18.11.2022 - 07:01 | Son Güncellenme:
Derleyen: Can Şişman / Milliyet.com.tr - Birleşik Krallık'a bağlı Galler'in başkenti Cardiff'teki evine dönmüştü. Bir süre önce tanıştığı 60 yaşındaki Sharon Johnston'la birlikte İsviçre'ye gitmişler, daha sonra tek başına ülkesi Galler'e dönmüştü. Sharon Johnston artık yaşamıyordu. 69 yaşındaki Sue Lawford, Johnston'ın son anlarında yanındaki kişiydi. İkili, Johnston'ın son günlerinde bol bol sohbet edip fotoğraflar çektirmişti. Her ikisi de bu fotoğrafları son kez çektirdiklerinin farkındaydı.
Dayanılmaz ağrı ve acılar çeken, geçirdiği kaza sonrasında felçli hale gelen Sharon Johnston kararlıydı. Onunla yakın bir süre önce tanışan Sue Lawford ise kısa zaman içinde arkadaş olduğu bu kadına yardımcı olmak için elinden geleni yaptığına inanıyordu. İkili İsviçre'ye tatil yapmaya değil, bir kliniğe gitmişlerdi. Bu klinik dünya çapında tanınan bir 'ölüm kliniği'ydi. Dünyanın dört bir yanında 'ölüm hakkı'nı kullanmak isteyen, ciddi ya da ölümcül hastalığı olan hastalara isteklerini gerçekleştirmek için yardımcı oluyordu.
KAPIYI AÇTIĞINDA POLİSLE KARŞILAŞTI
Eski bir NHS (Birleşik Krallık Ulusal Sağlık Servisi) görevlisi olan Lawford, bu 'ölüm kliniği'nde dostu Johnston'ı yalnız bırakmayacak, ikili olarak gittikleri bu yolculuğu tek başına noktalandırarak ülkesi Galler'e dönecekti. Öyle de oldu. Ancak bundan sonrası hiç de Sue Lawford'un düşündüğü gibi ilerlemedi. 'Ölüm yolculuğu'ndan kısa bir zaman sonra sabaha karşı 5 buçuk sularında kapısı çalındı. Uykusundan sıçrayan 69 yaşındaki kadın panik içinde yatak odasını terk edip üstüne bir hırka geçirdi. Evinin kapısını açtığında polis memurlarıyla karşılaştı.
Şaşkındı. Sabahın erken bir vaktinde polis memurlarının neden kapısına geldiğini ve kendisini polis merkezine götürmek istediğini anlamamıştı. Bir polis minibüsüne bindirilen eski sağlık görevlisi, polis merkezinde sorgulanmaya başladı. Kafasındaki soru işaretleri polis memurlarının soruları karşısında hızlıca ortadan kalktı. Neden sorgulandığını anlamıştı. Ötanazi hakkı Birleşik Krallık'ta yasal değildi ve polis, yakın dostu Johnston'ın ölümünde Sue Lawford'un katkısı olduğundan şüpheleniyordu.
'TEK YAPTIĞIM ŞEY ONA EŞLİK ETMEKTİ'
Sue Lawford tam 6 ay boyunca polis tarafından sorgulandı. Başına gelenler karşısında şaşkındı. Sharon Johnston, dünyadaki birçok 'hastalığından kurtuluş umudu olmayan hasta' gibi bireysel kararıyla bu kliniğe başvurmuş, Lawford ise zaman içinde dost olduğu bu kadına en ufak bir yönlendirme yapmadan yalnızca yardımcı olmuştu. Sue Lawford, arkadaşı Johnson'ı şöyle tarif etti: "Annesini, babasını ve erkek kardeşini uzun bir zaman önce henüz genç yaşta kaybetmiş. Onunla tanışmadan hemen önce uzun süreli partnerinden yeni ayrılmıştı. Tek başına yaşıyordu ve yatağa mahkumdu. Çektiği fiziksel acı ya da ağrılar haricinde yardıma muhtaç olması ve yalnız bir kadın olmasından ötürü yaşamanın kendisine çile gibi gelmeye başladığını düşünüyordu."
Arkadaşının ötanaziyle hayatına son vermesinde hiçbir etkide bulunmadığını söyleyen eski sağlık görevlisi Lawford, "Tek yaptığım şey ona eşlik etmekti. Onun kararını etkilemedim, hiçbir şekilde tıbbi bir 'yardım'da bulunmadım. Ben daha çok refakatçiydim. Ne onu cesaretlendirdim ne de başka bir şey. Hiçbir kimsenin hayatına son vermesi yönünde bir teşvikte bulunmadım" diye konuştu.
