31.10.2020 - 03:09 | Son Güncellenme:
Özlem Ülkü / ozlem.ulku@milliyet.com.tr
Evlat” adlı oyunuyla 2019’dan beri tiyatro sahnesinde izliyorduk Sezin Akbaşoğulları’nı. Pandemiyle birlikte verilen molanın ardından eylülden bu yana yeniden izleyicilerinin karşısında. Üstelik pandemi günlerinde filizlenmiş bir projeyle sadece sahnede değil, evlerimizde kulaklarımıza da fısıldıyor. Yeni nesil radyo tiyatrosu Podacto aracılığıyla Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun yazdığı “Unutulmaz” adlı hikayede, yarım kalan hikayesiyle barışmaya çalışan Aslı olarak dinlediğimiz oyuncu, söz konusu yüzleşmek olunca insanın bunu kendi kilosuyla dahi kolay kolay yapamadığını düşünüyor. 40’larına yaklaşmanın heyecanıyla artık hayal kurmaktan ziyade kendi cennetini kurmanın yollarını aradığını söyleyen oyuncu, bir yandan da ekrana dönmek için hazırlık yapıyor. Biz de kendisiyle ekim ayının son güneşli gününde bir araya geliyor yeni heyecanından, yaşamından konuşuyoruz.
- Podacto’nun özgün içeriğiyle dinliyoruz sizi. Aslında nostaljik olarak andığımız radyo tiyatrosunun yenilenmiş haliyle. Sizin için nasıl bir deneyim oldu?
Ben şahsen radyo tiyatrosunu çok severim. Ama çok az insanın ilgisini çeken, niş bir tür olduğunu düşünüyorum. Şahane bir pandemi fikri oldu ve birçok oyuncuyu, yazarı bir araya getirdi. Şimdi artık klasiklerden yeni nesil yerli yazarların metinlerine kadar geniş bir havuz var. 1970’lerdeki örnekleri de şahaneydi; bugün yeniden bu alanda pek çok eser görmemiz yeni nesli yakalamak açısından bence süper bir atılım. Benim de bu payda emeğimin olması çok güzel bir his.
- “Unutulmaz”da yıllar sonra eski sevgilisiyle karşılaşan Aslı’nın yüzleşmesini dinliyoruz. Çok zorlandığını, acı çektiğini hissede hissede…
Evet, Aslı’nın bir süredir içinde bulunduğu girdaptan çıkmaya çalıştığı bir anın hikayesi. Çarpıcı ve acıklı. “Çok ağladık” gibi yorumlar aldım. Yüzleşmek zor tabii, terapiler de bu yüzden vardır ya zaten. Biri o süreçte yanınızda olsun diye, tek başına çok daha zor özellikle travmatik durumlarda. Aslı’nınki de biraz yapayalnız kalınmış bir yüzleşme hali. Yüzleşmesi sarmal bir tekrara girmiş gibi; dünyadan, hayatından bağımsız bir şekilde sürekli kendi içinde dönüp duruyor. Ve onu ikiye bölüyor, devam eden gerçek bir hayat ve içinde yaşadığı bitmez yüzleşme hali. Acıklı olan da bu zaten. Hepimiz zaman zaman dertlerimiz başka olsa da böyle arafta kalmışızdır duygusal olarak. Hatta hiçbir şeyle yüzleşmeden de hayatını sürdürebiliyor insanlar.
- Siz nasılsınız bu konularda?
Ben kendini didikleyen biriyim. Oyunculuk mesleği de biraz buna yardımcı oluyor. Oynadığın her rolde, okuduğun her şeyde kendini de sorguluyorsun. Kendinin derinliklerine inebiliyorsun. Şanslıyım ki buna imkan veren bir mesleğim ve bir hayatım var. Ne şahaneyim anlamında değil tabii. Birçokları gibi benim de henüz yüzleşemediğim şeyler vardır elbette ama bir şekilde fırsatları kollarım.
“Hep parlak hep iyi görünme kaygısı var”
- “Neden iyiyim bilmiyorum ama, iyiyim işte” diyorsunuz orada. Sezin olarak, “iyiyim”leri sıklıkla kullanır mısınız?
Galiba artık hep çok parlak ve çok iyi görünme kaygımız var. Sosyal medya yüzünden mi acaba? Kötüysek bile, şık kötüyüz. İyi olmadığın halde öyle görünmek için ekstra çaba sarf etmek hastalıklı bir hal ve de çok yorucu bana göre. Eğer keyfim yerinde değilse, hayatım yolunda gitmiyorsa “Çok iyiyim” diye gezmem ortalıkta ama bunu da çok insanla paylaşmam. Herkesi derdine ortak etmeye de gerek yok diye düşünüyorum.
