Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önce ABD, sonra Almanya ziyaretlerini evvelsi gün Meclis’in yeni yasama yılı açılışında verdiği mesajlar pekiştirdi. Avrupa ile sıkıntılı günlerin geride kalacağını, mesafe kat edileceğini vurguladı Erdoğan.
Birçok kişi, Almanya’yla fitillenen bu yeni Avrupa diyaloğunun arkasında asıl iki neden olduğunu düşünüyor. 1.si; ABD-Avrupa arasındaki Transatlantik ilişkinin çöküşü. 2.si de (1.nin sonuçlarından biri olarak); Rusya’nın Avrupa ve Türkiye ile birlikte ABD’nin karşısında cephelenmesi. Ancak bu iki saptamada da hata var.
***
Trump’ın başkanlığıyla birlikte ABD’nin içine kapandığı ve bundan da en çok Avrupalı müttefiklerinin zarar gördüğü bir vakıa. Ancak bu, mevcut düzenin kendisinin topyekûn (of itself) değiştiği anlamına gelmiyor. Bu şimdilik sadece sistemin içindeki (in itself) bir değişim. Yani var olan sistem henüz bitmiş değil. Sadece şu an ciddi bir dönüşümden geçiyor. Yenisi kurulana kadar da ABD-Avrupa ilişkisi düşe kalka da olsa devam edecektir.
2.sine gelince: Rusya tamamen “ABD’ye karşı” bir cephede değil. Bunu Almanya dönüşü gazetecilere konuşan Erdoğan da dile getirmiş. ABD’nin küresel ticaret savaşına karşı, “Şu anda bir duruş sergileyebilecek
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York’a ayak basar basmaz verdiği ilk mesaj, kuzey Suriye’de Fırat’ın doğusundaki YPG/PKK varlığına ilişkin oldu. ABD’nin kontrolündeki bu bölgenin bir terör yuvası olduğu uyarısını yaptı. Bunu hem Birleşmiş Milletler (BM) kürsüsünde dile getirdi. Hem de Amerikan ve Rus basınına yazdığı makalelerde.
Erdoğan’ın ABD ziyaretinden hemen önce İran’dan ve Rusya’dan da bu bölgeyle ilgili uyarılar geldiği için, kaşlar havaya kalktı: Acaba TSK’nın Fırat’ın batısında yaptığı Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarından sonra, sıra Fırat’ın doğusunda mı? Peki, New York’a gitmeden hemen önce Erdoğan’ın Rusya lideri Putin ile Soçi’de yaptığı Suriye zirvesinde iki lider ortak operasyon kararı almış olabilir mi?
Fırat’ın batısı-doğusu
Önce bugün YPG kuzey Suriye’de nerelerde, ona bir bakalım. 2012 itibarıyla örgüt kuzeyde 3 kantonun özerkliğini ilan etti: Afrin, Kobani ve Cezire. Bunlardan sadece Afrin Fırat Nehri’nin batısında kalıyor. Diğer 2’si ise doğusunda. İşte ABD de bu doğudaki YPG varlığına kol kanat geriyor. Ekim 2015’ten bu yana da 18 askeri nokta (üs ve operasyonel nokta) kurmuş durumda. Suriye petrolünün yüzde 70’ine sahip olan bu bölgede 50 bin civarında
Tam 9 gün önce, 17 Eylül günü Esad rejimi Suriye’de uçan bir Rus askeri uçağını “vurdu”. 15 Rus askeri hayatını kaybetti. Hepimiz gafil avlandık: “Nasıl olur da Esad, savaştan sağ çıkmasını borçlu olduğu Rusya’ya karşı böyle bir şey yapar” diye.
Sonra işin kokusu çıktı: O Rus uçağının hemen arkasında İsrail jetleri vardı. Esad rejimine ait hava savunma sistemi de “düşman uçak” tanımlı İsrail jetlerine ateşledi. Yani Rus uçağını fark etmedi. Rus-İsrail jetleri “fazla” yakın olunca da istemeden İsrail yerine Rusya’nın uçağını vurmuş oldu.
***
Önce Rusya lideri Putin olaya çok serinkanlı yaklaştı. “İsrail’in üstüne gitmeyin, bir kaza olmuş, geçelim” mealinde konuştu. Ama 2 gün önce hava bir anda değişti. Putin aniden İsrail’e karşı atağa geçti. Şimdi iki ülke arasında gerilim hızla tırmanıyor. Bu da en çok Esad’a ve İran’a yarıyor. Peki ama Putin’deki bu ani değişim neden?
