filistin halkını gözardı eden geçici formüller üzerinde duracaktır.
Doç. Dr. Özbozkurt: Trump henüz başkanlık koltuğuna oturmadan hemen önce Gazze’de bir ateşkes anlaşması gerçekleşti. Trump ise bu kararı takdirle karşıladı. Trump’ın, ülkenin Orta Doğu Özel Temsilcisi olarak atayacağını duyurduğu Witkoff’un İsrail Başbakanı Netanyahu ile görüşmesinde, esir takası anlaşmasının sağlanması için baskı yaptığı öne sürülüyordu. Trump’ın seçim politikasında zaten dünyadaki savaşları bitireceğine yönelik vaatler bulunuyordu. Dolayısıyla, bu ateşkesin sürdürülebilirliği önemli. Çünkü, İsrail’in geçmişte de birçok kez ateşkes maddelerini ihlal edip saldırı düzenlediği anlara maalesef şahit olduk. Önemli olan, tekrardan böyle bir durum olursa, Birleşmiş Milletler’in Filistin’e yönelik alacağı olumlu kararlar karşısında ABD’nin veto hakkını kullanmamasıdır.
Doç. Dr. Özbozkurt: Arap ülkelerinin, Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemek için Suudi Arabistan’ın etkisini kullanmayı planladıkları yönünde bir görüş bulunuyor. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın, Trump ile olan ilişkisi göz önünde bulundurularak bölgesel istikrarın sağlanmasında önemli bir adım olabileceğini söylememiz lazım. Suudi Arabistan da Trump’ın ikinci döneminde ABD ile ilişkilerini güçlendirmeyi ve Çin’in bölgedeki etkisini dengelemeyi hedefliyor aslında…
Doç. Dr. Özbozkurt: Trump ile Mısır Cumhurbaşkanı Sisi arasında olumlu bir diyalog bulunuyor. Şöyle ki, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi, Trump’ın seçim zaferinin ardından kendisini tebrik eden ilk Arap liderlerden birisiydi. Trump da hatırlarsanız Sisi’yi, “harika bir adam” olarak nitelendirmişti. Ancak halen ABD Senatosu’nda, Mısır özelinde insan hakları ihlalleri ve siyasi tartışmalar mevcut. Dolayısıyla, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde Mısır ile ilişkilerin, insan hakları, demokrasi ve bölgesel politikalar çerçevesinde şekilleneceğini öngörmekteyim.
Doç. Dr. Özbozkurt: Trump yönetiminin Irak’a yönelik politikalarının, ABD’nin bölgedeki askeri varlığının yeniden değerlendirilmesi ve İran’ın etkisinin sınırlandırılması çerçevesinde şekilleneceğini söylemekte fayda var. Çünkü, bildiğiniz üzere geçtiğimiz günlerde Trump’ın, Irak Başbakanı Sudani’den Irak’taki İran destekli grupların etkisinin sınırlandırılması ve Suriye’deki yeni yönetimin iç işlerine karışılmaması yönünde bir talebi olduğu iddia edilmişti.
Diğer taraftan, ABD’nin Irak’tan tamamen çekilmesinin olası olmadığını, ancak askeri varlığın azaltılabileceğini de düşünüyorum. Bu durumun, Irak’taki güvenlik dinamiklerini ve bölgesel güç dengelerini etkileyeceği şüphesiz...