100 Kadın 100 Erkek Kitabımdan Bir Hikaye;
Diklenmeden Dik Durmak
Aysun Fatih’in gönlünün kırıldığının farkında, bir an tereddüt etse de hemen vazgeçti. Şimdi taviz verip sonra kimseyi tepesine çıkartmak istemiyordu. Fatih’in kuzeni Amerika’dan geldi diye, cumartesi akşamını onlara ayırmıştı zaten ama üstüne eve davet edip, tek tatil gününü yemek yaparak geçirecek, hele bir de yatıya alıp bütün hafta sonunu heba edecek hali yoktu. Kendisine güvenip gelmemişlerdi herhalde onca yolu, gidip bir otelde kalsınlar, bana ne, diye kendini haklılığına ikna edip içini ferahlattı.
Çocukluğundaki o bitmez tükenmez ağırlamaları düşündü. Annesinin Ankara’da neredeyse her hafta sonu durmadan yatak hazırlayıp kaldırdığı, misafirlere yemek hazırlamaktan mutfaktan çıkamadığı ama yine de babasına yaranamadığı zamanları hatırladı. Babasının memleketinden doktora, hastaneye, işe gezmeye gelen kim varsa onlarda alıyordu soluğu. Zaten normal vakitte babasından izin alamayıp gezmeye çıkamayan, mecburi çarşı Pazar alışverişi dışında sokak havası
Yeşim; Özge. Ben senin aklını, kalbini biliyorum ama insanlar çoklukla seni ekranlardaki güzel yüzün ve muhteşem ses tonunla tanıyorlar. Sen hep ciddi programlarla çıktın ekran önüne. Ama ben biliyorum ki bu uzun boylu, ciddi görünüşlü kadının içinde küçücük bir kız çocuğu, sıcacık bir kalp ve acayip eğlenceli bir kadın var. Hadi gel bu ciddi kadını bir kenara bırakalım ve şu eğlenceli kadınla erkekleri çekiştirelim bu defa. Ne dersin?
Özge; Şahane olur.
Yeşim; Sence bu erkekler neden bizi anlamıyorlar? Ya da genelleme yapmalı mıyız bu konuda?
Özge; Yaradılışlarında yok bence. Ama bir taraftan da böyle davranmak işlerine geliyor. Oh ne rahat, sıfır sorumluluk! Ha haklarını yememek gerek bazılarının. Kendini kadınları anlamaya adamış erkekler de var bu hayatta. Ama sayıları kısıtlı. Aslında biraz zorlasalar, iki taraf da çok mutlu olacak. Anlamanın yanı sıra aslında bazı özelliklerimiz bizi anlaşılmaz kılıyor erkekler tarafından. Özellikle, cesaret konusu.
Bir kadının bir ilişkideki cesaretine sahip hiç bir erkek tanımadım ben.
Yeşim; Aslında genelleme yapmak çok doğru değil. Her şeyden önce cinsiyet değil de “empati” seviyesiyle ilgili birini anlamak. Ama
İngilizce’deki “house” ve “home” kavramları, bizdeki “ev” ve “yuva” kavramlarına karşılık gelir. Ama farklı şeyler hissettirir.
“Home” sıcak gelir kulağa. Sevgi doludur. İnsana aidiyet duygusu verir. İçinde neşeli çocukların oynadığı, mutfaktan elmalı kurabiye kokusunun yükseldiği, bazılarında kapıdan girdiğinizde çocuklardan önce evin köpeğinin suratında kocaman bir gülümsemeyle, dili dışarıda üzerinize tırmandığı ve eşlerin hep birbirine sıcacık bir gülümsemeyle baktığı bir yerdir orası. Çocukların eşeysiz ürediği, kadın ve erkeğin pazar pikniği için heyecanlandığı, kareli masa örtüleri ve çiçek desenli çarşafların olduğu bir yuva. En azından seyrettiğimiz Amerikan dizilerinde böyleydi ve içimizde böyle sıcacık bir iz bıraktı “home sweet home” kalıbı.
