Trump’ın Suriye’den çekileceğini açıklamasından bu yana, ortalık iyice karıştı. ABD medyasında çekilmenin nasıl olacağına dair ardarda birbiriyle çelişen haberler çıkması da cabası.
İşte tam bu hengâme içinde Ankara üst üste “ağır” konuklar ağırlıyor. Bunlardan ilki, perşembe günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabul ettiği, Irak’ın çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Berham Salih. Bir diğeri de 8 Ocak’ta Ankara’ya gelecek olan Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton. Ki beraberinde Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ve ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford’ın da gelmesi bekleniyor.
Irak lideri hangi sözleri verdi?
1.sinden başlayalım. Konuştuğum üst düzey Türk yetkili, Erdoğan’la Irak’ın deneyimli Kürt siyasetçisi Berham Salih’in görüşmesinin olumlu geçtiğini söylüyor. Bundan başlıca kasıt, ikili ticari ilişkiler. Şu anda Türkiye-Irak arasında açık olan tek gümrük kapısı var: Habur. Uzunca süredir Ovaköy kapısının da açılması gündemdeydi. Ne var ki bu gümrük kapısı Erbil’i baypas ederek Kerkük’e erişim sağladığı için, Kuzey Irak Yönetimi açılmasına karşı çıkıyordu. İşte şimdi Ankara, Salih’i bu konuda kararlı görüyor. “Ancak mesele hemen çözülmez” notunu da düşüyor.
Buna mukabil Salih,
ABD’nin Suriye’den çekilmesiyle sahada oluşan güç boşluğunu kimlerin dolduracağını bir önceki yazımda anlatmıştım. Şimdi asıl soru şu: Başkan Trump’ın kafasında ne var?
Yeniden Arap milliyetçiliği
Bu günlerde bazı gelişmeler bunun ipuçlarını veriyor. Evvelsi gün İngiliz Guardian gazetesi Suriye’nin 2011’de savaş başladığında atıldığı Arap Birliği’ne yeniden kabul edileceğini yazdı. Geçen hafta ise Esad’ın Ulusal Güvenlik Şefi Ali Memlük Kahire’ye gitti. Hemen ardından, gazeteler Suriye’nin Mısır’la ve birçok Arap ülkesiyle güvenlik ilişkilerini yeniden tesis ettiğini yazdı. Evvelsi gün de Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) 2011’de kapattığı Şam Büyükelçiliği’ni yeniden açtı. Bu, sırada Suudi Arabistan var demektir.
***
Tüm bunların ardındaki hedef ise, İran’ı yalnızlaştırmak. Şöyle ki: Malum, bölgede uzun zamandır Şii-Sünni mezhep savaşı hakim. Yani İran’ın kurduğu “Şii hilali”ne karşı Sünni Araplar. İşte şimdilerde bunun yerine Arap-Fars etnik kutuplaşması kurulmaya çalışılıyor. Yani Arap milliyetçiliği yeniden öne çıkarılıyor. Buradaki amaç, Nusayri olan (Şii mezhebinin bir kolu) Esad rejimi ve çoğunluğu Şii olan Irak’ı da “Araplar grubu”na dahil etmek.
“Arap grubu”nda zaten Körfez
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’ı Suriye’den çekilmeye ikna etmesinin artçıları şiddetle sürüyor. ABD’nin Suriye politikasının kilit aktörleri bile bu kararı Trump’ın tweet’lerinden öğrendikleri için, belirsizlikler diz boyu.
Türkiye’nin kazanımları
Ama her şeye rağmen ve her şeyden önce bu, Türkiye için ciddi bir diplomatik zafer. Zira Ankara’nın yıllardır en büyük güvenlik tehdidi olarak gördüğü kuzey Suriye’deki YPG, bir anda kendini ortada bırakılmış buldu. Türkiye’nin eli de PKK bağlantılı bu örgüte karşı güçlendi.
Dolayısıyla, Trump, Suriye savaşında taktiksel iş birliği yaptığı YPG’den vazgeçip, bu uğurda NATO müttefiki ve “stratejik ortağı” olan Türkiye’yi kaybetmeyi göze almadığını ortaya koydu. Bununla birlikte, ABD Başkanı’nın Erdoğan’a “Kongre’yi size Patriot satmak için ikna ederim” sözünü vermesi de bu stratejik ortaklığı yeniden güçlendirme yolunda attığı önemli bir adım.
