Soğuk Savaş’ın yeniden hortladığını söylemek bir süredir sıradanlaştı. Ben ise sık sık “Soğuk Savaş geldi diyenler, dünün güneşiyle bugünün çamaşırını kurutmaya çalışıyorlar” diye yazıp duruyorum.
***
Geçen hafta Başkan Trump, Sovyet Rusya ile ABD arasında Soğuk Savaş’tan beri yürürlükte olan “Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması”ndan (INF) çekildiğini açıklayınca, yine aynı tez ortalığa saçıldı. Trump çekilme sebebi olarak ise, bir önceki Başkan Obama’nın da sık sık dile getirdiği “Rusya’nın anlaşmayı ihlal eden füzelerini imha etmemesi” olarak gösterdi.
Her ne kadar ilk bakışta bu gelişme ABD-Rusya arasında gerilimin arttığı anlamına geliyor gibi görünse de... Alakası yok!
Sebep Çin
1987’de ABD Başkanı Ronald Reagan ve Sovyetler Birliği lideri Mihail Gorbaçov arasında imzalanan INF, nükleer savaş tehdidini ortadan kaldırmayı hedefliyordu. Hakikaten de 31 yıldır, nükleer silahlı füzeleri Avrupa topraklarından uzak tuttu. O yüzden şimdi “Eyvah, iki ülke şimdi yeniden Avrupa’da silahlanma yarışına başlayacak” diye evham yapıyorlar.
Amma velakin, ABD’nin bu anlaşmadan çekilmesinin asıl sebebi Rusya ile rekabet falan değil, Çin! Çin, orta vadede ABD’nin yerini alacak gibi görünüyor.
Bugün tarihi bir gün yaşıyoruz. İlk defa, Yunanistan’da görevde olan bir siyasetçi -Başbakan Aleksis Çipras- Heybeliada Ruhban Okulu’nu ziyaret ediyor. Ancak bugün asıl, 48 yıldır kapalı olan Ruhban Okulu açısından tarihi. Türkiye Devleti’nin bu ziyarete kucak açması ise, yeni bir zihniyetin göstergesi.
Ruhban Okulu neden kapandı?
Önce çok kısa hatırlayalım: Heybeliada Ruhban Okulu (HRO), 1844’te Sultan Abdülmecid’in emriyle Ortodoks din adamı yetiştirilmesi için Heybeliada’daki 9. yüzyıldan kalma Aya Triada Manastırı’nın içinde kuruldu. Bu Manastırın kuruluş günü olan 6 Şubat da her yıl törenle kutlanıyor. İşte Çipras da her Yunanlı liderin yaptığı gibi Fener Rum Patriğini görebilmek için, bugün mecburen törenin yapıldığı Heybeliada’ya gidiyor. Yani HRO’ya gidiyor olması, tamamen bir “tevafuk”.
Kaderin cilvesine bakın ki HRO’nun kapanma sebebi de Yunanistan’dı! Evet, okulu 1971’de Anayasa Mahkemesi kapattı. Ancak arkasındaki asıl sebebi, TESEV’in 2005’te Prof. Mensur Akgün’ün liderliğinde yayımladığı rapor açıkça ortaya koyuyor: “HRO’yu kapanmaya götüren 2 temel dönem vardır: 1.si; Atina’yla aramızdaki Kıbrıs Sorunu’nun ortaya çıkıp 6-7 Eylül’ün zemininin hazırlandığı 1955 yılı.
Günlerdir Adana Mutabakatı ile yatıp kalkıyoruz. Malum, Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen hafta Moskova’da Rus muadili Putin’le görüşürken, Rus lider bir anda beklenmedik bir hamle yaptı: 1998’de Türkiye-Suriye arasında imzalanan Adana Mutabakatı’nı anıverdi. Biz ise çoğu zaman yaptığımız gibi, buna da hava durumu izler gibi yaklaşıyoruz. Yani sadece yaşadığımız yere odaklanıyor, meseleye oradan bakıyoruz. Oysaki Putin’in bu hamlesinin ardında asıl ABD var.
Putin’in hamlesi
Biliyorsunuz, Başkan Trump Erdoğan’la telefon görüşmesinde aniden Suriye’den çekileceğini açıkladıktan sonra, ortaya bir “güvenli bölge” söylemi saçıldı. Son iki haftadır Ankara’ya gidip gelen Amerikalı üst düzey yetkililer, Türkiye-Suriye sınırında 30 km derinliğinde bir “tampon bölge” kurulmasını itekliyorlar. Bu da şu demek: ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde hava sahasını ve gelişmeleri büyük ölçüde kendi kontrolü altında tutması.
