21.11.2022 - 01:13 | Son Güncellenme:
Mert İnan | mert.inan@milliyet.com.tr- İstanbul’un en görkemli yapılarından Dolmabahçe Sarayı, her ne kadar 166 yıl önce hizmete girmiş olsa da hikâyesinin başlangıcı 16. yüzyılın sonuna kadar uzanıyor. Bugün Dolmabahçe Sarayı’nın bulunduğu yer, 16. yüzyılın sonuna kadar Osmanlı donanma gemilerinin demirlediği en büyük koylardan biriydi. Ancak gün geçtikçe kıyı kesimlerinin adeta bataklığa dönüşmesi sonucunda 17. yüzyılda doldurulmaya başlanan “Kaptan-ı Deryalar Koyu” bir süre sonra Dolmabahçe olarak anılmaya başladı. Dolgu alan hasbahçeye dönüştürüldüğünde ise artık padişahların dinlenme ve eğlence yeri haline gelmişti. Hasbahçe her geçen gün büyüyor, bir yandan da köşk ve kasırlar inşa ediliyordu. Uzun süre “Beşiktaş Sahil Sarayı” adıyla anılan Dolmabahçe, Sultan Abdülmecid Dönemi’nde bambaşka bir çehreye kavuşacaktı. Abdülmecid, zayıflamaya ve içine kapanmaya başlayan bir devletin dışa açılması, gölgelenen görkeminin yansıtılması için Dolmabahçe Sarayı’nın yaptırılmasına karar verir. Cephesi, İstanbul Boğazı’nın Avrupa kıyısında 600 metre boyunca uzanan neobarok tarzı yapı, Mimar Abdülhalim Efendi ile kalfaları Garabet Amira Balyan ve oğlu Nigoğos Balyan’ın ellerinden çıktığında takvimler 1856’yı göstermektedir.
Özgünlüğünü koruyor
Altı padişaha ev sahipliği yapan bu eşsiz yapı, Cumhuriyet’in ilanından sonra Cumhurbaşkanlığı makamı olarak da kullanıldı. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşama gözlerini yumduğu Dolmabahçe Sarayı, zaman içinde müzeye dönüştürülürken, günümüzde İstanbul’un en çok turist ağırlayan mekânlarından biri haline geldi. Milli Saraylar Başkanlığı Müzecilik ve Tanıtım Dairesi Başkanı Güller Karahüseyin, yapının ve bölgenin tarihiyle ilgili şunları anlattı: “Dolmabahçe Sarayı’nın bulunduğu bölge, Antik Çağlardan beri gemilerin sığındığı doğal liman görünümünde bir koy olarak biliniyor. 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi sırasında, Haliç’e indirmek üzere gemilerini karaya çıkardığı yer olduğu da rivayet edilir. Osmanlı Dönemi’nde donanma gemilerinin demirlediği ve geleneksel denizcilik törenlerinin yapıldığı bu koy, 17. yüzyıldan itibaren doldurularak Dolmabahçe adıyla padişahların hasbahçesi konumuna getirildi. 19. yüzyıla kadar bu hasbahçe içinde yaptırılan ahşap köşk ve kasırlar topluluğu Beşiktaş Sahil Sarayı adıyla anıldı. Belki de en önemlisi, Dolmabahçe Sarayı’nın hizmete açıldığı günden bu yana, içerisindeki eşyalarla özgünlüğünü koruyor olması. Öyle ki, 166 yıl önceki mobilya, avize, perde, halılar eşsiz sarayda ziyaretçilerini ağırlamaya devam ediyor. Dolmabahçe’yi gezen herkes yapının ruhunu hisseder ve büyülenerek bu mekândan ayrılır. Dolmabahçe Sarayı, 14 bin 595 metrekarelik bir alan üzerine monoblok bina olarak Türkiye’deki en büyük saray özelliğini korumaya devam ediyor.”
Batılılaşmanın simgesi
Tam 37 yıldır Dolmabahçe Sarayı’nda görev yapan Karahüseyin, yapının simgesel önemine ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu: “Dolmabahçe Sarayı için bir yönüyle de Osmanlı’daki Batılılaşma, Tanzimat sürecinin simgesi denilebilir. Şüphesiz iyi eğitim almış, vizyoner bir padişah olan Sultan Abdülmecid’in rolü yadsınamaz. Sultan, kullanışsız hâle gelen Beşiktaş Sahil Sarayı yıktırılarak yerine Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırdığında, Mimar Aldülhalim Efendi tüm hünerlerini sergileme şansı yakalamış oldu. Sarayda, 1856 yılından itibaren sırasıyla Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz, Sultan V. Murad, Sultan II. Abdülhamid, Sultan V. Mehmed Reşad ve Sultan VI. Mehmed Vahideddin olmak üzere altı padişah ile son halife Abdülmecid’in yaşadığını biliyoruz. Ancak daha da önemlisi Cumhuriyet’in ilanından sonra Büyük Atatürk, 1927- 1938 yılları arasında aralıklarla dört yıl sarayda kalırken, çalışmalarını buradan yürütmüş, yaşama gözlerini bu mekânda kapatmıştı. İsmet İnönü Dönemi’nde 1949’a kadar Cumhurbaşkanlığı makamı olarak kullanılan saray, 1984’te Osmanlı Dönemi’nde kullanıldığı gibi özgün tefrişiyle müze-saray olarak geziye açıldı.”
