Bağlanma kavramı son yıllarda çok popüler oldu. Çevremde hemen herkesin, doğru ya da eksik, bağlanma kuramına karşı bir fikri var diyebilirim.
Bebeğin, bakım verenle (çoğunlukla anne oluyor) kurduğu ilişkinin kalitesi, yaşam boyu kuracağı ilişkilerin kalitesini belirliyor! Bu bilgiyi ilk öğrendiğimde, omuzlarımda hissettiğim yük bir ton daha artmıştı. “Evet yine her şeyi annelerin üstüne yıkan, mükemmel olmak zorunda oldukları hissini perçinleyen, suçluluk duygularını katlayan bir bakış açısı” diye düşünmüştüm. Öyle ya, bebekken annemle kurduğum ilişkinin mahkumu olmak zorunda mıyım yani? Hayatım boyunca yaptığım ya da yapacağım şeylerin hiç mi önemi yok? Yıllar içinde hem kişisel merakım, hem psikoloji öğrenciliğim nedeniyle bağlanma kuramı hakkında çok okudum. Fakat işin teknik kısmını bilmek, her zaman hayata geçirebilmek anlamına gelmiyor.
Ebeveynimle bağlanmamın kölesi değilim!
Geçen yıl Nilüfer Devecigil’in “Işığın Yolu” kitabını okuduktan sonra kafamda bazı şeyler netleşmeye başlamıştı. Üzerine geçen hafta gittiğim “Bağlanma Eğitimi” eklenince, sanki bulutlar aralandı ve ışığı görmeye başladım. İyi haberi hemen vereyim; evet ebeveynlerimizle bağlanma stillerimiz, yaşam boyu kendimizle ilgili algımızda, seçimlerimizde, iş ve aile hayatımızda önemli rol oynuyor. Fakat bunun kölesi değiliz. Bağlanma sistemimizin farkında olarak, biyolojik yapımızda güvenli bağlanma potansiyeli olduğunu bilerek ve iyileşme sürecinin tek başına değil, ilişkilerin içinde karşılıklı olduğunu bilerek işe başlayabilirim.
Bağlanma nedir?
Bağlanma teorisinin kurucusu John Bowlby. Bağlanma stillerini ilk olarak keşfeden ise Mary Ainsworth. Kavramın ortaya çıkışı 1950’ler ama popüler hale gelişi çok daha yakın bir geçmişe dayanıyor.
Özetle, bebeğin hayatın ilk yılında, bakım verenle (anne veya bir başkası) kurduğu ilişki diyebiliriz. Bebeğin ihtiyaçlarının bakım veren tarafından karşılanması, göz teması, dokunulmak, yumuşak ses tonu, sevgi ve şefkat görebilmesi. Ve kritik olan tüm bunların zorla değil, doğal akışında, dengeli ve sürekli olması. İşte bu ilişkinin şekli, bizim hayatımız boyunca kuracağımız ilişkilere dahi yansıyacak bağlanma stilimizi biçimlendiriyor.
Sonraki yıllarda, çocukların ebeveynlerine bağlanma biçimiyle, yetişkinlerin partnerlerine bağlanma biçimlerinin benzerlik taşıdığı keşfedilmiş. Ve bunun üzerine yapılan pek çok araştırma ile de yetişkin bağlanması kavramı ortaya çıkmış.
3 temel bağlanma stili var
Özetle üç temel bağlanma stili var: Güvenli, kaygılı, kaçıngan. Güvenli bağlanan insanlar adı üstünde, ilişki kurmakta zorluk yaşamayan, güvenli ve sevecen kişiler oluyor. Kaygılı bağlanan insanlar, yani ihtiyaçları ebeveyni tarafından bir gün karşılanırken, bir gün karşılanmayanlar, sürekli yakınlık ihtiyacı hisseden, her an terkedilme/sevilmeme endişesi yaşayan kişiler haline geliyor. Kaçıngan bağlananlar ise partneri ile hep mesafe koyan, insanlarla yakınlaşmayı tehlike gören kişiler oluyor. Kurama göre, ihtiyaçları ebeveyni tarafından karşılanmayan çocuklar, yetişkinliklerinde kaçıngan bağlananlar oluyor.
İşin bilgi kısmı böyle. Ama tabii hayat her zaman siyah ve beyaz kadar net değil. Aile yapısı, doğum hikayesi, kişilik, travmalar, sosyal çevre, hayatın getirdikleri her an bağlanma stilimizi etkileyebiliyor. Özünde bu üç stilden birine sahip olsak da, farklı ilişkilerde farklı şekillerde davranabiliyoruz.