İşte tam Ankara-Washington arasında bu gündem kızışmışken, Putin bir anda “Adana hamlesini” yaptı. Bir diğer deyişle, Türkiye’yi “tampon bölge” yerine, doğrudan Şam ile anlaşıp sınır güvenliğini sağlamaya itekliyor.
Dolayısıyla, bu adım, aslında Rusya ve ABD’nin Suriye savaşı sona yaklaşırken bu
Geçtiğimiz yıl dünyada zenginler, tarihte hiç olmadıkları kadar zengin oldular. Fakirler ise hiç bu kadar fakir olmamıştı. Zenginle fakir arasındaki uçurum ilk kez bu kadar açıldı.
Bunu ortaya koyan, İngiliz yardım kuruluşu Oxfam. Her yıl olduğu gibi bu yıl da Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomi Forumu zirvesi öncesinde Oxfam yıllık raporunu açıkladı. Böylelikle her sene olduğu gibi insanoğlunun “envanteri” ortalığa saçıldı.
Zengin-fakir uçurumu
Bugün dünyada en zengin 26 kişinin serveti, dünya nüfusunun yarısının yani 3.8 milyar kişinin servetine eşit! Ki bu en zenginlerin sayısı 2017 yılında 43, 2016’da ise 61’miş. Yani para gitgide daha az kişinin elinde toplanıyor.
Bir taraftan, 2018’de her 2 günde 1 kişi milyarder olmuş. Dünyadaki milyarder sayısı da 2’ye katlanmış. Diğer taraftan ise, dünya nüfusunun yarısının geliri yüzde 11 fakirleşmiş. Dahası, bugün her 2 kişiden biri, yani 3.8 milyar kişi günde 5 doların altında gelirle geçiniyor.
Uçurum öyle büyük ki 2018’de ortaya çıkan yeni servetin yüzde 82’si, dünyanın en zengin yüzde 1’inin eline geçmiş. Düşünün ki Güneydoğu Asya’da bir işçinin Amerika’daki bir süpermarket müdürü kadar kazanabilmesi için, 5000 yıldan fazla çalışması
Bundan 1 ay önce “Brexit yalan mı oldu?” diye sorup, şöyle cevaplamıştım: “Evet, galiba oldu. Dahası, İngiltere Başbakanı Theresa May bile yalan olmak üzere. Zira üç gün önce kendi Muhafazakâr Parti’sinin güvenoyunu almak zorunda kaldı. Şimdi Başbakan hayatta kaldı kalmasına ama Brexit anlaşması kalacak mı?”
Tam bir ay sonra bugün, Brexit daha da sallantıda. İşin daha garip tarafı, Başbakan May geçtiğimiz hafta yine güven oylamasına maruz kaldı. Paçayı da yine son anda kurtardı. Ne var ki hem onun, hem Brexit’in akıbeti gitgide daha bulanıklaşıyor. Ufukta görünen ise erken seçim ve 2. bir referandum.
Hükümet sallantıda
Geçen hafta İngiliz parlamentosu, May’in AB ile yaptığı Brexit planını ezici bir şekilde reddetti. O kadar ki kendi Muhafazakâr Parti’sinden bile 108 fire vererek May, 1924’te Mısır’la ilgili yapılan bir oylamadan bu yana bir hükümetin yaşadığı en büyük hezimeti yaşadı. Kendi partisinin Brexit planını reddetmesi, ülkedeki bölünmüşlüğü de gözler önüne serdi. Bugün İngiltere’de asıl siyasi ayırım İşçi Partisi-Muhafazakârlar arasında değil; Brexit yanlıları-karşıtları şeklinde.
Tam da bu oylamanın akabinde İşçi Partisi lideri Corbyn fırsat bu fırsat deyip, parlamentoya May
"Tarih tekerrür etmez ama bazen kafiye yapar.”
Bu cümleyi sarf eden kişi, Frederick Kempe. Yani ABD’nin en köklü düşünce kuruluşu olan Atlantik Konseyi’nin Başkanı. Kempe Soğuk Savaş yıllarında Wall Street Journal gazetesinin Almanya bürosunu yönetmiş. Aslen de Doğu Almanyalı.
