Bu hafta Londra’da yapılan NATO zirvesi, Türkiye’nin özgül ağırlığını ilk kez bu kadar net ortaya koydu. İttifak içindeki çatlaklar, yeni dünya düzenine uyumsuzluğu, değişen güvenlik ortamına bir türlü ayak uyduraması, hep Türkiye üzerinden açığa çıktı. Nasıl mı?
Yenilikçi kanat
Malumunuz, NATO Soğuk Savaş döneminde Batı’nın Sovyet Rusya’ya karşı kurduğu bir savunma örgütü. Yani o zamanlar tehdit, tek bir devlet ve belli bir coğrafi bölgeydi. Şimdi ise her ülke kendi havasında. Bir yandan bazı üyeler hâlâ Rusya’yı baş tehdit olarak görürken, Türkiye’nin başı çektiği blok ise terörü ve mülteci sorununu öne çıkarıyor. Yani yeni küresel tehditlerin en önde gelenlerini. Türkiye’nin bu cepheye öncülük etmesinin sebebi ise, kendisinin bu tehditlere en çok maruz kalan NATO üyesi olması.
Dolayısıyla, bu zirvede yeni güvenlik risklerine en çok dikkati çeken ve örgütün buna göre yeniden yapılandırılması gerektiğini en yüksek sesle söyleyen lider, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan oldu. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın hazırladığı “Stratejik İttifakın Güçlü Üyesi Türkiye” adlı sunumu Erdoğan’ın Londra’da liderlerin eline bizzat vermesi bunun en somut örneğiydi.
***
Türkiye’nin başı çektiği bloktaki tek pürüz ise, terörün hangi örgütleri içerdiği meselesi. YPG Ankara için baş tehdit iken, ABD ve birçok Avrupa ülkesi için bir ortak, DAEŞ ise en önemli terör örgütü.
Bu tıkanıklık da şu an NATO’nun kendini yeni terör tehdidine göre uyarlaması, yeniden yapılandırması önünde duran en büyük engel. Zira bu yenilenme, bu talebin öncüsü olan Türkiye’nin oluru olmadan gerçekleşemez. Dahası, Türkiye’nin NATO’nun en büyük ikinci askeri gücü ve tek Müslüman üyesi olması onu daha da kilit konuma getiriyor.
Rusya açılımı
Ankara’nın “yenilikçi kanada” liderlik ettiği ikinci nokta ise, NATO üyesi olmayan ülkelerle iş birliği meselesi. Her şeyden önce, bugünün tehditleri küresel. Terör, mülteci sorunu, siber güvenlik, iklim değişikliği gibi... Bunlar da NATO dışındaki ülkelerle de ortaklığı zorunlu kılıyor.
Bununla birlikte, bugün dünya düzeni de bambaşka. NATO’nun içine doğduğu tek kutuplu dünya yok artık. Yerküre gitgide daha çok kutuplu hale geliyor. Bu da güçlenen diğer kutuplarla iş tutmayı gerektiriyor. Türkiye ise İttifak üyeleri arasında Rusya ile en yakın iş birliği olan ülke. O yüzden, NATO’nun gündemine bu bakış açısını en çok işleyen üye.
Londra zirvesinde kabul edilen 70. yıl sonuç bildirgesinde, “NATO, Rusya ile açık bir diyaloğa ve yapıcı bir ilişkiye hazırdır” denmesi bu bakımdan bir dönüm noktası. İttifak’ın bugüne kadar tehdit olarak kabul ettiği Rusya’ya “müstakbel ortak” gözüyle bakmaya başlaması güvenlik paradigmasının değiştiğine ve Türkiye’nin bundaki etkisine delalet.
Yeni düzen
Bu da bizi Türkiye’nin Rusya’dan S-400 aldığı için ABD ve birçok Avrupa ülkesiyle yaşadığı krize getiriyor. Şöyle ki: Dediğim gibi, bu yeni düzende birçok sorunun çözümü için birçok tarafı kapsamak gerekiyor. Bu yüzden, Türkiye bu yeni dengeler içinde mecburen jonglörlük yapıyor. Batı ile Rusya arasında hassas bir denge kurma stratejisi güdüyor. İki taraftan aldığı savunma kaynaklarını birleştirmek bu stratejinin tezahürü.
***
Hakeza Çin’in ilk kez resmi olarak NATO’nun gündemine bu zirvede girmesi de yine bu yeni düzenin bir getirisi. ABD Savunma Bakanı Mark Esper Pekin’i “21. yüzyılın yükselen gücü” olarak tanımladıktan hemen sonra Londra deklarasyonunda Çin’in bir “mücadele başlığı” olarak yerini bulması bir dönüm noktası. Zaten ABD liderliğindeki NATO’nun kucağını yavaş yavaş Rusya’ya açması da Çin’e karşı ittifak kurma çabasından değil mi?
Şimdi söyleyin bana, bu saatten sonra kim ne diyebilir S-400’lere, Patriotlara?