Tarihte bazı olaylar turnusol kâğıdı gibidir. O dönem oluşan yeni güç dengesini, derinden gelen değişimi su yüzüne çıkarırlar. İşte Libya da şu an böyle bir işlev görüyor. Birbirine rakip diye bildiğimiz ABD ve Rusya Libya’da Hafter cephesini desteklerken, müttefik bildiğimiz Fransa ve İtalya farklı taraflara arka çıkıyor. Fransa da Hafter yanlısı iken, İtalya karşı taraftaki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) destekliyor. Tıpkı Türkiye gibi.
Yeni denge
Bu da dünyada artık geleneksel ittifakların kalmadığını gösteriyor. Müttefik diye bildiğimiz ülkeler bir konuda karşı karşıya gelirken, düşman iki ülke başka bir konuda birlikte iş tutuyor.
Bu duruma asıl sebep olan ise, dünyadaki güç dengelerinin son birkaç yüzyıla damgasını vuran formattan çıkıyor olması. Batı dünyası artık “mekânın asıl sahibi” değil. Rusya 2015’te Suriye, 2018’de de Libya’ya müdahil olarak buralardaki tüm dengeleri değiştirdi; Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de en belirleyici aktör haline geldi. Küresel güç de hızla Batı’dan Doğu’ya kayıyor. Ki Batı zaten kendi içinde çözümleniyor. İngiltere’de “eksen kaymışken”, Avrupa kendi içinde dağınık.
Evvelsi gün Avrupa Birliği’nin (AB) Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’ın AB üyelerini haşlaması boşuna değildi. “6 ay öncesine kadar Türkiye ve Rusya Orta Akdeniz’de yoklardı, ama şimdi önderliği almış durumdalar” dedikten sonra, azara başladı: “Gerçeği konuşalım, sorun bizim Libya konusunda birlik içinde hareket edememiş olmamız. Şimdi bunun bedelini ödüyoruz.”
Zaten Başkan Trump’ın geçenlerde yaptığı “NATO Ortadoğu’yu da kapsasın” çıkışı da bu durumun bir sonucu. Meydanın iyice Rusya’ya kaldığını görüp Avrupalılara “Toplayın kendinizi” demiş oldu böylelikle. Ama nafile.
Enerji köprüleri
İşte Ankara da bu yeni düzene göre hareket ediyor. Bölgede Rusya ile daha fazla iş birliği yapıp, diğer yandan Batı dünyasını da angaje etmeye çalışıyor. Bir taraftan Moskova ile birlikte Libya’da ateşkes çabasına öncülük ederken, diğer taraftan İtalya Başbakanı Conte’yi ağırlıyor, yarın Berlin’de yapılacak Libya zirvesine önayak oluyor.
Şimdi ise belli ki bu çok yönlü ve dinamik diplomasi vizyonuna bölge ülkelerini de ekleme vakti. Yunanistan-Güney Kıbrıs-İsrail-Mısır dörtlüsünün Doğu Akdeniz denkleminden Türkiye’yi dışlama girişimi Libya ile “münhasır ekonomik bölge” (MEB) ilan edilerek büyük ölçüde bertaraf edildi. Ama tamamen değil.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 6 Aralık’ta “Rum kesimi hariç bütün ülkelerle anlaşma yapabiliriz. Biz bölgede iş birliğinden yanayız ve hazırız” demesi, işte bu eksik kalan parçaları tamamlamaya yönelik. Akabinde en üst yetkililerden peş peşe gelen benzer açıklamalarda da vurgu Mısır, İsrail ve Yunanistan oldu.
*
Şimdi Ankara’yı bu üç ülkeyle kurulacak “enerji bağları” bekliyor. Üçüyle de diyalog kanalları açılarak Doğu Akdeniz’de deniz sınırları geç kalınmadan belirlenmeli. Hakeza basın üzerinden Kahire’ye sık sık iletilen “Güney Kıbrıs’la anlaşırsanız, bizimle yapacağınız anlaşmaya göre çok daha zararlı çıkarsınız” mesajları... Yine Mısır bürokrasisinin Cumhurbaşkanı Sisi’ye “Türkiye ile deniz anlaşması yapılması çıkarımıza olur” diyen iç yazışmalarının basına sızması... Ufukta böyle bir “enerji köprüsü”nün olduğuna delalet.
İsrail’in önemi ise daha büyük. Tel Aviv’le anlaşma sağlanıp KKTC üzerinden bir boru hattı kurulursa, sadece İsrail gazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmayacak. İleride Lübnan ve hatta Suriye’deki gaz da aktarılacak. Bu da Türkiye’nin bölgede -tarihte hiç olmadığı kadar- merkezi bir rol üstlenmesi demek.
Ankara da bu vizyonu sahiplenmiş, kendini bu yeni “enerji köprülerine” hazırlıyor gibi.
*
Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz “Mavi Uygarlık” kitabında, “Bundan sonra deniz hakimiyeti, bir ülkenin gücünü en çok belirleyen etkenlerden olacak” diyor. 2006’da ortaya attığı “Mavi Vatan” kavramı da zaten bu vizyonu ortaya koyuyor. “Türkiye’nin Karadeniz, Akdeniz ve Ege’deki deniz yetki alanlarını kapsayan vatan” anlamına geliyor. İşte şimdi Ankara, Mavi Vatanı’nı sahipleniyor. Türkiye’nin 21. yüzyıla damgasını vuracak jeopolitik stratejisi de bu olacak gibi görünüyor.