Arka plan
Önce işin arka planına bakalım. Putin ile Netanyahu arasında uzun süredir “tuhaf” ve açıklanması zor bir ilişki var: Rusya Suriye’de elde ettiği çıkarları korumak için uzun zamandır ülkenin hava sahasına hakim. Burada baş müttefiki İran. Esad’ın da baş destekçisi.
İsrail deseniz, Suriye’de en çok İran varlığınd
Ankara’nın Suriye politikası temelden değişti. Her ne kadar hâlâ Esad rejimine karşı olsak da ve Suriyeli muhalifleri desteklesek de... Arkadaki asıl hedef, kuzey Suriye’de YPG/PKK ile mücadele. Rusya, İran ve ABD dahil diğer tüm aktörlerle ilişkilerimizi de işte bu belirliyor. Yani bu güçlerin YPG’ye karşı tavırları, onlarla ilişkimizi şekillendiriyor.
Esad-YPG ilişkisi
Malum; Suriye savaşının en başından beri Ankara “Esad gitsin” diyor. Bu stratejinin ardında ise asıl olarak Sünni muhalif grupların sisteme dahil edilmesi isteği vardı. Başlarda ABD başta olmak üzere Batı dünyası ve Körfez ülkeleri de bu grupları destekliyordu.
Ne var ki sonra rejim İran’ın ve asıl Rusya’nın desteği sayesinde yavaş yavaş topraklarını DAEŞ’ten ve muhaliflerden geri aldı. Şimdi ülkenin yüzde 25’ine tekabül eden kuzeydoğudaki YPG oluşumu dışında neredeyse tamamen kontrolü sağladı. Hatta evvelki gün ülkede 7 yıl sonra ilk kez yerel seçim yapıldı. Hürriyet’in geçen hafta ulaştığı habere göre de Washington’ın Cenevre’de sunduğu siyasi çözüm belgesinde Esad’lı geçiş öne sürülüyor.
***
Ama zaten Ankara için artık asıl dert Esad değil. Asıl mesele, sınırlarımız boyunca oluşmakta olan terör koridoru. Esad
O kadar çok şey olup bitiyor ki Suriye cephesinde, o “büyük resmi” gözden kaçırıyoruz. Türkiye’nin politikasında yaşadığı kırılmayı görmüyoruz. Yoksa aslında Suriye’ye yönelik uzun vadeli stratejiye çoktan geçilmiş, hesaplar buna göre yapılmış durumda. Peki, nedir bu büyük paradigma değişimi?
Ankara’nın kazanımları
Ona geçmeden önce, Türkiye’nin İdlib için ortaya koyduğu başarılı uluslararası diplomasinin hakkını teslim etmek gerek.
Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan 10 gün önce Tahran’da Rus ve İranlı muadilleriyle buluştu. Bu Tahran zirvesinin ardından geçtiğimiz cuma günü de İstanbul’da bu sefer Rusya, Almanya ve Fransa ile bir Suriye zirvesi yapıldı. Bu çok önemliydi çünkü “Astana süreci”ni oluşturan Türkiye-Rusya-İran cephesiyle, ona paralel olarak yürüyen ABD liderliğindeki “Cenevre süreci”nin aktörleri Almanya ve Fransa ilk kez aynı potada buluşmuş oldu. Hem de ABD’nin “Ben olmadan ne oluyor İstanbul’da?!” diye kaşlarını havaya kaldırmasına rağmen...
Bunun hemen üzerine pazartesi günü Erdoğan Soçi’de baş başa görüştüğü Putin’den önemli kazanımlar elde etmiş görünüyor.