Ama bizim “yuva” dediğimiz yer her zaman sıcacık ve böyle “sweet” değildir. Bakınız Yeşilçam filmlerine, Kadın çocuklara bakar, yemek yapar evi temizler. Adam filmin ilk yarım saatinde, henüz çocukların ortaya çıkmadığı karelerde, elinde evrak çantasıyla koşarak eve gelip, son derece namuslu karısının alnından, namuslu bir şekilde öperken ilerleyen sahnelerde alacakaranlık kuşağında evine dönüyor ve kadın gözü yaşlı camda
Bir çoğumuz etrafımızda maddi ya da manevi yardıma ihtiyacı olanlar için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bazılarımız da bir şeyler yapmak istiyor ama zaman veya ekonomik kısıtlar nedeniyle nereden başlayacağımızı bilemiyoruz. Bazen de kime güveneceğimizi bilemiyor, yanlış insanlar için emek vermektense hiçbir şey yapmamayı tercih ediyoruz. Aslında hepimizin yüreği yufka, hepimiz duyarlıyız birbirimizin yaşamına.
Ama aşikar olan bir şey var ki, sadece üzülmekle , sosyal medyada iki cümle yazıp vicdanımızı rahatlatmakla hiçbir şey değişmiyor, acılar azalmıyor. Hepimiz birinin elinden tutmak ve bir şeyler yapmak zorundayız. Bir kişiye yardım etmek neyi değiştirir demeyelim. Denizyıldızı hikayesini belki çoğunuz bilirsiniz;
Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder gibi hareketler yapan birini görür.Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir
adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır:
- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?
Genç adam yanıtlar;
- Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek. Onları suya atmazsam ölecekler.
Yazar sorar;
Bahar geliyor. Yani düğün sezonu açılıyor. Ama içinizde korkular var biliyorum. Son zamanlarda düğün haberlerinden çok boşanma haberleri alır olduk. Ne oluyor da, bir ömür geçirmek için yola çıkılan evlilikler, çok da uzun süre geçmeden bir anda sonlanıveriyor. Elbette, sonu kötü biten örneklere bakarak hayallerinizden vazgeçemezsiniz. Vazgeçmeyin de . Peki, ama “evet” demeyi düşündüğünüz erkek, sizin için doğru erkek mi nasıl anlayacaksınız?
· Öncelikle kendinizi iyi tanıyın!
Maalesef bir çok kadının zihninde her istediğini bulamayacağına dair endişeler var. Elbette kimse mükemmel değil. Her istediğinizi bulamayabilirsiniz.Hem yakışıklı, hem iyi eğitimli, hem zengin hem o, hem bu olsun…. Hayal gibi, değil mi? Ama kendiniz için öncelikli meseleleri belirlemelisiniz. Sizi çok seviyor diye, sizin için öncelikli olan özelliklerin eksikliğini görmezden gelemezsiniz. Mesela sizin için eşinizin iyi eğitimli ya da iyi bir kariyer sahibi olması yüksek öncelikliyse, sırf çok yakışıklı ya da çok ilgili diye, ileride kültür farkından rahatsız olacağınız bir evlilik yapmamalısınız. Neyin sizi mutsuz edeceğini çok iyi bilmelisiniz.
· Erkek arkadaşınızın
Buse, benim hayatımda tanıdığım en cesur kadınlardan biri. Bir çok insanın çalışmak için can attığı bir kurumda,düzenli bir gelirde, kendini emniyette hissedeceği bir ortamda çalışırken birden şaşırttı beni. Evden işe gidip gelen, sakinliğine ve güler yüzüne hayran olduğum kadının yerine motosikletlerle dolanıp, dövmeler yaptıran, eskiden kahvaltıya buluşalım diye sözleştiğimizde yakın yer planlarken, şimdi çantası sırtında taaa Afrika'ya giden bir kadın var artık. İtiraf etmeliyim ki bu haline daha fazla hayranım!