- Beğenilme uğruna yapılanları düşününce, sizi farklı kılanlardan biri de bu diye düşünüyor insan…
Benim duruşum, artık biraz demode olmuş gibi geliyor. Ben oyunculuğu, işimi yapmayı seviyorum. Sadece çok sosyal biri değilim. Kalabalık bir ortama girdiğimde kendimi rahat hissetmem. İnsanların, nasıl biri olduğuma dair kesin ve net fikirleri olmamalı bence. Ki oynadığım şeylere inanabilsinler. Ama günümüzde sadece oynayan değil, o yaptığı işin reklamını da yapan kişi olmanız isteniyor. Oyunculuğa yeni başlayan biri olsam bu gerekçelerle yapmaktan vazgeçebilirdim. Her yerde bu “tanınma” durumu var. Biraz korkunç bir şey gibi geliyor bu.
- Zoom üzerinden izlenen konserler, tiyatro oyunları, sergiler derken dijitalliğin sınırlarını zorluyoruz. Sizce bu durum, daha nerelere ne şekilde evrilecek?
Müzik sektöründe enteresan oluşumlar olabilir gibi geliyor. Müzisyenler maalesef sahneye çıkamadıkları için bu süreçte yeni yollar açacaklardır seyircilerine ulaşabilmek için. Sadece gösteri dünyasında değil, genel olarak hiç tahmin edemeyeceğimiz işler başımıza gelecek diye düşünüyorum. Hayat, bize plan yapmamayı öğretiyor galiba. Plan yapmak, hayal kurmak şu mevcut zeminde çok büyük hareketler. Bu bir taraftan çok hüzünlü ama hiç tahmin etmediğimiz yollar açılıyor. Yeni üretim alanları, iletişim yolları oluşuyor. Ve her şey çok da hızlı oluyor. Hiç tahmin etmediğimiz çalışmalar içinde bulabiliriz kendimizi. Benim şimdi oyuncu olarak, sesimi kullanıyor olmam mesala, daha önce düşünmezdik belki şimdi yeni bir pencere açtı bana.
- Başka projeleriniz de var mı?
Salih Bademci’yle beraber Özen Yula’nın “Ay Tedirginliği” oyununu seslendireceğiz. 2008 yılında Duru Tiyatro’da oynadığım bir oyundu. Benim için nostaljik bir anlamı var. Aynı zamanda Albert Camus’nun “Yanlışlık” oyununu okuyacağız. Ülkü Duru, Hazal Türesan, Özgür Emre Yıldırım’la beraber.
“Tiyatro AVM’den daha riskli değil”
- “Evlat” oyunuzla 13 Kasım’da Fişekhane’de olacaksınız. Birçok tiyatronun ayakta kalıp kalamayacağını endişeyle izlediğimiz bir dönemde sahnede olmak nasıl hissettiriyor?
Seyirciyle buluşuyor olmak enerji ve moral veren bir durum tabii. Ama pandemi öncesi oyun tempomuzun çeyreğini bile oynayamıyoruz, insanın canı acıyor. Bir sürü yeni ve büyük sahne açılmıştı. Tiyatro ve tiyatro seyircisi bir büyüme kaydediyordu. Şimdi birçok sahnenin kapanması acı verici ve öngörülmez bir durum olması çok zor. Oysa AVM’ye, restorana gitmenin yanında pandemi kurallarına uygun oyun izlemenin daha tehlikeli bir yanı olduğunu düşünmüyorum. Eskiden iş programımızın bir parçası iken şu an o sayılı günü heyecanla bekliyoruz. Bir şeyler yapabiliyor olmak normal geleceğine, mucizevi geliyor.
“Kendi cennetimizi inşa etmeliyiz”
- 40’lara doğru adım atıyor olmak neler düşündürüyor?
İnsan yaş aldıkça kendiyle ilgili yüzleşmeleri de değişiyor. Daha çok derinleşiyor ve bence daha da keyifli oluyor. Ve ben asla 20’li yaşlarıma dönmek istemem. Her şey sanki sonsuza dek sürecekmiş gibi geliyor. 30-35 arası çok daha acımasız olabiliyorken sonrasında ölecek olacağınızın aklınıza gelmesiyle empati duygunuz daha da güçleniyor. Ve ben bu durumu sevdim açıkçası. O yüzden 40’ları heyecanla bekliyorum. Ama sonrasını bilmiyorum. Büyümenin en berbat tarafı daha endişeli olma hali galiba. Farkındalık ve endişe artıyor. Sağlık konusunda daha çok düşünmeye başlıyorsunuz. Sadece kendiniz için değil, aileniz, sevdikleriniz için düşünüyorsunuz.
- Pandemi gelecekle ilgili planlarınızda değişiklikler yaptı mı?
Bütün büyük hayallerimi paketleyip bir kutuya kaldırdım. Uzun bir süre onlara ihtiyacım olmayacakmış gibi geliyor maalesef. Şimdi yapılacak en güzel şey kendi cennetimi yaratmak. Herkesin başka bir fikri olabilir tabii, benimki Ege, bir Ege çocuğu da olduğumdan sanırım oralarda kaçabileceğim bir alan yaratmak gibi bir hayalim var. Daha tanıdık, daha kolay ulaşılır ve içinde doğa, deniz ve huzur olan planlar yapıyorum artık.