Gündem hem içeride hem dışarıda o kadar yoğun ki, Türkiye tarihine “devrim” diye geçecek gelişmeler bile sanki gözden kaçıyor. Bahsettiğim, onlarca yıldır Türkiye’nin karnını ağrıtan sivil-asker ilişkilerinde atılan tarihi adım.
***
Geçtiğimiz Pazar günü, yani 15 Temmuz’un yıl dönümünde Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlıkları, Milli Savunma Bakanı’na bağlandı. Zaten bundan birkaç gün önce de eski Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, yeni Savunma Bakanı olmuştu. Böylelikle sivil-asker dengesi olması gerektiği gibi sonunda demokratikleşti. Peki bu ne demek?
Sivil-Asker Dengesi
Sivil-asker ilişkilerinin aslında 5 boyutu var. Bunlardan 1.si, ordu ile devlet/hükümet arasındaki ilişki. AB ve NATO üyelerinde temel prensip; askerin hükümete hiçbir belirsizliğe yer vermeyecek şekilde tabi olmasıdır. 2. boyutu ise, yasamanın rolü. Bu da askerin sorumluluk alması ve şeffaf olması anlamına geliyor. Yani ne yapıldığını ve ne harcandığını Meclis’e ifşa etmesi, açıklaması ve gerekçelerini belirtmesi gerekiyor.
Bu ilişkinin 3. ayağı ise, ordu ve yürütme arasındaki ilişki. Yani askerin sivil siyasi yönetim altında olması. Gelişmiş demokrasilerde bu kontrol bir bakan, genellikle Savunma Bakanı tarafından
Bu hafta Brüksel’de gerçekleşen NATO zirvesi epey tantanalı geçti. Artık iyice gördük ki ne NATO aynı NATO ne dünya aynı dünya.
ABD-Avrupa yarığı
Düşünün ki NATO’nun öncü ülkesi ABD’nin Başkanı, daha zirve başlamadan Twitter üzerinden başladı İttifak’a saldırmaya. Zaten 2 yıldır sürekli “NATO’ya daha çok savunma bütçesi ayırın” diye eleştirdiği AB ülkelerini iyice köşeye sıkıştırdı. Hatta zirvenin sabahı kahvaltı yaptığı NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’e, “Almanya Rusya’nın esiri oldu!” diye şikâyet etmeye kadar işi vardırdı.
Bundan kastı, Almanya’nın enerjisinin yüzde 70’ini Rusya’dan karşılıyor olması. Oysaki Trump’ın kendisi Putin’le “şaibeli” ilişkileri nedeniyle mercek altında. Ayın 16’sında da Rusya lideriyle baş başa görüşecek. Anlaşılan o ki derdi Avrupa’nın Rusya’yla arasını açmak; Rusya’nın etinden, sütünden, yününden sadece kendisi yararlanmak.
***
Avrupalı liderler de artık iyice rahatsız. Avrupa Konseyi Başkanı Tusk’ın zirveden önce, “Sevgili Amerika, müttefiklerinin değerini bil. Sonuçta o kadar da fazla müttefikin yok. Lütfen bunu özellikle Putin’le bir araya geldiğinde hatırla”
demesi de bundan.
Gerçi Transatlantik İttifakı’ndaki bu yarık hiç de taze değil. Hatırlayın:
Seçimlerin siyasi boyutu günlerdir konuşuluyor. Sonuçların altı üstüne getirildi. Amma velakin, en önemli taraflarından biri tamamen göz ardı edildi. O da kadın milletvekili sayısı.
Seçilen 600 vekilin sadece 104’ü kadın. Yani 6 vekilden 1’i. AK Parti’de 295 vekilden 53’ü kadınken, bu oran CHP’de 146’ya 18, HDP’de 67’ye 25, MHP’de de 49’a 5. Başkanı kadın olan İYİ Parti’de ise 43 vekilden sadece 3’ü kadın.
Kadın lidere tam güven
Düşünün ki bu rakam Cumhuriyet tarihinde devasa bir rekor! Kadınların ilk kez seçilebildiği 1935’te kadınlar Meclis’in yüzde 4.5’iydi. Sonraki yıllarda bu oran hızla düşüşe geçti. Mesela 1950’de hiç kadın vekil yoktu. Ancak 2000’li yıllarda AK Parti ve HDP’nin başı çekmesiyle bu oran hızla arttı. 2011’de kadınlar Meclis’te yüzde 14’ü buldu. O günden bu yana da aşağı yukarı benzer bir seyirde.