Annesini rahatça bırakan çocuk, sosyal çocuk anlamına gelmiyor
Eğitim sırasında sevgili Nilüfer Devecigil ile sohbet ederken, “Bununla ilgili net bir araştırma olmasa da, biz ağırlıklı olarak kaygılı bağlanan bir ülkeyiz. Kuzey Avrupa ülkelerinde ise genelde kaçıngan bağlanma stili görülüyor.” dedi. Bu bilgi çok ilgimi çekti çünkü yıllarca, Avrupalıların çocuklarına özendik durduk. Aman ne güzel hiç ağlamıyor, annesi bırakıyor gidiyor, nasıl rahat ve sosyal, arkasına bile bakmıyor dedik. Hiç tanımadığı bir ortama giren ve tek bir huzursuzluk ibaresi göstermeyen bir bebeğin, ebeveyniyle ilişkisini sorgulamak gerek. Bunun yetişkin versiyonu ise genelde şöyle yansıyor ilişkilere. Partnerini önemsemeyen, duygularına karşı duvar ören, uzak ve cool görünen, hep peşinden koşulan insanlar!
“Peki güvenli bağlanan bir millet var mı?” diye sorduğumda ise beni yine şaşırtan bir cevap verdi sevgili Devecigil. “Afrika!”. Evet, Afrika. Düşününce, yaşamın ilk 2 yılı neredeyse kanguru gibi çocuklarını sırtlarında ya da kucaklarında taşıyorlar. Tabi şimdi şu soruyu sorabilirsiniz: Hep veren, hep ihtiyaç karşılayan taraf biz mi olacağız? Elbette değil. Ebeveyn-çocuk ilişkisi çok adil bir ilişki olmasa da, bir ilişki de tek taraflı vericilik, tolerans, olumluluk sürdürülebilir bir şey değil. İşte burada da eşler devreye giriyor. Eğer güvenli bağlanan bir ilişkiniz varsa, sinir sisteminizin yükseldiği anlarda sizi indiren, indiği zamanlarda çıkartan, karşılıklı etkileşimin, hoşgörünün yani regülasyonun olduğu bir ilişki, ilaç görevi görüyor.
Onarabilme kapasitesi
En başta da söylediğim gibi, bence bu işin en rahatlatıcı tarafı her zaman onarma ihtimalinin olması. Örneğin kaçıngan bağlanan bir insan isem, ilişkilerimde istikrar yakalayamıyorsam, duygunun olduğu yerde duramıyorsam, ilişkilerimde biraz yakınlaşma olduğunda, bunu tehdit olarak algılıyorsam ve tüm bunları da “Ben özgürlüğüme düşkün bir insanım. Hayatta kimseye güven olmaz.” vs gibi sebeplerle açıklıyorsam, bu benim kaderim anlamına gelmiyor. Hepimiz sosyal varlıklarız. Kimimiz yalnızlığı çok sevse de, yalnız başına hayatta kalabilme kapasitemiz yok. İlişkilerle gelişen, ilişkilerle büyüyen, ilişkilerle kırılıp, iyileşen canlılarız. Varoluşumuz da bir başkasına güvenmek var. Büyürken, türlü sebeplerle ebeveynimizden koşulsuz güven ve şefkat alamamış olabiliriz. Bu onların da suçu değil bu arada. İyileşme istiyorsak, geçmişi eşelemeyi ve hep bir günah keçisi aramayı bırakmanın tam zamanı.
Ben kimim, insanlarla nasıl ilişki kuruyorum, güven benim için ne demek, birine bağlanabiliyor muyum, yakın bir ilişkinin benim için anlamı ne? Tüm bu soruların cevabı içimizde var. Bazen profesyonel bir destekle, bazen okuyarak, konuşarak, öğrenerek bağlanmalarımızı iyileştirebiliriz. Çocuğumla ya da eşimle ilişkimdeki sorunları, kırgınlıkları, hataları onarabilme kapasitem var. Eğer karşı taraftan da bunu alabiliyorsam, kollarımı açıp, güven ve sevginin kalbime girmesine izin verebilirim.
Mükemmel değilim
Son olarak; ben mükemmel değilim. Bazı şeylerin farkında olsam da, her zaman en iyisi olamam. Çocuğumla her zaman uyumlu olmak zorunda değilim. Bazen sinir sistemim alt üst olabilir. Ama o zaman da omzuma konan şefkatli bir el bana destek olabilir. İlişkilerin doğası inişli-çıkışlıdır. Önemli olan iyileşme yolculuğuna niyet etmem ve adım atarak, elimden gelenin en iyisini yapmam. Nilüfer Devecigil’in dediği gibi; “Önce ben iyileşeyim sonra eşimle, çocuğumla ilişkimi iyileştiririm diye bir şey yok. İyileşme ilişkinin kendi dinamiğinde olan bir şey. Ebeveyn regüle değilse, bebek ya aşırı uyarılıyor ya da düşük uyarılıyor. Mükemmel uyumlanma diye bir şey yok. Önemli olan onarabilme kapasitemi genişletmem.”
Kitap önerisi:
Nilüfer Devecigil, Işığın Yolu
Amir Levine-Rachel Heller, Bağlanma