İşte bu deneyimleri sonucunda da Soğuk Savaş’ın en hararetli yıllarını anlatan ve ABD’de “en çok satanlar” listesine giren “Berlin 1961” kitabını yazmış. Çalık Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Çalık’ın katkılarıyla Türkçeye çevrilen kitap, her ne kadar Soğuk Savaş’ın simgesi Berlin Duvarı üzerine gibi görünse de... Aslında o dönem ile bugün arasındaki “kafiye”leri, yani tarihin neresinde olduğumuzu netlikle ortaya koyuyor.
Soğuk Savaş’tan bugüne
İstanbul’da buluştuğumuz Fred Kempe, “Soğuk Savaş 3. Dünya Savaşı’ydı” dedikten sonra, bugün ile o dönem arasında paralellik kuruyor. Yani 2. Dünya Savaşı sonrası Sovyetler Birliği’nin başını çektiği Doğu Bloku ile ABD liderliğindeki Batı arasında cereyan eden, 91’de Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle sona eren Soğuk Savaş yıllarını bugüne benzetiyor. Başkan Trump’ın “Rusya ile ilişkilerimiz Soğuk Savaş zamanından bile daha kötü” sözünü de buna örnek gösteriyor.
Ne var
Trump yine bir gece ansızın uyanıp attığı fevri bir tweet ile Türkiye-ABD ilişkilerini yeniden sınamaya tabi tuttu. Bahsettiğim, pazar gecesi Twitter’da yazdığı, “Türkiye Kürtleri vurursa, onları ekonomik olarak yıkıma uğratırız” cümlesi.
Karşılığı ise anında ertesi sabah Cumhurbaşkanlığından geldi: “Teröristler sizin müttefikiniz olamaz. Türkiye ABD’den, iki ülke arasındaki stratejik ortaklığı onurlandırmasını beklemektedir.”
***
Haliyle şimdi sorulan şu: ABD ile hâlâ müttefik miyiz? Ya da stratejik ortak mı? Eğer öyleysek, bugünkü YPG/PKK krizini neden yaşıyoruz?
Müttefik ne demek?
Öncelikle “müttefik” kelimesini doğru konumlandırmamız gerekiyor. “Müttefiklik” sadece ortak çıkarlar etrafında vuku bulan ve çıkarlar çatıştığında ortadan kalkan bir ilişki türü. Yani her daim süren bir durum değil. Zaten bugün yaşadığımız da tam da bunun tezahürü...
ABD’nin bugün Irak ve Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da asıl önceliği, İran’ın etkisini kırmak. Ankara ise “İran’a karşı eksende” yer almadığı gibi, aksine Suriye’de Rusya-İran ikilisiyle birlikte hareket ediyor. Bununla birlikte Washington İsrail’in Ortadoğu’daki güvenliğini teminat altına almak ve İran’ın Irak-Suriye’deki nüfuzunu
İstanbul yine İstanbulluğunu yaptı. Sayısız uygarlığa, dine, ırka ev sahipliği yapmış olan şehir, yine insanlık tarihinin en kritik dönemeçlerinden birine mekân oldu...
***
Ukrayna Ortodoks Kilisesi, 1686’dan beri bağlı olduğu Rus Kilisesi’nden geçtiğimiz hafta sonu ayrılarak bağımsızlığını elde etti. Ortodoks dünyasını sarsan bu olayın İstanbul’da olmasının sebebi ise, yüzyıllardır Türkiye’de bulunan Fener Rum Patrikhanesi’nin kararıyla meydana gelmiş olması. Zira Patrikhane evrensel (ekümenik) statü sahibi olduğu için, diğer Ortodoks kiliseleri üzerinde idari açıdan 1. sırada geliyor.
Aslında bu, bağımsızlığını ilan eden 15. Ortodoks kilisesi. Ancak yine de 1054’te Ortodokslar ve Katolikler arasında yaşanan “Büyük Ayrılık”tan bu yana, Ortodoks tarihinin yaşadığı en büyük bölünme ve gelişme olarak görülüyor. Neden mi?
Ortodokslar için önemi
Önce kısa bir bilgi: Ukrayna’da, Sovyetler Birliği’nden ayrılır ayrılmaz bağımsız kilise için hareketlenme zaten başlamıştı. “Peki neden şimdi?” diye soracak olursanız: Ülkenin 2014’te Rusya ile arasında Kırım ve doğu Ukrayna üzerinden iyice kızışan ihtilafı, Kilise’nin Rusya’dan kopma isteğini artırdı. Zira Kiev her zaman Rusya’nın Kilise’yi