***
Bir diğer önemli kazanım da Türkiye’nin Suriye masasında daha da kilit bir aktör haline gelmiş olması. Buna ek olarak, Erdoğan’ın Trump üzerinde etki sahibi olduğu da dünyaya yansımış oldu. Ankara’nın ABD ile Rusya arasında izlediği denge politikası açısından da bu değişim büyük bir başarı.
Gelgelelim
Tam 1 hafta önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’la telefon görüşmesinden sonra, bir anda haberler gürül gürül yağdı: Önce Başkan Trump ansızın Suriye’den Amerikan askerlerini çekeceğini açıkladı. Aynı gün ABD Dışişleri Bakanlığı da Türkiye’ye Patriot füze satışına onay verdi. Bir yandan ise Türkiye’nin Suriye sınırına yapmayı planladığı operasyonun hazırlıkları tam gaz devam ediyordu.
Haliyle kafalar karıştı. ABD Suriye savaşının başından beri bel bağladığı YPG’den vaz mı geçiyor? Ankara yine de kuzey Suriye’ye operasyon yapacak mı? Yoksa Rusya’dan S-400 almaktan vazgeçip ABD’den Patriot mu almaya karar verdik? Cevapları aşağıda…
Ankara’nın kararlılığı
Erdoğan’la Trump arasındaki son telefon görüşmesi elbette tüm bu gelişmeler açısından kritik bir eşikti. Zira o görüşmede Trump, Ankara’nın Fırat’ın doğusuna operasyon yapmakta kesin kararlı olduğundan emin oldu. Bunun üzerine Türk-Amerikan askerleri arasında çıkabilecek bir çatışmanın önünü almak için, o bölgeden askerlerini çekeceğini taahhüt etti. Bunun için de derhal ekibini görevlendirdi.
Ne var ki mesele tabii ki bu kadar basit değil. Ne Trump bu kararı bir anda aldı, ne de bu ABD’nin o bölgedeki nüfuzundan vazgeçeceği anlamına
Ne kadar farkındayız bilmiyorum ama geçen hafta Türkiye’nin NASA’sı kuruldu. Yani uzay araştırmalarını yapacak olan ilk ulusal Türkiye Uzay Ajansı (TUA). İnsanın aklına ilk anda, “Gözümüzü Mars’a mı diktik?” sorusu geliyor. Ama mesele uzay değil, bizatihi Türkiye. Zira artık günlük hayatta kullandığımız araçlardan tutun da, ülke güvenliğine kadar her şey ama her şey uzaydan yönetiliyor.
Dünyada uzay yarışı
Arabalarımızda kullandığımız GPS navigasyon sistemi, evlerimizde izlediğimiz televizyon kanalları, kullandığımız cep telefonlarından tutun da, devletlerin birbirlerine karşı topladıkları istihbari bilgilere kadar hepsi uzaya gönderilen uydular üzerinden var oluyor. Yani uzayda yapılan çalışmalar asıl olarak uzayı keşfe değil, yerküreye yönelik.
Dünyada şu an 38 ülkenin ulusal uzay ajansı var. Sovyet Rusya’nın 1957’de kurduğu TASS ve 58’de ABD’nin açtığı NASA, ilk örnekler. Bu iki ülkeyi ise başarı sıralamasında Çin ve Avrupa Uzay Ajansı izliyor. Özellikle Pekin “uzay savaşı”nı iyice kızıştırdı. 2007’de bir ilke imza atarak karadan fırlattığı roketle uzaydaki bir uydusunu vurdu. Yani “Başka bir devletin uydusunu vurabilirim” mesajı verdi. Yerküreden uzaydaki bir uyduyu vurabilecek
Evet, galiba oldu. Dahası, İngiltere Başbakanı Theresa May bile yalan olmak üzere. Üç gün önce kendi Muhafazakâr Parti’sinin güvenoyunu almak zorunda kaldı. Oylamayı kaybetse istifa etmeye mecbur olacaktı. Şimdi Başbakan hayatta kaldı kalmasına ama Brexit anlaşması kalacak mı?
Kuzey İrlanda düğümü
Önce İngiltere’nin içinde bulunduğu fotoğrafı çekelim: 23 Haziran 2016’da yapılan Brexit referandumunda İngilizlerin yüzde 52’si “AB’den çıkalım” deyince, Başbakan May kolları sıvayıp AB (Avrupa Birliği) ile müzakerelere başlamıştı. Ama anlaşma bir türlü yapılamıyor. Mesele dönüp dolaşıp Kuzey İrlanda konusunda tıkanıyor.