'ONLARA GÖRE CİNAYET YA DA TERÖRLE AYNI ŞEYDİ'
Sue Lawford'un kocası ve 30 yaşındaki oğlu ise kadının Sharon Johnston'la arkadaşlarından haberdardı. Her ikisi de Lawford'un başına bir şey gelmesinden ötürü kaygı duyuyordu ancak ikisi de kadının sevdiği bir arkadaşına son yolculuğunda eşlik etmesini destekliyordu. Bu yolculuk sırasında başına kötü bir şey gelmesinden ötürü korkan kocasının ve oğlunun kaygılarını anladığını ve onlara hak verdiğini söyleyen Lawford, polis merkezinde karşılaştığı tavır karşısında şaşırmadığını ancak yine de haklı olduğunu bildiği için üzülmediğini söyledi.
Lawford, "Bana Birleşik Krallık'ta başka bir kişiyi ölüme teşvik etmek ya da ona yardım etmenin suç olduğunu hatırlattılar. Bir sağlık görevlisi olarak ben de elbette neyin suç neyin suç olmadığını biliyordum. Onların bana inanması ve soruşturmanın tamamlanması tam 6 ay sürdü" dedi.
Sabaha karşı 5 buçuk sularında evine gelen polis memurlarının kendisine bir katil ya da terörist muamelesi yapmış olmalarından ve evini saatlerce didik didik aramalarından ötürü kırgın olduğunu söyleyen Lawford, "Eşim onlara arama iznine sahip olup olmadıklarını sordu fakat 'Gerek yok' dediler. Gerekçe olarak da onlara göre itham edildiğim suçun cinayet ya da terörle aynı kategoride olmasıydı" dedi. Polis merkezine götürüldüğünde sorgusu başlamadan önce tam 16 saat boyunca bir hücrede kilitli kaldığını söyleyen Sue Lawford, o anda hissettiklerini şöyle anlattı:
"Başıma ne geldiğini, nasıl büyük bir suç işlemiş olduğumu anlamamıştım. Strese girdim ve saatlerce hücrede tutulmuş olmaktan dolayı klostrofobik ortam yüzünden gerildim. Anlıyorum, herkes görevini yapıyor ama ben masumdum ve o anda her şey bana göre çok gereksiz geliyordu. Farklı koşullar altında mutlu bir şekilde polise gidip kendimi rahatlıkla ifade edebilirdim. Karşılaştığım muamelenin çok ağır olduğunu düşündüm."
'SORUŞTURMA BİTENE KADAR KÂBUSU YAŞADIM'
Karakolda geçirdiği süreden sonra soruşturmanın devam ettiğini ancak serbest kaldığını söyleyen Lawford, aylar boyunca stresli olduğunu ve sürekli uykularının bölündüğünü söyledi. Geçtiğimiz aylarda 70'inci yaşına basan Lawford, bu yeni yaşını gözaltı sürecinin etkileriyle bir hipertansiyon hastası olarak karşıladığını belirterek "Soruşturma tamamlanana kadar kâbusu yaşadım" dedi. Hakkındaki soruşturmanın geçtiğimiz günlerde sona erdiğini ve artık özgür olduğunu söyleyen Lawford, "Soruşturmanın sona erdiği bana kısa ve öz bir e-posta yoluyla bildirildi. Olayla ilgili bir suçum olduğuna dair kanıt ortaya konamadı, bu yüzden serbest kaldım" diye konuştu.
'BANA HEP 'KEŞKE O KAZADA ÖLSEYDİM' DİYORDU'
NHS'de yıllarca müdür olarak çalıştığını ancak birkaç yıl önce emekli olduğunu söyleyen Lawford, "Bana göre bir insanın ölümü seçmesi kötü bir deneyim. Ancak bazen bazı umutsuz hastalar için yaşamak da bir o kadar kötü bir deneyim. Üstelik bu sadece o hastalar için değil, o kişileri seven ve önemseyen insanlar için de çok travmatik" dedi. Arkadaşı Johnston'la yaptıkları son sohbetleri hep hatırlayacağını söyleyen Lawford, şunları da ekledi:
"Geçirdiği kazada ölmemiş olmaktan dolayı üzgündü. Bana pek çok kez o kazadan felçli olsa da sağ kurtulmuş olmaktan üzgün olduğunu söyleyerek, 'Keşke o kazada ölseydim' diyordu. O kazadan yatağa mahkum olarak kurtulduğunu ancak bunun bir kurtuluş değil aslında bir cezalandırılış olduğuna inanıyordu. Kazadan sonra yatağa mahkum olduğunu ve artık yaşamadığını, yalnızca var olduğunu hissettiğini söylüyordu."
Lawford, Galler'e tek başına döndükten sonra arkadaşının farklı bir şehirde yaşayan yeğeninin kendisini arayarak teşekkür ettiğini belirterek, "Yeğeni beni telefonla aradı ve onu yalnız bırakmayıp eşlik ettiğim için çok teşekkür ettiğini söyledi ve 'İstediği şey buydu' dedi. Yaşadığım kötü sorgu sürecinin haricinde bu teşekkürü duymuş olmak sanırım her şeye rağmen beni mutlu ediyor" diye konuştu.