Kristal Merdivenler
Dolmabahçe Sarayı’nın orta katından üst kata, kristal merdivenlerden çıkılıyor. Bu merdivenlerin korkuluklarının İngiliz kristalinden yapıldığını öğreniyoruz. Merdivenlere “Kristal Merdivenler” ya da “Protokol Merdivenleri” deniliyor. Mabeyn bölümünün merkezinde konumlanan bu merdivenler, protokol katını saltanat katına bağlıyor. Merdivenlerin kesme kristalden yapılmış korkuluklarının dönemin en ileri teknolojilerinden biriyle üretildiğini belirtiyor Karahüseyin.
Mimari özellikler
Sarayın ana yapıdan başka, camhane, dökümhane, kuşluk, ahır gibi çeşitli amaçlara ayrılmış bölümlerden oluştuğunu belirten Karahüseyin, yapının mimarisi hakkında da bilgiler verdi: “İki normal kat ile bodrum ve musandıra (ara kat) katlarından oluşan ana yapı, fonksiyonel olarak üç bölümden oluşuyor: Devletin yönetim işlerinin yürütüldüğü Selamlık, padişah ve ailesinin özel yaşamına ait Harem, her iki bölüm arasında padişahın devlet ileri gelenleriyle bayramlaşması ve önemli devlet törenleri için ayrılan Muayede Salonu... Fonksiyon ve mimari kuruluş açısından bakıldığında Osmanlı saray geleneğine ve orta sofa ile köşe odalı Türk evi özelliklerine bağlı kalan sarayın yapımında barok, rokoko, neo-klasik gibi Batı kökenli mimari formlarının öne çıktığını görüyoruz. Sarayın duvar süslemeleri ve dekorasyonunda Hereke halılar, Baccarat kristaller, Sèvres ve Yıldız porselenler, çeşitli devlet yöneticileri tarafından gönderilen armağanlar ve Batılı ressamların yaptığı tablolar kullanılıyor. Saltanat kapısından girdiğiniz anda sizi İstanbul’un en güzel manolya ve çam ağaçlarını olduğu hasbahçe karşılıyor. Saltanat kapısından geçtikten sonra Medhal Salonu’ndan giriş yapan herkes, adeta zamanda yolculuğa çıkıyor.” Ve elbette 10 Kasımların Anıtkabir’den sonraki ikinci önemli mekânı 71 numaralı oda... Karahüseyin “Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğu 71 numaralı oda, Pembe Salon’un bitişiğinde derin bir sızı olarak yerli yerinde her 10 Kasım’da halkımızın ziyaretine açılıyor. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’nda son günlerini geçirdiği oda da hâlâ aynı şekilde muhafaza ediliyor” dedi.
71 numaralı oda
Karahüseyin, Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğu 71 numaralı oda ile ilgili şu bilgileri veriyor: “Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğu odayı ziyaret etmek isteyen yerli ve yabancı ziyaretçiler, Hasbahçe’den geçerek sarayın II. Binek Salonu’na ulaşacak. Halife Merdivenleri ile bir kat yukarı çıkacak ve böylece Mavi Salon’a giriş yapacak. Daha sonra Atatürk’ün çalışma odası, hayata gözlerini yumduğu odayı ziyaret edebilirler. Atatürk’ün vefat ettiği odadaki yatak üzerinde bulunan, ipek atlas üzerine dival ile işlenen Türk bayrağı, Olgunlaşma Enstitüsü tarafından Dolmabahçe Sarayı’na hediye edildi. Yine odadaki saat, Atatürk’e çocukluk arkadaşı olan Nuri Conker’in hediyesiydi. Yatağın tam karşısında bulunan ve Atatürk’ün en sevdiği tablo olarak bilinen Dört Mevsim de armağan edilmişti. Banyo girişinde bulunan dolapta ise Atatürk’ün hastalığı zamanında tedavisi için kullanılan ilaçların bir kısmı bugün hâlâ görülebiliyor.”
Dolmabahçe’nin simgelerinden Saat Kulesi
Dolmabahçe Sarayı’nın simgelerinden biri de 2. Abdülhamid tarafından yaptırılan, Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii ile Dolmabahçe Sarayı’nın Saltanat Kapısı arasında yer alan Saat Kulesi... Karahüseyin, mimari tasarımını Saray Mimarı Sarkis Balyan’ın yaptığı, dört katlı saat kulesinin 27 metre yüksekliğinde olduğunu belirterek “Birinci kat cepheleri çok süslü olan saat kulesinin deniz ve kara tarafındaki cephelerde Sultan 2. Abdülhamid’in tuğrası bulunuyor. Kulenin her bir cephesinde bulunan Fransız imalatı saatlerden deniz tarafındaki ayrı kurulurken, diğer üçü birlikte kuruluyor. Saatçibaşı Johann Meyer tarafından takılan Paul Garnier markalı saat 1979’da kısmen elektronik sisteme çevrildi ve çalışmaya devam ediyor” dedi.