Düğümlenen ise şu: İngiltere toprağı olan Kuzey İrlanda ile, AB üyesi olan bağımsız İrlanda Cumhuriyeti arasındaki sınır ne olacak? Zira şu anda diğer AB üyesi ülkeler arasında olduğu gibi, birinden diğerine arabayla geçtiğinizde fark etmiyorsunuz bile. Ama Brexit gerçekleşirse arada bir gümrük kapısı ve sınır kontrolleri olacak. Bu da İngiltere toprakları ile İrlanda arasında hukuki ve ticari farklar yaratacak.
Dahası, Kuzey İrlanda’da çözümü onlarca yıl alan IRA terörü, fiziki olarak ilk kez bu sınırdaki bir çatışmayla patlak vermişti. Şimdi sınır yine çizildiğinde “Ya
“Patatesleriniz iğrenç! Aynen vergi kaçakçılığınız gibi. Öptük!” Bu sözleri Paris’in en ışıltılı caddesindeki McDonalds’ın duvarına yazan bir “Sarı Yelekli”.
Patateslerin lezzeti tartışılır, ama 17 Kasım’dan bu yana alev topu gibi büyüyen gösterilerin merkezinde McDonalds olduğu gerçeği su götürmez. Şöyle ki...
McDonalds teorisi
İlk başlarda demokrasi ve kapitalizm arasında doğrudan sebep-sonuç ilişkisi kurulmuştu. Bir ülke McDonalds zinciri açabilecek kadar zenginse, orada demokrasi “zaten olur”du. Yani küresel ekonomiye dahil olmak, kendiliğinden demokrasiyi getirecekti. Demokrasi de barışı ve güvenliği... New York Times’ın meşhur yazarı Thomas Friedman buna, “McDonalds Barış Teorisi” adını takmıştı. Uluslararası İlişkiler’in “Demokratik Barış Teorisi”ne atıfla.
Ne var ki kazın ayağı öyle çıkmadı. Ne kapitalizm demokrasiyi getirdi, ne demokrasi kapitalizmin vaat ettiği refahı. İşte Paris’teki
Sarı Yelekliler hareketi de bunun son örneği.
***
Çok hızlıca filmi başa saralım: Kapitalizm ve modernleşme, küreselleşme üzerine kuruldu. Küreselleşme ise yerküredeki sosyal hareketliliği artırdı. Birbirinden haberdar olmayan kitleler bir anda iç içe girdi, yan yana düştü. Göç de bu hareketlil
“Artık bu tuhaf Astana girişiminin fişini çekelim.” Bunu 3 gün önce söyleyen, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey. Bahsettiği ise, Türkiye-Rusya-İran üçlüsünün yürüttüğü Astana görüşmeleri.
Şimdi kim kimin fişini çekiyor, tuhaf olan nedir? Oralara gelmeden önce, bugüne bakalım. Çünkü Jeffrey dün Suriye’yi görüşmek üzere Ankara’daydı. Peki, Amerikalı yetkiliye hangi mesajlar verildi?
Ankara nasıl okuyor?
Jeffrey ile görüşmenin ardından konuştuğum üst düzey Türk yetkili, önce Jeffrey’nin bu sözlerini Ankara’nın nasıl okuduğunu anlatıyor.
Washington, bir süredir Ankara-Moskova-Tahran’ın Suriye’de en aktif aktörler haline gelmiş olmasından son derece rahatsız. Hatta 27 Ekim’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya ve Fransa’yı da katıp Rusya ile birlikte İstanbul’da 4’lü Suriye Zirvesi yapması, bu rahatsızlığı iyice perçinledi. Çünkü böylece ilk kez “Astana süreci” ile ona paralel yürüyen ABD liderliğindeki “Cenevre süreci”nin aktörleri (Almanya-Fransa) ABD’siz aynı potada buluşmuş oldu. Hem de ABD’nin kaşını kaldırmasına rağmen.
Türkiye-Rusya’nın yaptığı ikili İdlib anlaşması da Washington’ı iyice çileden çıkardı. İşte bu yüzden, kendisinin olmadığı bir platforma, yani Suriye’nin