Şu an farkında olmasak da belki de en acil ele alınması gereken konu GIDA.
Salgın nedeniyle tabii ki her an tüm dünyadan gelen haberlerin bombardımanı altındayız. İçeride ve dışarıda olup bitenleri daha hâlâ bünyelerimiz sindirmiş değil. Dolayısıyla, başımızı kaldırıp ne olup ne bittiğine bakamıyoruz. Ama farkında olmadığımız ve bizi bekleyen hayati bir mesele var önümüzde. O da, gıda güvenliği. O yüzden acilen gıdada, yani tarım-hayvancılıkta kendi kendimize yetmeyi öğrenmemiz gerekiyor.
Gıda milliyetçiliği
Bakın, Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) bugünlerde sık sık korona salgınının yerkürede açlık krizine dönüşebileceği, bu krizin en az 55 ülkede yaşanacağı uyarısında bulunuyor. Dünya Ticaret Örgütü de ülkelerin tarım ve gıda ticaretinde uyguladıkları kısıtlamaların yoksulların gıdaya erişimini engelleyeceğini savunuyor. Zira şu an birçok devlet, salgın sonrasını öngöremediği için kendi tarım ürünlerini satmak istemiyor. “Ya küresel sanayi durursa ve bendeki gıda bana yetmezse” endişesiyle.
Mesela Rusya, tüm tarım ve gıda ürünü ihracatını yasakladı. Ki Rusya, dünyanın en büyük buğday ihracatçısı. Uluslararası pazarda satılan buğdayın 5’te biri oradan geliyor. Bu da bu kararın dünya çapında ekonomik ve siyasi etkileri olacak anlamına geliyor. Usta gazeteci İsmet Berkan kendi blogunda, “Bu önce Avrupa Birliği’nde fiyatları yukarı çeker. Ama esas Mısır, Suudi Arabistan, Güney Sudan gibi ülkelerde başka türlü siyasi sonuçları beraberinde getirebilir. 2010 yılında Rusya buğday satmadı diye Mısır’da Arap Baharı oldu, Hüsnü Mübarek devrildi, unutmayın” diye yazmış. Yani buğday deyip geçmeyin.
Sadece Rusya değil gıda ihracatını durduran. Küresel tarım ihracatının yüzde 63’ünü, ithalatının da yüzde 55’ini kontrol eden Dünya Ticaret Örgütü üyesi ülkeler şu an bu kısıtlamalara en çok başvuranlar. Birçok Avrupa Birliği (AB) üyesi gıda ihracatını durdurdu. Hem de AB müktesebatına aykırı şekilde. Düşünün ki AB ilk ortak piyasa düzenini tahılda faaliyete geçirmişti (1950’lerde gündemine aldığı Ortak Tarım Politikası çerçevesinde). Yani tarımda birlik, AB açısından o kadar önemli bir meseleydi. İşte şimdi üyeleri Ortak Tarım Politikası’na aykırı olarak birbirlerine karşı kısıtlamalar uygulamaya başladılar.
Kaldı ki sadece ihracatı durdurmuyorlar, “Yerli malı tüket” kampanyaları da yapıyorlar. Mesela Bulgaristan, marketlerde yerel ürünlerin satışını zorunlu hale getirdi. Yani bir yandan kendi çiftçisini koruyor. Romanya da ayçiçeği tohumu ve ham yağ ihracatına yasak getirdi.
Tabii ki AB şimdi bu uygulamalara karşı çıkıyor ve tek taraflı kararlar alınamayacağını savunuyor. Dolayısıyla, koronayla birlikte gelen gıda sorunu AB için sadece ekonomik değil, siyasi ve anayasal da bir kriz yaratıyor. Economist dergisi son sayısında, Almanya’nın şirketlerini Kovid-19’un etkilerinden korumak için büyük sübvansiyonlarla doldurduğunu ve tek pazarı zayıflattığını yazıyor. “Bütün bunlar aslında çözülebilir, ancak AB üyeleri ne istedikleri veya nasıl reform getirecekleri konusunda anlaşamıyorlar” diyerek durumun vahametini ortaya koyuyor.
Ama AB ne yaparsa yapsın, artık bu gidişatı yani “gıda milliyetçiliği”ni önlemek mümkün değil.
Tarım güvenliği
Gıda döngüsünü etkileyen bir diğer etken de, şu anda geçici tarım işçiliğinin durmuş olması. Türkiye dâhil neredeyse bütün ülkeler tarım ürünlerinin toplanması için geçici tarım işçilerine ihtiyaç duyuyor. Ama salgın nedeniyle getirilen seyahat kısıtlamaları şimdi geçici işçiliği engelliyor. Dolayısıyla, bu yıl tarım ürünlerini hasat etme konusunda ciddi aksamalar yaşanıyor. Mesela İtalya’da ve Fransa’da sorun çok büyük.
İşte tüm bunlar da gıda güvenliğinde ciddi sonuçlar yaratacak gibi görünüyor. Fiyatların artması bir yana, mesele küresel olduğu için başka hangi ülkelerin nelerin satışına kısıtlamalar getireceği de bilinmiyor.
Kısacası, korona en çok da tarım politikalarını etkileyecek belli ki. Bundan böyle bir ülkenin gıdada kendine yetmesi, belki de gündeminin en tepesinde olacak. Bu da tarım politikaları devletin en önemli kollarından biri haline gelecek demek. Bakın, ABD hemen tarıma 19 milyar dolarlık ek destek paketi açıkladı bile. Toplam yüzölçümünün sadece yüzde 12’si tarıma elverişli olan Japonya da (en çok gıda ürünleri ithal eden ülkelerden) tarım ve gıda için 5 milyar dolar ek destek paketi uygulamaya başladı.
Türkiye ise zaten tarım potansiyeli muazzam bir ülke. Dünyanın en bereketli topraklarından birinin üzerinde. İhtiyacı olan tek şey, üretim odaklı politikalarını güçlendirmek. Eğer potansiyelini hayata geçirebilirse, dünyada tarımda söz sahibi olan ülkelerin başında gelecektir. Önümüzde kaçırılamayacak kadar büyük bir fırsat var.
NOT: Dünya gazetesi yazarı Ali Ekber Yıldırım’ın 4 Mayıs tarihli yazısından çok faydalandım.