***
Oysaki toplumun yarısı kadın. Seçmenlerin de öyle. Dahası, toplumda aslında kadınların siyasete girmesiyle ilgili bir önyargı da yok. Kadir Has Üniversitesi’nin geçen yıl yaptığı “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması” bunu ortaya koyuyor. Kadın liderlere yüksek bir güven göze çarpıyor. “Bir kadın sizin görüşlerinizi savunan bir partinin lideri olsa, o
Artık yeni bir döneme giriyor, yepyeni bir sistemle yönetilmeye başlıyoruz. Peki Cumhur- başkanlığı sistemi Türkiye’nin dış politikasını nasıl etkileyecek? Kararları asıl kim verecek? Hangi ülkeyle, nasıl bir ilişki kurulacak? En etkili üst düzey yetkililerden aldığım cevaplar aşağıda...
Karar mercii kim?
Önce işin “şekli” ile başlayalım. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın henüz sayısı kesinleşmemiş başkan yardımcıları arasında, dış politikaya özel kimse olmayacak. Dışişleri Bakanı en yetkin isim olmaya devam edecek. Ancak Erdoğan, dış politika kararlarının arkasında güçlü bir siyasi irade olmasını önemsiyor. Karşı tarafa verilen mesajın gücü açısından. Bu nedenle kararlarda yine kendisi asıl belirleyici olacak.
Bununla birlikte, dış politika ve güvenlik iç içe geçmiş durumda. Bu yüzden Genelkurmay Başkanlığı, MİT ve Dışişleri Bakanlığı bütünlük içinde hareket etmeye devam edecek. Birlikte hazırladıkları önerileri Cumhurbaşkanı değerlendirip, nihai kararı kendisi verecek.
ABD ile meseleler
Ankara’ya göre önümüzdeki dönemde bizi bekleyen en kritik konu ise Suriye. Zira hem sınırlarımızda bir terör koridoru riskiyle karşı karşıyayız. Hem de Suriye savaşında son eşiğe girdik. Bu da ABD ve
Biz kendi seçim günde-mimize gömülmüşken, mülteci krizi tüm dünyayı kasıp kavuruyor. ABD ve Avrupa’da tüm haber bültenlerinin ve gazetelerin manşeti göçmenler. Kriz, bazı ülkelerde iktidarları yıkıyor. AB (Avrupa Birliği) deseniz, bu konu yüzünden parçalanmanın eşiğinde. Ülkeler göç politikaları nedeniyle birbirine girmiş vaziyette.
ABD ve Avrupa karıştı
Almanya’da seçimden tam 5 ay sonra kurulabilen koalisyon, bu yüzden yıkılmak üzere. Hükümetin ortağı olan iki kardeş parti, yani Merkel’in partisi CDU ve küçük ortağı CSU büyük bir kavga halindeler. Aynı zamanda İçişleri Bakanı olan CSU’nun lideri Seehofer, başka bir AB ülkesine kaydı olan mültecilerin Almanya sınırından geri çevrilmesini istiyor. Merkel ise “Böyle olmaz, AB ile ortak bir çözüm bulalım” diyor. Koalisyon dağılmanın eşiğine gelmişken, sonunda kriz 28-29 Haziran’daki AB zirvesine kadar ertelendi. Ama bu zirveden ortak bir karar çıkmazsa, fırtınanın patlayacağı kesin.
AB deseniz... İtalya, İspanya ve Fransa birbirine girmiş durumda. Geçen hafta 630 göçmenle dolu bir gemiyi reddederek Akdeniz’de ölüme terk eden İtalya ve Malta, Avrupa’yı karıştırdı. Gemiyi kabul eden İspanya ve ona destek veren Fransa’yla kapışmaları
Göç tarihi, aynı zamanda korkuların tarihi aslında. Dünyanın karşı karşıya kaldığı mülteci krizleri, her seferinde toplumların en karanlık yönlerini ve korkularını açığa çıkarıyor. Sanki turnusol kâğıdı işlevi görüyor. Son bir hafta içinde peş peşe yaşananlar, bunu gösteriyor.