***
Ankara tüm bu uluslararası girişimleri ve kararlı ısrarcılığı sayesinde Suriye’de kendi lehine bir değişim yaratmış
Lafta Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz edenlerin uygulamada parsellediğini söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Tüm Suriyelilerin katılımı ile yapılacak seçimin ardından orada kimler var ise hep beraber Suriye’yi terk edelim” önerisinde bulundu
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İdlib’de sürecin böyle devam etmesi halinde bunun katlanılması ağır sonuçları olabileceğini belirterek “Buna fırsat vermeden, hem Rusya hem koalisyon güçleri ile bir çözüm bulmamız lazım” dedi. Erdoğan “İdlib’de durum iki üç gündür sakin. Yapılan girişimlerin bir neticesini aldık gibi görünüyor. Fakat hala biz tatmin olmuş değiliz” ifadelerini kullandı. “Lafta herkes Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz ediyor. Ama uygulamaya baktığınız zaman, herkes parselasyonu yapmış. Bir ülkenin 22 üssü var, bir diğerinin 5 üssü var. Türkiye olarak bizim ise öyle bir derdimiz yok” diyen Erdoğan, şunları söyledi: “Parselasyon, şu, bu derdinde değiliz biz. Nihai düşüncemiz: Bir, anayasanın hazırlığı; ikincisi ise seçimlerin içeride ve dışarıda tüm Suriyelilerin katılımı ile yapılması. Bunun neticesinde orada kimler var ise gelin hep beraber Suriye’yi terk edelim. Bundan daha başka çıkış yolu olamaz.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan,
İdlib meselesi uzadıkça uzuyor. Geçtiğimiz hafta Tahran’da yapılan Türkiye-Rusya-İran zirvesini takiben dün de İstanbul’da toplanıldı. Bu sefer Türkiye ve Rusya’nın yanında Fransa ve Almanya vardı. Pazartesi günü ise Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rus mevkidaşı Putin’le Soçi’de buluşup İdlib’i görüşecek.
Tüm bu olan bitenin arasında bu hafta yine Suriye ile ilgili kritik bir gelişme yaşadık. MİT’in başarılı operasyonuyla 2013 Reyhanlı katliamının zanlısı Yusuf Nazik, Suriye’de yakalanıp Türkiye’ye getirildi. Nazik, 53 kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırıyı Suriye istihbaratı El Muhaberat’ın emriyle yaptığını itiraf etti.
Her ne kadar Suriye meselesi gitgide dallanıp budaklanıyor gibi görünse de aslında resim gitgide netleşiyor.
ABD-Rusya düellosu
İdlib demek, ABD ve Rusya’nın Suriye savaşındaki son raund’u demek.
Şöyle ki: Suriye’de muhalif gruplardan geriye sadece sığındıkları son kale olarak İdlib kaldı. Dolayısıyla, burayı da Esad aldığında, YPG’nin kontrol ettiği kuzeydoğu bölgesi dışında tüm ülkede gücü ele geçirmiş olacak. Bu da Rusya’nın Suriye’deki çıkarlarını, yani Akdeniz’e ulaşımını ve iki askeri üssünü garantilemesi demek. Yani Rusya’nın Ortadoğu’ya geri dönüşü ve Putin’in
Trump’ın başı herhalde hiçbirimizin olmadığı kadar belada. Zaten başkanlığının en başından beri Rusya ile “şaibeli” bağlarından dolayı mercek altındaydı. Üstüne gayrimeşru ilişkileri ve seçim harcamalarıyla ilgili iddialar eklendi. Geçen hafta ise bizzat kendi yönetiminden birinin isimsiz olarak New York Times’ta (NYT) yayımladığı makale tüm bunların üstüne tuz biber ekti. Zira “yazar”, Trump’a karşı “içeriden bir direniş sergilediklerini” detaylı anlatıyordu.
Yine bu hafta piyasaya çıkan, ünlü Amerikalı gazeteci Bob Woodward’un “Korku: Beyaz Saray’da Trump” isimli kitabı da Washington’da bomba etkisi yarattı. Woodward’un eski ABD Başkanı Nixon’ı 1974’te istifaya sürükleyen Watergate skandalını ortaya çıkaran kişi olduğunu düşününce, kitabın Amerika’yı sallaması gayet normal.
Peki, tüm bunlar Trump’ın azil ihtimalini artırdı mı? Veya o da Nixon gibi istifa eder mi?
Seçim öncesi hamleler
Öncelikle şunu hatırlamakta fayda var: Kasım ayında ABD’de ara seçimler yapılacak. Bu da Kongre’de Demokratların ve Trump’ın partisi olan Cumhuriyetçilerin oranını belirleyecek. Başkanın azledilebilmesi için ise, Senato’nun 3’te 2’sinin oyu gerekiyor. Dolayısıyla, Trump için bu seçim hayati.
Bu seçimi