Size onun hikayesini anlatmak istemiştim ama sonra dedim ki, ben sorayım o anlatsın. Kendi kelimelerinden okuyun Buse'nin yeni hayatını ve "Buse'ce"nin hikayesini. Umarım Buse'nin hikayesi size de ilham verir....
Busecim, ben seni ilk tanıdığımda ayağında topuklu ayakkabıların, üstünde takım elbisenle tam bir kurumsal plaza profiliydin. Neler oldu sana? Nereden çıktı bu radikal değişimler?
Yeşimcim haklısın... Kurumsal hayata veda edip edip tekrar başladım. İlk istifam öncesi gece yarıları ofisten çıkabiliyordum ve o işyerinden son mailimi attıktan sonra dışarı çıktım, plazaya sırtımı dönüp saatimi çıkarttım. Artık saate bağlı yaşamak istemiyordum ve işte o
Biz kadınlar her şeyi başarabilecek güçteyiz!
Yeter ki kendimize inanalım. Gücümüzün farkında olalım. Yeter ki her çocuğun hakkı olan güven duygusu , eğitim alma hakkı ve en çok da sevgi, bizden esirgenmemiş olsun.
Biz ki, kız çocuğunu evlat kabul etmeyen toplumların içinde baş kaldırmışız, kendimizi var etmişiz. Kravatı şart kabul eden çalışma hayatının içinde, kendimize yer açmışız. Biz ki bedenimizin çektiği acıya göğüs germi, çocuk doğurmuşuz. Çocuklarımızı emzirdikten sonra beşiğine bırakıp, gözümüzde yaşlarla işimize dönmüşüz. Biz ki mesailerimizi bitirip daha ağır ev mesailerine istekle, özlemle koşmuşuz. Biz kadınlar her şeyi başarabilecek güçteyiz. Yeter ki kendimize inanalım!
Evet, büyük şehirlerde çehre kısmen de olsa değişti. Ama keyfini sürebilmek ne mümkün? Toplumumuzun büyük bir kısmında, hala yaralı. Hala çocuk gelinlerden bahsediyoruz örneğin. Ellerinden bez bebekleri alınıp, aklında ne oynayacağından gayrı bir düşüncesi olmadığı halde gelin edilen kız çocuklarımızdan. Sevilme hakkı olmayan, eğitim fırsatları ellerinden alınan, çocuk olmalarına izin verilmeyen, küçük yaralı yüreklerden.
Hala kadın cinayetlerinden bahsediyoruz bu devirde.
Nedense, genelde “Adam gibi adam” tabirini hemcinsleri için kullanan erkeklerdir.
Bir açıdan ironik değil mi?
Aslında tabiri hemcinsi için kullanan erkek hem bahsettiği kişiyi onore eder, hem de alttan alta bir, “benim gibi” mesajı vardır cümlenin içinde. Hani ben “adam gibi adam” olmasam, onun böyle olduğunu da fark edip takdir edemem zaten, der alt mesaj.
Ne yazık ki, adam gibi adam olmak o kadar da kolay değil. Çünkü marifetin erkek olmak olduğunu zanneden, adam olmayı gözden kaçıran bir kalabalık var dışarıda. Oysa mesele penis sahibi olmaktan ibaret olsaydı eğer, ne “delikanlı” , ne de “adam gibi adam olmak” kelimeleri girmezdi lügatimize. Adam gibi adamın biri, bırakın kadınları, hemcinsleri tarafından bile takdir toplayıp saygı görmezdi.
Adam gibi olmak… Erkeğin ne yaşıyla ilgisi var, ne kariyerinde ne kadar yükseldiğiyle ne de kaç para kazdığıyla bu durumun. Aslında ne üzerindeki takım elbiseyle, ne de altındaki son model arabayla ölçülebilir adamlık. Mesele karakter meselesidir arkadaşım. Adam gibi adam olmak, sadece erkeğin karakteriyle, mertliğiyle, birikimleriyle ve verdiği güvenle ölçülür. Öyle “kedi olalı bir fare tuttum” güveniyle kendini adam