İnsanlığa set
Malum, mülteci akınına uğrayan Batı ülkeleri bu günlerde tarihe geçecek kadar kötü bir insanlık sınavı veriyor. En son İtalya’nın çiçeği burnunda yeni hükümeti, 630 göçmen taşıyan bir gemiye limanlarını kapattı. Malta da gemiyi reddedince, aralarında 7 hamile kadın ve 134 çocuk olan gemi Akdeniz’in sularında ölüme terk edildi. Neyse ki son dakikada İspanya imdada yetişti.
Gerçi Suriye savaşıyla birlikte bu dramlara artık iyice alıştık. Sınırı geçmeye çalışan mültecilere 3 yıl hapis cezası getiren Macaristan’ı mı istersiniz, göçmenleri sadece kutup ayılarının yaşadığı bir adaya yerleştirmeyi öneren Norveç’i mi...
İslam karşıtlığı
Kaldı ki Avrupa mültecileri kabul etse sonra ne olacak? Özellikle 11 Eylül’den beri Batı, Müslümanları entegre etmekte son derece başarısız. Bunun son örneği, geçtiğimiz hafta 7 camiyi kapatma ve 60 imamı sınır dışı etme kararı alan Avusturya’nın aşırı sağcı hükümeti. Ki
Hafta sonu Kanada’da toplanan G-7 grubu (ABD, İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya) resmen dağılmanın eşiğine geldi. Kim derdi ki bu resimdeki sahne bir gün vuku bulacak. Yani Almanya lideri sağına soluna Avrupalı muadillerini dizip ABD’ye “Akıllı ol, aklını alırım” edası takınacak. Ama işte derler ya, “Olmaz deme, olmaz olmaz”. Aynen öyle. Olmaz denilen oldu.
***
Trump’ın müttefiklerine koyduğu gümrük vergileri, onları takmadan İran anlaşmasını yırtıp atması, Paris İklim Anlaşması’na burun kıvırması ve son olarak G-7 zirvesinde ortak bildiriyi imzalamadan mekânı koşar adımlarla terk etmesi. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, bir de Kırım-Ukrayna gerilimi nedeniyle 2014’te aynı gruptan atılan Rusya için “Yeniden G-7’ye alalım” demesi.
Bunların üstüne bir de hafta sonu Pekin’de toplanan Şanghay İşbirliği Örgütü’nde Çin’le Rusya’nın birbirine yaptıkları aşk itirafını ekleyin. Çıkan sonuç çok net.
Batı bölünüyor
Her şeyden önce, Trump’ın müttefiklerine ekonomik ve siyasi meydan okumasının bu raddeye gelmesi şunu gösteriyor: ABD bundan sonra korumacı ekonomik politikalara devam edecek. Yani 2. Dünya Savaşı sonrası kendi elleriyle kurduğu -Avrupa’yı da içine alan- uluslararası
Erdoğan Demirören demek, Türk medya tarihinin çınarlarından biri demek. Dolayısıyla, vefatı da Türkiye tarihinde çok önemli ve hep hatırlanacak bir kayıp.
Erdoğan Bey 40 küsur yıldır Türk iş dünyasında ve medyasında en önde gelen iş adamlarından biri oldu. 2011’de Milliyet ve Vatan gazetelerini satın alarak da medyanın en önemli isimlerinden biri haline geldi. 2 ay önce Doğan Medya Grubu’nu satın alınca da tartışmasız medya dünyasının en büyük patronu oldu. Ne büyük ve talihsiz bir acıdır ki tam da bu satışın tescillenmesinin ertesinde vefat etti, bu yeni dönemini görmeye ömrü vefa etmedi.
Ülkemize çok hizmet etmiş bu güzel insanın ve koskoca çınarın mekânı cennet olsun. Tüm kıymetli ailesi başta olmak üzere sevenlerine ve Türkiye’ye başsağlığı diliyorum.
Türk halkı Batı’yı istiyor
Türk milleti büyük bir çelişki yaşıyor. Bir yandan ABD’yi “en büyük tehdit” olarak algılıyor, Batı’ya hiç güvenmiyor. Diğer yandan aynı Batı’yı, daha doğrusu, NATO’yu ve AB’yi güvenliğinin teminatı olarak görüyor.
Sebebi ise basit: Etrafımızdaki ateş çemberi büyüdükçe, doğal olarak korkuyoruz. Kendimizi güvende hissetmiyoruz. Bu yüzden bir teminat arıyoruz. Böyle zamanlarda da hep “fabrika ayarlarımıza”