Geçen hafta sonu Financial Times’ın sevilen eki HTSI’de iç mimar Zeynep Fadıllıoğlu’nun İstanbul’u başlıklı bir yazı vardı.
Christina Ohly Evans imzalı röportajda Zeynep Fadıllıoğlu’nun İstanbul’dan seçtiği güzellikler, mekânlar, markalar detaylı bir şekilde anlatılıyordu.
Hatırlayacaksınız, Nisan ayında Milano Tasarım Haftası’nda Rizzoli Galeria’da Zeynep Fadıllıoğlu’nun ‘Luxury Redefined’ başlıklı kitabının lansmanı gerçekleşmişti.
Catherine Shaw imzalı kitap Zeynep Fadıllıoğlu’nun modern, minimalist bir camiden şehrin en büyük lüks oteline kadar en çarpıcı projelerine kapsamlı bir bakışı anlatıyor.
Birkaç yıl önce Zeynep Fadıllıoğlu ile Londra’da Masterpiece adlı sanat, tasarım ve mobilya fuarında bir araya gelmiştik.
Zeynep Fadıllıoğlu Masterpiece’in özel yemek odasını tasarlamıştı, Osmanlı avlularından ilham alarak.
En son o zaman yurt dışında sahnede konuşmasını izleme şansım olmuştu, Zeynep Fadıllıoğlu İngiliz Harper’s Bazaar’ın editörünün sorularını yanıtlarken de izleyicileri kendine hayran bırakmıştı.
İzleyiciler arasında her zaman kendisini desteklediğini söylediği ve birlikte harika mekânlar yarattıkları eşi, yeme-içme-eğlence dünyasının duayeni Metin Fadıllıoğlu da vardı.
Zeynep Fadıllıoğlu, mimar değil tasarımcı olduğunun altını çizdi, zanaatkarlara verdiği önemi anlattı, kendisini en özgür hissettiği projelerin eşi Metin Fadıllıoğlu’na ait olanlar olduğunu da söyledi, projelerinde yaşadığı zorluklardan da bahsetti, metaverse’den de konuştu, hâlâ en çok Boğaz’dan ilham aldığını da belirtti.
FT HTSI’deki röportajda da Boğaz’ın iki yakasında nerede kalınır ve ne görülür üzerine konuştu.
“İstanbul’da doğdum ve Boğaz’ın kıyısında, büyükannem ve büyükbabamın Yeniköy’deki evinde büyüdüm. Burası her zaman balıkçıların ve işletme sahiplerinin bir arada bulunduğu ve geçen teknelerin sürekli değişen manzarasının olduğu özel bir yer. İstanbul’un Avrupa yakası olan Rumeli, daha çok Doğu Roma-Bizans’ı andırırken, diğer yakası olan Anadolu ise Türkiye’nin kalbi sayılıyor. Her ikisi de Müslümanların, Hıristiyanların, Yahudilerin, Rumların, Ermenilerin, Kürtlerin ve daha birçoklarının karışımı. Nüfus çok genç ve çeşitli olduğundan inanılmaz bir enerji var. Bu mutluluk çok yaygın. Burası telaşlı olabilir ama olasılıklar sonsuz” diye başlıyor anlatmaya.
Şöyle devam ediyor: “Su üzerindeki bir şehir için tekneler yeterince kullanılmıyor, bu da trafiğin berbat olması nedeniyle çok kötü. Mümkün olduğunca deniz taksi veya özel tekneyle ulaşım sağlamaya çalışıyorum. Benim mükemmel günüm, kafelerle dolu Rumelihisarı’nda çay ve simitle Boğaz’daki gemileri izlemekten geçiyor. Biz pek çok zanaatkâr dükkânının bulunduğu bir kahve ülkesiyiz. Güne genellikle Petra Roasting’de veya Cup of Joy’da bir americano ile başlıyorum.”
Ardından Pandeli’den Kıyı’ya, 29’dan Gallada’ya, Bebek Kahve’den Karaköy Lokantası’na İstanbul’un simgeleşmiş birçok mekânından bahsediyor.
Kapalıçarşı’dan Tarabya’ya, Adalar’dan Galataport’a ve son projesi The Peninsula İstanbul’a kadar birçok yeri anlatıyor.
Alışveriş için de A la Turca, Haremlique, Fey ve Nishane önerdiği mağazalar arasında.
“Her mevsimde 15 milyondan fazla insan burada iş birliği içinde ve üretken bir şekilde yaşıyor. Umarım bu hiçbir zaman değişmez” diye tamamlıyor Zeynep Fadıllıoğlu İstanbul hakkında anlattıklarını.
İşte uluslararası projelere imza atmış İstanbullu bir iç mimarın HTSI’ye verdiği röportaj aslında olabilecek en iyi İstanbul tanıtımlarından biri.