"2018’e en sert girişi yapan ülke, hiç beklenmeyen şekilde İran oldu. Şiddetli sokak gösterileriyle karşıladı yeni yılı. Peki, nasıl oluyor da Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’da esip gürleyen ve İsrail’e, Körfez’e, ABD’ye kafa tutan İran kendisi şimdi bu halde?"
diye sormuşum 3 Ocak 2018’de bu köşede. Yani bundan tam 2 yıl önce. Bugün İran yeniden aynı durumda. Yine bundan 10 yıl önce, 2009’da da ülke milyonlarca kişinin “Yeşil Hareket” adı verilen sokak gösterilerine sahne olmuştu. Peki, ne oldu da 1980-88 Irak-İran savaşından sonra uzun yıllarını gayet durgun geçiren İran, 2009’dan bu yana sürekli çalkantılı?
ABD’nin Irak’tan çekilmesinin tam da 2009’a denk gelmesi, bu sorunun en kısa cevabı herhalde.
Şii Hilali
ABD 2003’te işgal ettiği Irak’tan 2009’da çekildikten sonra, buradaki boşluğu İran doldurdu. Hem sahadaki Şii milisleriyle hem de siyasetteki bağlantılarını genişleterek. 2014’ten itibaren baş gösteren DAEŞ tehdidi de Tahran’ın Irak’a daha da çok müdahil olmasının yolunu açtı. 2018 itibarıyla ülkede en geniş nüfuz alanına sahip olan güç oldu. ABD’yi açık ara geride bıraktı. Bugün Bağdat’taki dengeleri belirler halde.
Tam da aynı zamana denk gelen Suriye savaşı, İran’ın bölgesel gücünü iyice perçinledi. Esad’ın arkasındaki ana iki destekçiden biri olarak (Rusya ile) bölgede bugüne kadar olmadığı kadar nüfuz kazandı. Buna Lübnan’da Hizbullah üzerinden gösterdiği etkiyi ve Yemen’de Husileri destekleyerek Suudi Arabistan’a karşı yıllardır verdiği vekâlet savaşını da ekleyin. Kısacası, İran bölgede kurduğu “Şii Hilali” ile esip gürlüyor.
İşte tüm bu savaşlar da son derece maliyetli. Halk yönetenlere “Yeter artık, bırak dışarıyı da bizim sorunlarımızla ilgilen!” diyor. Zaten ABD yaptırımlarıyla işsizliğin tavan yaptığı ülkede üstüne bir de bu savaş maliyetleri eklenince, insanlar artık isyan ediyor. Yoksa geçen cuma günü benzine yapılan yüzde 50’lik zam, buz dağının sadece görünen parçası.
ABD, Irak ve İran
Bununla birlikte, uluslararası dengeler de Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin aleyhine gelişti. Şöyle ki: Seçildiği 2013’ten beri halkın beklentilerini zaten karşılayamadı. Eski ABD Başkanı Obama öncülüğünde Batı ile imzaladığı o meşhur nükleer anlaşmayı kendi halkına, 79 İslam Devrimi’nden beri ülkenin ensesinde boza pişiren yaptırımların kalkacağını ve ekonominin güçleneceğini söyleyerek pazarlamıştı.
Ancak kazın ayağı öyle çıkmadı. Obama yerine gelen Trump nükleer anlaşmadan çekilince ve ek yaptırımlar devreye girince, İran ekonomisi iyice dibe vurdu. Dahası, Trump’ın Körfez ülkeleri ve İsrail’le birlikte Tahran’ı hedef tahtasına koyması, İran’ı daha da sertleşmeye itti. Bu da maliyetleri daha da artırdı.Dolayısıyla, İran bugün ciddi bir sarmal içinde. Ruhani’nin, İran’ı uluslararası ve bölgesel denklemde ayakta tutmak için “savaş kesesi”nin ağzını daha da açması, kendisi ayakta kalabilmek için ise kesenin ağzını kapatması gerekiyor.
Buna paralel olarak, Irak’ta 1 Ekim’den bu yana süren, 250’den fazla kişinin hayatını kaybettiği ve hükümeti devirme riski taşıyan gösteriler de İran’dan azade değil. Burada da halk ekonomik darboğazdan bunalmış durumda ve bunun asıl suçlusu olarak “gölge hükümet” İran’ı görüyor. Eylemlerin çoğunlukla Şii bölgelerde yaşanması bundan.
Dolayısıyla, ne Irak ne İran’daki protestolar bu sefer ABD’yi hedef almıyor. Ancak bu, ABD’nin resmin dışında olduğu anlamına elbette gelmiyor! Trump yönetiminin gösterilere destek veren açıklamalar yapması boşuna değil. Tahran’da güvendiğim bir kaynağım, “Bu bir komplo teorisi değil, ABD iki yıldır buradaki muhalif grupları örgütlemek için planlama yapıyor” diyor. Özellikle Azeri ve Kürt kökenli İranlıların kullanıldığını söylüyor. Amaç ise rejimi devirmek değil, zayıflatmak.
Zaten yaptırımların sebebi de bu değil mi?